- Bayezid’in Ebulhasan’ın halini daha evvelce nasıl gördüğünü duymadın mı?
- آن شنیدی داستان بایزید ** که ز حال بوالحسن پیشین چه دید
- Bir gün o takva sultanı, dervişleriyle sahradan geçerken,
- روزی آن سلطان تقوی میگذشت ** با مریدان جانب صحرا و دشت
- Ansızın ona Rey civarında Harkan tarafından bir kokudur geldi.
- بوی خوش آمد مر او را ناگهان ** در سواد ری ز سوی خارقان
- Orada iştiyaklı bir feryat çekti, rüzgârdan koku aldı. 1805
- هم بدانجا نالهی مشتاق کرد ** بوی را از باد استنشاق کرد
- Âşıkçasına bir kokladı; âdeta ruhu rüzgârdan bir şarap tatmaktaydı.
- بوی خوش را عاشقانه میکشید ** جان او از باد باده میچشید
- Buzlu suyla dolu olan bir testinin dışında ter gibi sular peydahlanır.
- کوزهای کو از یخابه پر بود ** چون عرق بر ظاهرش پیدا شود
- O, havanın soğukluğundan meydana gelir... Yoksa testinin içinden dışarı su sızmaz!
- آن ز سردی هوا آبی شدست ** از درون کوزه نم بیرون نجست
- Koku getiren rüzgâr, onu su haline getirmiştir... İşte onun gibi su da Bayezid’e halis şarap haline gelmişti!
- باد بویآور مر او را آب گشت ** آب هم او را شراب ناب گشت
- Bayezid’de sarhoşluk eseri görününce bir müridi ona gelip 1810
- چون درو آثار مستی شد پدید ** یک مرید او را از آن دم بر رسید
- Sordu: “Beş duyguyla altı cihetten dışarı olan şu hoş hal nedir?
- پس بپرسیدش که این احوال خوش ** که برونست از حجاب پنج و شش
- Yüzün gâh kızarmakta, gâh ağarmakta... Bu ne hal, bu ne müjde?
- گاه سرخ و گاه زرد و گه سپید ** میشود رویت چه حالست و نوید
- Koklayıp duruyorsun ama görünürde gül yok, şüphesiz bu, gayb âleminden, hakikî güllerin açtığı gül bahçesinden.
- میکشی بوی و به ظاهر نیست گل ** بیشک از غیبست و از گلزار کل
- Ey her kendini tanıyan, bilen kişinin muradı ve maksadı olan er, her an sana gayb âleminden bir haber, bir mektup gelmekte,
- ای تو کام جان هر خودکامهای ** هر دم از غیبت پیام و نامهای
- Her an Yakup gibi sana da bir Yusuf’tan şifa kokusu erişmekte. 1815
- هر دمی یعقوبوار از یوسفی ** میرسد اندر مشام تو شفا
- Bize de o testiden bir katra dök... Bize de o gül bahçesinden bir kokucuk anlat!
- قطرهای بر ریز بر ما زان سبو ** شمهای زان گلستان با ما بگو
- Biz buna alışmamışız ey yüce ve güzel er... Bizim dudağımız kuru, sen bu şarabı yalnızca içiyorsun!
- خو نداریم ای جمال مهتری ** که لب ما خشک و تو تنها خوری
- Ey, çevik er, ey gökyüzünü dönüp dolaşan er, içtiğin şaraptan bize de bir yudumcuk sun!
- ای فلکپیمای چست چستخیز ** زانچ خوردی جرعهای بر ما بریز
- Bu zamanda meclisin beyi sensin, senden başkası değil... Bize de bak!
- میر مجلس نیست در دوران دگر ** جز تو ای شه در حریفان در نگر
- Bu şarap, gizlice içilir mi ki? Şarap, muhakkak adamı rezil, rüsvay eder! 1820
- کی توان نوشید این می زیردست ** می یقین مر مرد را رسواگرست
- Kokusunu gizlesen bile sarhoş gözlerini ne yapacaksın ki?
- بوی را پوشیده و مکنون کند ** چشم مست خویشتن را چون کند
- Zaten bu koku, âlemde yüz binlerce perde altında gizlenebilecek bir koku değil ki!
- خود نه آن بویست این که اندر جهان ** صد هزاران پردهاش دارد نهان
- O keskin kokuyla ovalar, çöller doldu... Hatta ova da nedir ki? O koku, dokuz feleği bile geçti!
- پر شد از تیزی او صحرا و دشت ** دشت چه کز نه فلک هم در گذشت
- Bu şarabın bulunduğu testinin başını balçıkla örtme... Zaten bu öyle bir açıkta şarap ki örtülmesine imkan yok!
- این سر خم را به کهگل در مگیر ** کین برهنه نیست خود پوششپذیر
- Ey sırlar bilen sır söyleyici, seni avlayanı lütfet, söyle! 1825
- لطف کن ای رازدان رازگو ** آنچ بازت صید کردش بازگو
- Bayezıd dedi ki: “Şaşılacak bir koku geldi bana... Peygambere Yemen’den gelen koku gibi!
- گفت بوی بوالعجب آمد به من ** همچنانک مر نبی را از یمن