- Her vara taallûk eden aşkın, Allah vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zahirî güzelliğinden değil.
- عشق تو بر هر چه آن موجود بود ** آن ز وصف حق زر اندود بود
- O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir. 555
- چون زری با اصل رفت و مس بماند ** طبع سیر آمد طلاق او براند
- Onun yaldızlı, zahirî sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.
- از زر اندود صفاتش پا بکش ** از جهالت قلب را کم گوی خوش
- Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında süssüzlük vardır.
- کان خوشی در قلبها عاریتست ** زیر زینت مایهی بی زینتست
- Kalpın üstündeki altın, madenine gider. Sen de onun gittiği madene git.
- زر ز روی قلب در کان میرود ** سوی آن کان رو تو هم کان میرود
- Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git.
- نور از دیوار تا خور میرود ** تو بدان خور رو که در خور میرود
- Ondan sonrada mademki oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan iste. 560
- زین سپس پستان تو آب از آسمان ** چون ندیدی تو وفا در ناودان
- Kurdun tuzağı, kuyruk madeni değildir. O koca kurt, kuyruk madenini nereden tanıyıp bilecek?
- معدن دنبه نباشد دام گرگ ** کی شناسد معدن آن گرگ سترگ
- O aldanmış kişilerde altını çıkınlamış sandılar da köye doğru koştular.
- زر گمان بردند بسته در گره ** میشتابیدند مغروران به ده
- Gülerek oynayarak o dolaba doğru çark ura ura yürüdüler.
- همچنین خندان و رقصان میشدند ** سوی آن دولاب چرخی میزدند
- Köye doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlıktan elbiselerini yırtıyorlar,
- چون همیدیدند مرغی میپرید ** جانب ده صبر جامه میدرید
- Köyden bir adam geliyor görseler yüzünü, gözünü öpüyorlar, 565
- هر که میآمد ز ده از سوی او ** بوسه میدادند خوش بر روی او
- “Sen bizim dostumuzun yüzünü gördün. Sen, bizim canımızın canısın, bizim gözümüzsün sen” diyorlardı.
- گر تو روی یار ما را دیدهای ** پس تو جان را جان و ما را دیدهای
- Mecnun’un, Leylâ’nın civarında oturan bir köpeğe iltifatı
- نواختن مجنون آن سگ را کی مقیم کوی لیلی بود
- Tıpkı Mecnun gibi. O da bir köpeği okşamakta, öpmekte, önünde yanıp erimekteydi.
- همچو مجنون کو سگی را مینواخت ** بوسهاش میداد و پیشش میگداخت
- Etrafında eğilip bükülerek onu ululayıp ağırlayarak dönüp dolaşıyor, ona sâf şeker şerbeti veriyordu.
- گرد او میگشت خاضع در طواف ** هم جلاب شکرش میداد صاف
- Bir herzevekil dedi: “A ham mecnun, bu yapıp durduğun şey ne delilik, ne sersemlik,
- بوالفضولی گفت ای مجنون خام ** این چه شیدست این که میآری مدام
- Köpeğin ağzı daima pis şeyleri yer. Ardını bile diliyle temizler.” 570
- پوز سگ دایم پلیدی میخورد ** مقعد خود را بلب میاسترد
- Köpeğin ayıplarını bir hayli saydı döktü. Zaten ayıp gören gayp âleminin kokusunu bile alamaz.
- عیبهای سگ بسی او بر شمرد ** عیبدان از غیبدان بویی نبرد
- Mecnun dedi ki. “Sen, baştanbaşa suretten, cisimden ibaretsin. Gel de benim gözümle bir bak!
- گفت مجنون تو همه نقشی و تن ** اندر آ و بنگرش از چشم من
- Bu köpek, bence Allah’ın bir çözülmez tılsımıdır. Bu köpek, Leylâ’nın mahallesinin bekçisi.
- کین طلسم بستهی مولیست این ** پاسبان کوچهی لیلیست این
- Himmetine bak, gönlüne, canına, irfanına dikkat et ki neresini seçmiş, neresini yurt edinmiş?
- همنشین بین و دل و جان و شناخت ** کو کجا بگزید و مسکنگاه ساخت
- O benim mağaramın yüzü kutlu köpeği, hatta o benim dertdaşım, gamdaşım. 575
- او سگ فرخرخ کهف منست ** بلک او همدرد و هملهف منست
- Onun mahallesinde yurt tutan köpeğin ayağının bastığı toprak bile ulu aslanlardan yeğdir.
- آن سگی که باشد اندر کوی او ** من به شیران کی دهم یک موی او
- Ey köpeklerine aslanların köle olduğu sevgili.. anlatmaya imkân yok ki, sus vesselâm!..”
- ای که شیران مر سگانش را غلام ** گفت امکان نیست خامش والسلام
- Dostlar, suretten geçerseniz her yer sizin için cennettir. Gül bahçesi içinde gül bahçesidir.
- گر ز صورت بگذرید ای دوستان ** جنتست و گلستان در گلستان