English    Türkçe    فارسی   

6
2179-2203

  • O eli sopalı er, sopayı yılan yaptı. Aklın varsa bu nükte sana yeter.
  • چون عصا را مار کرد آن چست‌دست  ** گر ترا عقلیست آن نکته بس است 
  • Gözün var ama anlayışın yok. Âdeta donmuş bir kaynak, bir et parçası. 2180
  • تو نظر داری ولیک امعانش نیست  ** چشمه‌ی افسرده است و کرده ایست 
  • Bunun içindir ki düşünceleri meydana getiren, bezeyen Tanrı, ey kul, anlayışlı bir surette bak demektedir.
  • زین همی گوید نگارنده‌ی فکر  ** که بکن ای بنده امعان نظر 
  • Soğuk demiri döv demiyor, bunu istemiyor, fakat ey demir, hiç olmazsa Davut’un yanında dön dolaş!
  • آن نمی‌خواهد که آهن کوب سرد  ** لیک ای پولاد بر داود گرد 
  • Bedenin ölmüş, İsrafil’in yanına koş. Gönlün donmuş, yürüyüp giden güneşe git.
  • تن بمردت سوی اسرافیل ران  ** دل فسردت رو به خورشید روان 
  • Hayallerden öyle libaslara büründün ki neredeyse kötü zanlı Sofestailere karışacaksın.
  • در خیال از بس که گشتی مکتسی  ** نک بسوفسطایی بدظن رسی 
  • Sofestai’de zaten akıl yoktu. Bu yüzden duygudan da oldu, varlıktan da mahrum kaldı. 2185
  • او خود از لب خرد معزول بود  ** شد ز حس محروم و معزول از وجود 
  • Kendine gel, şimdi söz çiğnemek devri. Söylersen halka rezil rüsva olursun.
  • هین سخن‌خا نوبت لب‌خایی است  ** گر بگویی خلق را رسوایی است 
  • İm’an ne demektir? Kaynaktan su akıtmak. Bedenden can gitti mi o cana “giden revan” derler.
  • چیست امعان چشمه را کردن روان  ** چون ز تن جان رست گویندش روان 
  • Canı beden bağından çözüp kurtararak çayırlığa, çimenliğe salıveren hakîm.
  • آن حکیمی را که جان از بند تن  ** باز رست و شد روان اندر چمن 
  • Hayatla ruhu ayırt etmek için ona bu iki lâkabı taktı. Bunu fark edenin canına aferin!
  • دو لقب را او برین هر دو نهاد  ** بهر فرق ای آفرین بر جانش باد 
  • Bu suretle de Tanrı fermanına uyan, dilerse gülü diken, dikeni gül yapan kişideki ruhu anlattı. 2190
  • در بیان آنک بر فرمان رود  ** گر گلی را خار خواهد آن شود 
  • Azap yeli estiği zaman Hûd Aleyhisselâm’ın inanmış Ümmetini kurtarması ve mucize göstermesi
  • معجزه‌ی هود علیه‌ السلام در تخلص مومنان امت به وقت نزول باد 
  • İnananlar, o zararlı yelin elinden kaçmışlar, hepsi bir daire içine sığınmışlardı.
  • مومنان از دست باد ضایره  ** جمله بنشستند اندر دایره 
  • Yel, âdeta tûfandı, onun lütfu da gemi. Onun bu çeşit nice gemileri var, nice tûfanları.
  • یاد طوفان بود و کشتی لطف هو  ** بس چنین کشتی و طوفان دارد او 
  • Tanrı, bir padişahı gemi yapar. Hırsı ile kendisini saflara vurur.
  • پادشاهی را خدا کشتی کند  ** تا به حرص خویش بر صفها زند 
  • Maksadı halkın emin olması değildir, ülke zapt etmektir.
  • قصد شه آن نه که خلق آمن شوند  ** قصدش آنک ملک گردد پای‌بند 
  • Değirmen beygiri koşar, döner durur. Maksadı da dayak yemeden kurtulmaktadır. 2195
  • آن خراسی می‌دود قصدش خلاص  ** تا بیابد او ز زخم آن دم مناص 
  • Su çekmekten, yahut susamdan şırlagan yağı çıkarmaktan haberi bile yoktur.
  • قصد او آن نه که آبی بر کشد  ** یاکه کنجد را بدان روغن کند 
  • Öküz, arabayı çekmek eşyayı götürmek için değil, dayak korkusundan yürür, yeler.
  • گاو بشتابد ز بیم زخم سخت  ** نه برای بردن گردون و رخت 
  • Fakat Tanrı, ona öyle bir acı korkusu vermiştir de o yüzden işler de görülür gider.
  • لیک دادش حق چنین خوف وجع  ** تا مصالح حاصل آید در تبع 
  • Her kazanç sahibi de bunun gibi âlemi ıslâh için değil, kendisi için çalışır.
  • هم‌چنان هر کاسبی اندر دکان  ** بهر خود کوشد نه اصلاح جهان 
  • Her biri derdine bir melhem arar. Derken bir âlem de bu yüzden düzene girer. 2200
  • هر یکی بر درد جوید مرهمی  ** در تبع قایم شده زین عالمی 
  • Tanrı korkuyu bu âleme direk yapmıştır. Herkes, can korkusu ile bir işe sarılmıştır.
  • حق ستون این جهان از ترس ساخت  ** هر یکی از ترس جان در کار باخت 
  • Tanrı’ya hamd olsun ki böyle bir korkuyu mimar etmiş, onunla yer yüzünü düzene koymuştur.
  • حمد ایزد را که ترسی را چنین  ** کرد او معمار و اصلاح زمین 
  • Bunların hepside iyiden, kötüden korkarlar. Fakat hiçbir kimse yoktur ki kendi kendisinden korksun.
  • این همه ترسنده‌اند از نیک و بد  ** هیچ ترسنده نترسد خود ز خود