English    Türkçe    فارسی   

6
1802-1826

  • Bu o güçlükten bir armağandır. Kışın da yazın armağanları şu meyvelerdir.
  • هست آن یخ زان صعوبت یادگار  ** یادگار صیف در دی این ثمار 
  • Ey yiğit bunun gibi senin her cüzün de bedeninde Allahnın bir nimetini söylemededir.
  • هم‌چنان هر جزو جزوت ای فتی  ** در تنت افسانه گوی نعمتی 
  • Şu kadın gibi yirmi oğlu vardı da her oğlu, bir güzel halini anlatmadadır.
  • چون زنی که بیست فرزندش بود  ** هر یکی حاکی حال خوش بود 
  • Sarhoşluk ve oynaşma olmadıkça gebe kalınmaz. Bahar olmayınca bahçelerde bir şey doğar mı? 1805
  • حمل نبود بی ز مستی و ز لاغ  ** بی بهاری کی شود زاینده باغ 
  • Gebelerle kucaklarındaki çocuklar, baharın o kadınların aşkına delâlet eder.
  • حاملان و بچگانشان بر کنار  ** شد دلیل عشق‌بازی با بهار 
  • Her ağaç, çocuklarını emzirmededir. Hepsi, Meryem gibi gizli bir padişahtan gebe kalmıştır.
  • هر درختی در رضاع کودکان  ** هم‌چو مریم حامل از شاهی نهان 
  • Ateş suyla gizlenir ama üstünde yüz binlerce köpük coşar.
  • گرچه صد در آب آتشی پوشیده شد  ** صد هزاران کف برو جوشیده شد 
  • Ateş pek gizlidir, fakat köpük, on parmağı ile ateşin varlığına delâlet etmekdedir.
  • گرچه آتش سخت پنهان می‌تند  ** کف بده انگشت اشارت می‌کند 
  • Vuslat sarhoşlarının cüzleri de, bunun gibi hal ve söz timsallerinden gebe kalır. 1810
  • هم‌چنین اجزای مستان وصال  ** حامل از تمثالهای حال و قال 
  • Hal güzelliğine karşı ağızları açık kalmıştır onların. Gözleri, cihan nakşına örtülmüştür.
  • در جمال حال وا مانده دهان  ** چشم غایب گشته از نقش جهان 
  • O doğanlar bu dört unsurdan doğmazlar. Onun için de bu gözlere görünmezler.
  • آن موالید از زه این چار نیست  ** لاجرم منظور این ابصار نیست 
  • Onlar, tecelliden doğmuşlardır. Bu yüzden renksiz perdeyle örtülüdürler.
  • آن موالید از تجلی زاده‌اند  ** لاجرم مستور پرده‌ی ساده‌اند 
  • Doğmuşlar dedim ya, hakikatte doğmamışlar da. Bu söz, ancak anlatmak için söylenmiş bir sözdür.
  • زاده گفتیم و حقیقت زاد نیست  ** وین عبارت جز پی ارشاد نیست 
  • Sus da “Kul-söyle” padişahı söylesin. Bu çeşit güllere karşı bülbüllük satmaya kalkışma. 1815
  • هین خمش کن تا بگوید شاه قل  ** بلبلی مفروش با این جنس گل 
  • Bu gül, coşmuş köpürmüş, söylenip duran bir güldür. Ey bülbül, bana karşı sözü kes de kulak kesil!
  • این گل گویاست پر جوش و خروش  ** بلبلا ترک زبان کن باش گوش 
  • Her ikisi de, yani hal de, söz de, tertemiz iki güzele benzer. Vuslat sırrına iki âdil şahittir bunlar.
  • هر دو گون تمثال پاکیزه‌مثال  ** شاهد عدل‌اند بر سر وصال 
  • Bu iki seçilmiş lâtif güzellik de gebeliklere ve geçmiş zamandaki haşirlere şahadet ederler.
  • هر دو گون حسن لطیف مرتضی  ** شاهد احبال و حشر ما مضی 
  • Yeniden yeniye gelen temmuz ayında buzun, her an kış hikâyelerini söylemesi gibi.
  • هم‌چو یخ کاندر تموز مستجد  ** هر دم افسانه‌ی زمستان می‌کند 
  • Hani buz da, soğuk rüzgârları, zemheriyi, yaz günlerinde o güç zamanları söyler ya. 1820
  • ذکر آن اریاح سرد و زمهریر  ** اندر آن ازمان و ایام عسیر 
  • Kışın meyve ve Allah lûtfunun hikâyelerini anlatır.
  • هم‌چو آن میوه که در وقت شتا  ** می‌کند افسانه‌ی لطف خدا 
  • Güneşin gülümsediği zamanları, çimen gelinlerine dokunup eksiltmesini söyler.
  • قصه‌ی دور تبسمهای شمس  ** وآن عروسان چمن را لمس و طمس 
  • İşte onun gibi senden de hal gitti, cüzün o halin armağanı olarak kaldı. Ya ona sor, yahut da hatırla.
  • حال رفت و ماند جزوت یادگار  ** یا ازو واپرس یا خود یاد آر 
  • Gama giriftar oldun mu çeviksen derhal sıçrar, o ümitsizlik deminden kurtulursun.
  • چون فرو گیرد غمت گر چستیی  ** زان دم نومید کن وا جستیی 
  • Ona, ey hali, nimetleri o yüceliği inkâr eden gam, dersin... 1825
  • گفتییش ای غصه‌ی منکر به حال  ** راتبه‌ی انعامها را زان کمال 
  • Her dem baharda, neşede değilsin de gül yığınına benzeyen bedenin, neyin ambarı ya?
  • گر بهر دم نت بهار و خرمیست  ** هم‌چو چاش گل تنت انبار چیست