English    Türkçe    فارسی   

4
3109-3133

  • Bari bu ikisinden biri kalsın da yel, ışığın birini söndürürse onunla eğleneyim.
  • تا بود کز هر دو یک وافی شود ** گر به باد آن یک چراغ از جا رود
  • Ârifler gibi hani... ârif de bu noksan beden kendiliğinden kurtulmak için gönül kandilini yakar da 3110
  • هم‌چو عارف کن تن ناقص چراغ ** شمع دل افروخت از بهر فراغ
  • Günün birinde ansızın bu kandil sönerse onun yerine can kandilini koyayım der.
  • تا که روزی کین بمیرد ناگهان ** پیش چشم خود نهد او شمع جان
  • Padişah bu işi anlamadı da aldandı... fâni kandilin yerine başka bir fani kandile kapıldı!
  • او نکرد این فهم پس داد از غرر ** شمع فانی را بفانیی دگر
  • Padişahın,soyunun kesilmesinden korkarak oğluna bir kız alması
  • عروس آوردن پادشاه فرزند خود را از خوف انقطاع نسل
  • Padişah bunun üzerine, evlensin de soyu sopu üresin diye şehzadeye bir kız almak istedi.
  • پس عروسی خواست باید بهر او ** تا نماید زین تزوج نسل رو
  • Bu doğan, tekrar yokluk âlemine yüz tutarsa o doğanın yerini yine bir doğan tutsun...
  • گر رود سوی فنا این باز باز ** فرخ او گردد ز بعد باز باز
  • Bu doğanın sureti, eğer şu âlemden giderse mânası, oğlunda baki kalsın dedi. 3115
  • صورت او باز گر زینجا رود ** معنی او در ولد باقی بود
  • Onun için o uyanık padişah, Mustafa “Çocuk, babanın sırrıdır” buyurdu.
  • بهر این فرمود آن شاه نبیه ** مصطفی که الولد سر ابیه
  • İşte bu yüzden bütün halk, sevgilerden çocuklarına sanat öğretirler de,
  • بهر این معنی همه خلق از شغف ** می‌بیاموزند طفلان را حرف
  • Onların kalıpları gözden gizlenince o mânalar âlemde bâki kalsın derler.
  • تا بماند آن معانی در جهان ** چون شود آن قالب ایشان نهان
  • Tanrı, hikmetiyle istidat sahibi olan her küçük çocuğun doğru yolu bulması için onların hırsına bir ciddiyet vermiştir.
  • حق به حکمت حرصشان دادست جد ** بهر رشد هر صغیر مستعد
  • Ben de kendi soyumun devamı için oğluma mezhebi meşrebi iyi bir kız alacağım. 3120
  • من هم از بهر دوام نسل خویش ** جفت خواهم پور خود را خوب کیش
  • Fakat alacağım kızın kötü bir padişahın soyundan değil, temiz bir kişinin soyundan bir kız olmasını isterim.
  • دختری خواهم ز نسل صالحی ** نی ز نسل پادشاهی کالحی
  • Padişah, zaten bu temiz kişidir... hür olan da odur... ne şehvetin esiridir, ne boğazının.
  • شاه خود این صالحست آزاد اوست ** نی اسیر حرص فرجست و گلوست
  • Fakat halk, aksine olarak esirlere padişah adını taktılar... Zenciye Kâfur adı takıldığı gibi hani!
  • مر اسیران را لقب کردند شاه ** عکس چون کافور نام آن سیاه
  • Kanlar içen çöle kurtuluş yeri, bayağı, nekes ve kutsuz kişiye kutlu adını verirler ya!
  • شد مفازه بادیه‌ی خون‌خوار نام ** نیکبخت آن پیس را کردند عام
  • Şehvet, kızgınlık ve istek esirine bey, yahut “Sadr ecel – en ulu vezir” dediler. 3125
  • بر اسیر شهوت و حرص و امل ** بر نوشته میر یا صدر اجل
  • O ecel esirlerine halk, şehirlerde beyler ve “Emîrani ecel – Ulu beyler” adını taktılar.
  • آن اسیران اجل را عام داد ** نام امیران اجل اندر بلاد
  • Canı, pabuççuların safında alçalmış, yani mevkiye mala kapılıp kalmış olma “Sadr – Ulu ve baş köşeye geçen vezir” derler.
  • صدر خوانندش که در صف نعال ** جان او پستست یعنی جاه و مال
  • Padişah bir zâhidi seçince bu haber, kadınların kulağına vardı!
  • شاه چون با زاهدی خویشی گزید ** این خبر در گوش خاتونان رسید
  • Padişahın,oğlu için bir yoksul zâhidin kızını seçip almasına harem ehlinin itirazı ve onların bu akrabalıktan utanmaları
  • اختیار کردن پادشاه دختر درویش زاهدی را از جهت پسر و اعتراض کردن اهل حرم و ننگ داشتن ایشان از پیوندی درویش
  • Şehzadenin anası, aklının noksan oluşundan itiraz ederek dedi ki: Evlenmede gerek akıl, gerek nakil, eşit olmayı şart koşmuştur.
  • مادر شه‌زاده گفت از نقص عقل ** شرط کفویت بود در عقل نقل
  • Halbuki sen nekesliğinden, cimriliğinden kurnazlık ederek oğlumuzu bir yoksulla akraba yapıyorsun? 3130
  • تو ز شح و بخل خواهی وز دها ** تا ببندی پور ما را بر گدا
  • Padişah dedi ki: Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır... çünkü onun kalbi ganidir ve bu da Tanrı vergisidir.
  • گفت صالح را گدا گفتن خطاست ** کو غنی القلب از داد خداست
  • Böyle adam, takvasında kanaat bucağına kaçar, yoksul gibi nekesliğinden, tembelliğinden değil!
  • در قناعت می‌گریزد از تقی ** نه از لیمی و کسل هم‌چون گدا
  • Kanaattan meydana gelen darlık, takvadandır... bu, aşağılık kişilerin yokluğundan, darlığından apayrı bir şeydir.
  • قلتی کان از قناعت وز تقاست ** آن ز فقر و قلت دونان جداست