- Bu bedenin direği lokmadır. Açlık kılıcına karşı ekmek, bir zırhtır. 2170
- لقمهای را که ستون این تنست ** دفع تیغ جوع نان چون جوشنست
- Öyle olduğu halde Tanrı, senin ekmeğine bir kahır mayası kodu mu o ekmek boğaz illeti gibi kursağında durur, boğazını sıkar, seni öldürür.
- چونک حق قهری نهد در نان تو ** چون خناق آن نان بگیرد در گلو
- Seni soğuktan koruyan şu elbiseye Tanrı, zemheri mizacını verir.
- این لباسی که ز سرما شد مجیر ** حق دهد او را مزاج زمهریر
- Bu güzelim cüppe buz gibi soğuk olur, kar gibi ziyan verir.
- تا شود بر تنت این جبهی شگرف ** سرد همچون یخ گزنده همچو برف
- Kürkten de kaçarsın, ipekli elbisenden de. Ondan kaçar zemheriye sığınırsın.
- تا گریزی از وشق هم از حریر ** زو پناه آری به سوی زمهریر
- Sen iki dağ tepesi değilsin,bir dağ tepesisin, yalın kat bir adamsın sen. Zelle azabından gaafilsin. 2175
- تو دو قله نیستی یک قلهای ** غافل از قصهی عذاب ظلهای
- Şehire, köye Tanrı emri geldi: Eve, duvara, onlara gölge verme,
- امر حق آمد به شهرستان و ده ** خانه و دیوار را سایه مده
- Yağmura, güneşe mâni olma dendi. Bu suretle o ümmet peygamberlerinin yanına koştular.
- مانع باران مباش و آفتاب ** تا بدان مرسل شدند امت شتاب
- Ey ulu kişi dediler, çoğumuz öldük. Artık arkasını tefsirden oku.
- که بمردیم اغلب ای مهتر امان ** باقیش از دفتر تفسیر خوان
- O eli sopalı er, sopayı yılan yaptı. Aklın varsa bu nükte sana yeter.
- چون عصا را مار کرد آن چستدست ** گر ترا عقلیست آن نکته بس است
- Gözün var ama anlayışın yok. Âdeta donmuş bir kaynak, bir et parçası. 2180
- تو نظر داری ولیک امعانش نیست ** چشمهی افسرده است و کرده ایست
- Bunun içindir ki düşünceleri meydana getiren, bezeyen Tanrı, ey kul, anlayışlı bir surette bak demektedir.
- زین همی گوید نگارندهی فکر ** که بکن ای بنده امعان نظر
- Soğuk demiri döv demiyor, bunu istemiyor, fakat ey demir, hiç olmazsa Davut’un yanında dön dolaş!
- آن نمیخواهد که آهن کوب سرد ** لیک ای پولاد بر داود گرد
- Bedenin ölmüş, İsrafil’in yanına koş. Gönlün donmuş, yürüyüp giden güneşe git.
- تن بمردت سوی اسرافیل ران ** دل فسردت رو به خورشید روان
- Hayallerden öyle libaslara büründün ki neredeyse kötü zanlı Sofestailere karışacaksın.
- در خیال از بس که گشتی مکتسی ** نک بسوفسطایی بدظن رسی
- Sofestai’de zaten akıl yoktu. Bu yüzden duygudan da oldu, varlıktan da mahrum kaldı. 2185
- او خود از لب خرد معزول بود ** شد ز حس محروم و معزول از وجود
- Kendine gel, şimdi söz çiğnemek devri. Söylersen halka rezil rüsva olursun.
- هین سخنخا نوبت لبخایی است ** گر بگویی خلق را رسوایی است
- İm’an ne demektir? Kaynaktan su akıtmak. Bedenden can gitti mi o cana “giden revan” derler.
- چیست امعان چشمه را کردن روان ** چون ز تن جان رست گویندش روان
- Canı beden bağından çözüp kurtararak çayırlığa, çimenliğe salıveren hakîm.
- آن حکیمی را که جان از بند تن ** باز رست و شد روان اندر چمن
- Hayatla ruhu ayırt etmek için ona bu iki lâkabı taktı. Bunu fark edenin canına aferin!
- دو لقب را او برین هر دو نهاد ** بهر فرق ای آفرین بر جانش باد
- Bu suretle de Tanrı fermanına uyan, dilerse gülü diken, dikeni gül yapan kişideki ruhu anlattı. 2190
- در بیان آنک بر فرمان رود ** گر گلی را خار خواهد آن شود
- Azap yeli estiği zaman Hûd Aleyhisselâm’ın inanmış Ümmetini kurtarması ve mucize göstermesi
- معجزهی هود علیه السلام در تخلص مومنان امت به وقت نزول باد
- İnananlar, o zararlı yelin elinden kaçmışlar, hepsi bir daire içine sığınmışlardı.
- مومنان از دست باد ضایره ** جمله بنشستند اندر دایره
- Yel, âdeta tûfandı, onun lütfu da gemi. Onun bu çeşit nice gemileri var, nice tûfanları.
- یاد طوفان بود و کشتی لطف هو ** بس چنین کشتی و طوفان دارد او
- Tanrı, bir padişahı gemi yapar. Hırsı ile kendisini saflara vurur.
- پادشاهی را خدا کشتی کند ** تا به حرص خویش بر صفها زند
- Maksadı halkın emin olması değildir, ülke zapt etmektir.
- قصد شه آن نه که خلق آمن شوند ** قصدش آنک ملک گردد پایبند