English    Türkçe    فارسی   

1
1479-1528

  • Gönül, Tanrı sırları dağarcığını açarsa can, arşa doğru süratle koşar gider.
  • گر گشاید دل سر انبان راز ** جان به سوی عرش سازد ترک تاز
  • Âdem Aleyhisselâm’ın “ Rabbenâ zalemnâ “ diye hatayı kendisine isnadetmesi, İblîs’in “Bimâ agveyteni “ diyerek suçu Tanrı’ya yüklemesi
  • اضافت کردن آدم آن زلت را به خویشتن که ربنا ظلمناو اضافت کردن ابلیس گناه خود را به خدا که بما أغويتنی
  • Hakk’ın yaptıklarını da gör, bizim yaptıklarımızı da. Her ikisini de gör ve bizim yaptığımız işler olduğunu bil, zaten bu meydanda. 1480
  • کرد حق و کرد ما هر دو ببین ** کرد ما را هست دان پیداست این‌‌
  • Ortada halkın yaptığı işler yoksa, her şeyi Hak yapıyorsa, şu halde kimseye “bunu niye böyle yaptın” deme!
  • گر نباشد فعل خلق اندر میان ** پس مگو کس را چرا کردی چنان‌‌
  • Tanrı’nın yaratması, bizim yaptığımız işleri meydana getirmektedir. Bizim işlerimiz, Tanrı işinin eserleridir.
  • خلق حق افعال ما را موجد است ** فعل ما آثار خلق ایزد است‌‌
  • Söz söyleyen kimse, ya harfleri görür yahut manayı. Bir anda her ikisini birden nasıl görebilir?
  • ناطقی یا حرف بیند یا غرض ** کی شود یک دم محیط دو عرض‌‌
  • İnsan, konuşurken manayı düşünür, onu kastederse harflerden gafildir. Hiçbir göz, bir anda hem önünü, hem ardını göremez.
  • گر به معنی رفت شد غافل ز حرف ** پیش و پس یک دم نبیند هیچ طرف‌‌
  • Şunu iyice bil! Önünü gördüğün zaman ardını nasıl görebilirsin? 1485
  • آن زمان که پیش بینی آن زمان ** تو پس خود کی ببینی این بدان‌‌
  • Mademki can, harfi ve manayı bir anda ihata edemez, nasıl olur da hem işi yapar, hem o iş yapma kudretini yaratır?
  • چون محیط حرف و معنی نیست جان ** چون بود جان خالق این هر دوان‌‌
  • Ey oğul! Tanrı, her şeye muhittir. Bir işi yapması, o anda diğer bir işi yapmasına mâni olamaz.
  • حق محیط جمله آمد ای پسر ** وا ندارد کارش از کار دگر
  • Şeytan, “Bima ağveytenî ” dedi; o alçak ifrit, kendi fi’lini gizledi.
  • گفت شیطان که بما أغویتنی ** کرد فعل خود نهان دیو دنی‌‌
  • Âdem ise “Zalemna enfüsena” dedi; bizim gibi Hakk’ın fiilinden gafil değildi;
  • گفت آدم که ظلمنا نفسنا ** او ز فعل حق نبد غافل چو ما
  • Günah ettiği halde edebe riayet ederek Tanrı’ya isnat etmedi. Tanrı’nın halk ettiğini gizledi. O suçu kendine atfettiğinden ihsana nail oldu. 1490
  • در گنه او از ادب پنهانش کرد ** ز آن گنه بر خود زدن او بر بخورد
  • Âdem, tövbe ettikten sonra Tanrı, “Ey Âdem! O suçu, o mihnetleri, sen de ben yaratmadım mı?”
  • بعد توبه گفتش ای آدم نه من ** آفریدم در تو آن جرم و محن‌‌
  • O benim takdirim, benim kazam değil miydi; özür getirirken niye onu gizledin?” dedi.
  • نه که تقدیر و قضای من بد آن ** چون به وقت عذر کردی آن نهان‌‌
  • Âdem “Korktum, edebi terk etmedim” deyince Tanrı, “İşte ben de onun için seni kayırdım” dedi.
  • گفت ترسیدم ادب نگذاشتم ** گفت هم من پاس آنت داشتم‌‌
  • Hürmet eden, hürmet görür. Şeker getiren badem şekerlemesi yer.
  • هر که آرد حرمت او حرمت برد ** هر که آرد قند لوزینه خورد
  • Temiz şeyler, temizler içindir; sevgiliyi hoş tut hoşluk gör; incit, incin! 1495
  • طیبات از بهر که للطیبین ** یار را خوش کن برنجان و ببین‌‌
  • Ey gönül! Cebirle ihtiyarı birbirinden ayırt etmek için bir misal getir ki ikisini de anlayasın:
  • یک مثال ای دل پی فرقی بیار ** تا بدانی جبر را از اختیار
  • Titreme illetinden dolayı titreyen bir el, bir de senin titrettiğin el...
  • دست کان لرزان بود از ارتعاش ** و آن که دستی را تو لرزانی ز جاش‌‌
  • Her iki hareketi de bil ki Tanrı yaratmıştır; fakat bu hareketi onunla mukayeseye imkân yoktur.
  • هر دو جنبش آفریده‌‌ی حق شناس ** لیک نتوان کرد این با آن قیاس‌‌
  • İhtiyarınla el oynatmadan pişman olabilirsin; fakat titreme illetine müptelâ bir adamın pişman olduğunu ne vakit gördün?
  • ز آن پشیمانی که لرزانیدی‌‌اش ** مرتعش را کی پشیمان دیدی‌‌اش‌‌
  • Anlayışı kıt biriside şu cebir ve ihtiyar meselesine yol bulsun, bu işi anlasın diye söylediğimiz bu söz, aklî bir söz, aklî bir bahistir. Fakat zaten bu hilekâr akıl, akıl değildir ki. 1500
  • بحث عقل است این چه عقل آن حیله‌‌گر ** تا ضعیفی ره برد آن جا مگر
  • Aklî bahis, inci ve mercan bile olsa can bahsi, başka bir bahistir.
  • بحث عقلی گر در و مرجان بود ** آن دگر باشد که بحث جان بود
  • Can bahsi başka bir makamdır, can şarabının başka bir kıvamı vardır.
  • بحث جان اندر مقامی دیگر است ** باده‌‌ی جان را قوامی دیگر است‌‌
  • Akıl bahisleri hüküm sürdüğü sırada Ömer’le Ebülhakem sırdaştı.
  • آن زمان که بحث عقلی ساز بود ** این عمر با بو الحکم هم راز بود
  • Fakat Ömer, akıl âleminden can âlemine gelince can bahsinde Ebülhakem, Ebucehil oldu.
  • چون عمر از عقل آمد سوی جان ** بو الحکم بو جهل شد در حکم آن‌‌
  • Ebucehil, cana nispetle esasen cahil olmakla beraber his ve akıl bakımından kâmildi. 1505
  • سوی حس و سوی عقل او کامل است ** گر چه خود نسبت به جان او جاهل است‌‌
  • Akıl ve bahsi, bil ki eser, yahut sebeptir (Onunla müessir ve müsebbip anlaşılır). Can bahsi ise büsbütün şaşılacak bir şeydir.
  • بحث عقل و حس اثر دان یا سبب ** بحث جانی یا عجب یا بو العجب‌‌
  • Ey nur isteyen! Can ziyası parladı; lâzım, mülzem, nâfî, muktazî kalmadı. Bir gören kişinin.
  • ضوء جان آمد نماند ای مستضی ** لازم و ملزوم و نافی مقتضی‌‌
  • Nuru doğmuş parlamaktayken sopa gibi bir delilden vazgeçeceği meydandadır.
  • ز آن که بینایی که نورش بازغ است ** از دلیل چون عصا بس فارغ است‌‌
  • “ Ve Hüve maaküm eynemâ küntüm “ âyetinin tefsiri
  • تفسیر و هو معکم أين ما کنتم
  • Yine hikâyeye geldik; zaten ne zaman hikâyeden ayrıldık ki?
  • بار دیگر ما به قصه آمدیم ** ما از آن قصه برون خود کی شدیم‌‌
  • Cehil bahsine gelirsek o Tanrı’nın zindanıdır; ilim bahsine gelirsek onun bağı ve sayvanı. 1510
  • گر به جهل آییم آن زندان اوست ** ور به علم آییم آن ایوان اوست‌‌
  • Uyursak onun sarhoşlarıyız; uyanık olursak onun hikâyesinden bahsetmekteyiz.
  • ور به خواب آییم مستان وی‌‌ایم ** ور به بیداری به دستان وی‌‌ایم‌‌
  • Ağlarsak rızıklarla dolu bulutuyuz; gülersek şimşek!
  • ور بگرییم ابر پر زرق وی‌‌ایم ** ور بخندیم آن زمان برق وی‌‌ایم‌‌
  • Kızar, savaşırsak bu, kahrının aksidir, barışır, özür serdedersek muhabbetinin aksidir.
  • ور به خشم و جنگ عکس قهر اوست ** ور به صلح و عذر عکس مهر اوست‌‌
  • Bu dolaşık ve karmakarışık âlemde biz kimiz? Elif gibiyiz. Elifinse esasen, hiç ama hiçbir şeyi yoktur!
  • ما که‌‌ایم اندر جهان پیچ پیچ ** چون الف او خود چه دارد هیچ هیچ‌‌
  • Elçinin Ömer’den - Tanrı ondan razı olsun - , ruhların bu balçığa müptelâ olmalarının sebebini sorması
  • سؤال کردن رسول روم از عمر از سبب ابتلای ارواح با این آب و گل اجساد
  • Ömer’e “O duru suyun bulanık yerde hapsedilmesinin hikmeti ne, bunda ne sır var? 1515
  • گفت یا عمر چه حکمت بود و سر ** حبس آن صافی در این جای کدر
  • Duru su, toprakta gizlenmiş; saf can cisimlerde mukayyet olmuş, sebebi nedir?” dedi.
  • آب صافی در گلی پنهان شده ** جان صافی بسته‌‌ی ابدان شده‌‌
  • Ömer dedi ki: “Sen derin bir bahse dalıyorsun. Meselâ manayı harflerle takyit eder(bir söz söylersin).
  • گفت تو بحثی شگرفی می‌‌کنی ** معنیی را بند حرفی می‌‌کنی‌‌
  • Serbest olan manayı hapsettin, nefesi bir kelime ile takyit eyledin.
  • حبس کردی معنی آزاد را ** بند حرفی کرده ای تو یاد را
  • Sen faydadan mahcup iken; ruhun bedene gelmesindeki faydayı bilmezken; bunu, bir fayda elde etmek için yaparsın da.
  • از برای فایده این کرده‌‌ای ** تو که خود از فایده در پرده‌‌ای‌‌
  • Fayda, kendisinde zuhur eden Tanrı, bizim gördüğümüzü nasıl görmez? 1520
  • آن که از وی فایده زاییده شد ** چون نبیند آن چه ما را دیده شد
  • Mananın kelimelerle söylenmesinde yüz binlerce fayda var. Bu faydaların her biri, canın cesede girmesindeki faydaya nispetle pek değersiz.
  • صد هزاران فایده ست و هر یکی ** صد هزاران پیش آن یک اندکی‌‌
  • Cüzilerin cüz’ü olan senin bu nefesin, bu söz söylemen, küllî bir fayda temin ederse ruhun bedene girmesiyle meydana gelen küll, neden faydasız olsun?
  • آن دم نطقت که جزو جزوهاست ** فایده شد کل کل خالی چراست‌‌
  • Sen bir cüz iken fayda görüyorsun. O halde neden kınama elini külle uzatıyor, onu neden kınıyorsun?
  • تو که جزوی کار تو با فایده ست ** پس چرا در طعن کل آری تو دست‌‌
  • Sözün faydası yoksa söyleme, varsa itirazı bırakıp şükretmeye çalış!
  • گفت را گر فایده نبود مگو ** ور بود هل اعتراض و شکر جو
  • Tanrı’ya şükretmek herkesin boynunun borcudur. Kavga etmek, suratını ekşitmek, şükür değildir. 1525
  • شکر یزدان طوق هر گردن بود ** نه جدال و رو ترش کردن بود
  • Şükretmek surat ekşitmeden ibaretse sirke gibi şükreden hiç kimse yok!
  • گر ترش رو بودن آمد شکر و بس ** پس چو سرکه شکر گویی نیست کس‌‌
  • Sirke, ciğere gitmek için yol arıyorsa ona “şekerle karış da sirkengübin ol” de!
  • سرکه را گر راه باید در جگر ** گو بشو سرکنگبین او از شکر
  • Manayı şiire sıkıştırmaya çalışmak, hapsolmakla müsavi, ondan gayrı bir şey değil. Şiirde mana, sapan gibi… istenen yere gitmesine imkan yok.
  • معنی اندر شعر جز با خبط نیست ** چون قلاسنگ است اندر ضبط نیست‌‌
  • “ Tanrı ile oturmak dileyen tasavvuf ehliyle otursun “ sözünün manası
  • در معنی آن که من أراد أن یجلس مع الله فلیجلس مع أهل التصوف‌‌