- Muarrif, dedi ki: Bu da o babanın oğlu. Bu, onun küçük kardeşi.
- پس معرف گفت پور آن پدر ** این برادر زان برادر خردتر
- Padişah, sen bize ondan armağansın dedi. Bu soruşla onu da avladı.
- شه نوازیدش که هستی یادگار ** کرد او را هم بدان پرسش شکار
- O yanıp kebap olan şehzadenin bedeninde, padişahın iltifatı üzerine evvelki candan başka bir can belirdi.
- از نواز شاه آن زار حنیذ ** در تن خود غیر جان جانی بدیذ
- Gönlünde öyle yüce bir feyiz gördü ki sofi, onu yüzlerce çileye bile elde edemez.
- در دل خود دید عالی غلغله ** که نیابد صوفی آن در صد چله
- Ören, duvar, dağdaki madenler.... Her şey, onun önünde nar gibi yanlıyordu. 4640
- عرصه و دیوار و کوه سنگبافت ** پیش او چون نار خندان میشکافت
- Her şey, anbean ona karşı zerre zerre yarılmada, kubbeler gibi yarılıp ona yüzlerce kapı açılmadaydı.
- ذره ذره پیش او همچون قباب ** دم به دم میکرد صدگون فتح باب
- Kapı, gah pencere haline gelmede, gah nur halini almadaydı. Toprak, gah buğday oluyordu, gâh kile.
- باب گه روزن شدی گاه شعاع ** خاک گه گندم شدی و گاه صاع
- Gözlere pek köhne, pek kuru bir halde görünen gök; onun gözü önünde her an yeni bir surette yarılmadaydı.
- در نظرها چرخ بس کهنه و قدید ** پیش چشمش هر دمی خلق جدید
- Güzelim ruh, kalıptan kurtulunca insana takdir, böyle bir göz verir elbet.
- روح زیبا چونک وا رست از جسد ** از قضا بی شک چنین چشمش رسد
- Gayb âlemine ait yüz binlerce şey, gözünün önünde aşikâr oldu. Mahremlerin gözü neleri görüyorsa onun gözü de gördü. 4645
- صد هزاران غیب پیشش شد پدید ** آنچ چشم محرمان بیند بدید
- Kitaplarda okumuş olduğu şeyler, suretlere bürünüp gözüne görünmeye başladı.
- آنچ او اندر کتب بر خوانده بود ** چشم را در صورت آن بر گشود
- O er, padişahın atının tozundan gözüne kadri yüce bir sürme çekmişti.
- از غبار مرکب آن شاه نر ** یافت او کحل عزیزی در بصر
- Böyle bir gül bahçesinde eteğini sürmede, her cüzü, daha yok mu diye naralar atmadaydı.
- برچنین گلزار دامن میکشید ** جزو جزوش نعره زن هل من مزید
- Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe bir an içindir. Fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi, daimî olarak yeşildir, güzeldir, hoştur.
- گلشنی کز بقل روید یک دمست ** گلشنی کز عقل روید خرمست
- Topraktan biten güller, mahvolur gider. Gönülde biten güller daimîdir ve ne hoştur! 4650
- گلشنی کز گل دمد گردد تباه ** گلشنی کز دل دمد وافر حتاه
- Bizim öğrendiğimiz o tatlı bilgiler, bil ki o gül bahçesinden bir, iki, üç demetten ibarettir.
- علمهای با مزهی دانستهمان ** زان گلستان یک دو سه گلدسته دان
- Gül bahçesinin kapısını kendimize kapatmışızdır da onun için bu iki üç demete zebun olmuşuzdur.
- زان زبون این دو سه گل دستهایم ** که در گلزار بر خود بستهایم
- Yazıklar olsun, öyle bir bahçenin anahtarları, ekmek yüzünden elimizden düşüp gidiyor.
- آنچنان مفتاحها هر دم بنان ** میفتد ای جان دریغا از بنان
- Bir an olsa da seni ekmek derdinden kurtarsalar, o vakit de çarşafların etrafında dönüp dolaşmaya başlar, kadın sevdasına düşersin.
- ور دمی هم فارغ آرندت ز نان ** گرد چادر گردی و عشق زنان
- Derken birden iştahın açılır, dilek denizin dalgalanmaya başlar. O vakit de ekmekle ve kadınla dolu bir şehir gerek sana. 4655
- باز استسقات چون شد موجزن ** ملک شهری بایدت پر نان و زن
- Yılandın, galiba ejderha oldun. Bir başın vardı, şimdi yedi başın var!
- مار بودی اژدها گشتی مگر ** یک سرت بود این زمانی هفتسر
- Yedi başlı ejderha cehennemdir. Hırsın tanedir, cehennemse tuzak.
- اژدهای هفتسر دوزخ بود ** حرص تو دانهست و دوزخ فخ بود
- Tuzağı yırt, taneyi yak. Bu evin kapılarını aç.
- دام را بدران بسوزان دانه را ** باز کن درهای نو این خانه را
- Mademki ey erkek, yoksun, âşık değilsin; dağ gibi habersizce ses verip durursun.
- چون تو عاشق نیستی ای نرگدا ** همچو کوهی بیخبر داری صدا
- Dal, kendiliğinden ses verir mi hiç? Ey inanılır adam, o ses, başkasının sesinin aksidir. 4660
- کوه را گفتار کی باشد ز خود ** عکس غیرست آن صدا ای معتمد