English    Türkçe    فارسی   

1
1528-1577

  • Manayı şiire sıkıştırmaya çalışmak, hapsolmakla müsavi, ondan gayrı bir şey değil. Şiirde mana, sapan gibi… istenen yere gitmesine imkan yok.
  • معنی اندر شعر جز با خبط نیست ** چون قلاسنگ است اندر ضبط نیست‌‌
  • “ Tanrı ile oturmak dileyen tasavvuf ehliyle otursun “ sözünün manası
  • در معنی آن که من أراد أن یجلس مع الله فلیجلس مع أهل التصوف‌‌
  • Elçi, bu bir iki kadehle kendinden geçti; hatırında ne elçilik kaldı, ne getirdiği haber!
  • آن رسول از خود بشد زین یک دو جام ** نه رسالت یاد ماندش نه پیام‌‌
  • Tanrı kudretine hayran olup kaldı; makam erişip sultan oldu. 1530
  • واله اندر قدرت الله شد ** آن رسول اینجا رسید و شاه شد
  • Sel denize kavuştu deniz oldu. Tane ekinliğe vardı, ekin oldu.
  • سیل چون آمد به دریا بحر گشت ** دانه چون آمد به مزرع گشت کشت‌‌
  • Ekmek Âdem Atanın vücuduna karıştı, ölü iken dirildi, haberdar oldu.
  • چون تعلق یافت نان با بو البشر ** نان مرده زنده گشت و با خبر
  • Mum ve odun, ateşe can verip yanınca nursuz vücutları nurlandı.
  • موم و هیزم چون فدای نار شد ** ذات ظلمانی او انوار شد
  • Sürme taşı, (dövülüp) gözlere çekilince iyi görmeye sebep oldu, gözcü kesildi.
  • سنگ سرمه چون که شد در دیده‌‌گان ** گشت بینایی شد آن جا دیدبان‌‌
  • Ne mutlu o adama kendisinden kurtulmuş, diriye ulaşmıştır! 1535
  • ای خنک آن مرد کز خود رسته شد ** در وجود زنده‌‌ای پیوسته شد
  • Yazık o diriye ki ölü ile oturmuş, ölmüş; hayatını kaybetmiştir!
  • وای آن زنده که با مرده نشست ** مرده گشت و زندگی از وی بجست‌‌
  • Tanrı Kur’an’ına kaçar, sığınırsan Peygamberlerin ruhlarına karışırsın.
  • چون تو در قرآن حق بگریختی ** با روان انبیا آمیختی‌‌
  • Kur’an; Peygamberlerin, Tanrı’nın temiz ululuk denizindeki balıkların halleridir.
  • هست قرآن حالهای انبیا ** ماهیان بحر پاک کبریا
  • Fakat okur da dediğini tutmazsan farzet ki peygamberleri, velileri görmüşsün (inanmadıktan onlara uymadıktan sonra ne fayda !).
  • ور بخوانی و نه‌‌ای قرآن پذیر ** انبیا و اولیا را دیده گیر
  • Kur’an’ın hükümlerini tutar, kıssalarından hisse alırsan can kuşuna ten kafesi dar gelir. 1540
  • ور پذیرایی چو بر خوانی قصص ** مرغ جانت تنگ آید در قفص‌‌
  • Kafeste mahpus olan kuşun kurtulmak istememesi cahilliktendir.
  • مرغ کاو اندر قفس زندانی است ** می‌‌نجوید رستن از نادانی است‌‌
  • Kafeslerden kurtulan ruhlar, Tanrı’ya lâyık ve halka rehber olan peygamberlerdir.
  • روحهایی کز قفسها رسته‌‌اند ** انبیای رهبر شایسته‌‌اند
  • Onların sesleri, kafeslerin dışından ve din makamından gelir: “Sana kurtuluş yolu ancak budur, bu!
  • از برون آوازشان آید ز دین ** که ره رستن ترا این است این‌‌
  • Biz bu daracık kafesten bununla kurtulduk. Bu kafesten kurtulmanın bundan başka çaresi yok!
  • ما به دین رستیم زین ننگین قفس ** جز که این ره نیست چاره‌‌ی این قفس‌‌
  • Kazandığın şöhretten kurtulman için inleyip duran bir hasta haline gir! 1545
  • خویش را رنجور سازی زار زار ** تا ترا بیرون کنند از اشتهار
  • Zaten halk arasında meşhur olmak, sağlam bir bağdır. Bu bağ bu yolda demir bir bağdan aşağı mıdır ki?”
  • که اشتهار خلق بند محکم است ** در ره این از بند آهن کی کم است‌‌
  • Bir tâcirin ticaret için Hindistan’a gitmesi ve mahpus dudusunun, onunla Hindistan dudularına haber yollaması
  • قصه‌‌ی بازرگان که طوطی محبوس او او را پیغام داد به طوطیان هندوستان هنگام رفتن به تجارت‌‌
  • Bir tacirin bir dudusu vardı, kafeste hapsedilmiş, güzel bir duduydu.
  • بود بازرگانی او را طوطیی ** در قفس محبوس زیبا طوطیی‌‌
  • Tacir, Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlığına başladı.
  • چون که بازرگان سفر را ساز کرد ** سوی هندستان شدن آغاز کرد
  • Kerem ve ihsan dolayısıyla, kölelerinin, cariyeciklerinin her birine “Çabuk söyle, sana Hindistan’dan ne getireyim?” dedi.
  • هر غلام و هر کنیزک را ز جود ** گفت بهر تو چه آرم گوی زود
  • Her birisi ondan bir şey diledi. O iyi adam hepsine, istediklerini getireceğini vadetti. 1550
  • هر یکی از وی مرادی خواست کرد ** جمله را وعده بداد آن نیک مرد
  • Duduya da “Sen ne armağan istersin, sana Hindistan elinden ne getireyim?” dedi.
  • گفت طوطی را چه خواهی ارمغان ** کارمت از خطه‌‌ی هندوستان‌‌
  • Dudu dedi ki: “Oradaki duduları görünce benim halimi anlat.
  • گفتش آن طوطی که آن جا طوطیان ** چون ببینی کن ز حال من بیان‌‌
  • De ki: Sizin müştakınız olan filan dudu, Tanrı’nın takdiriyle bizim mahpusumuzdur.
  • کان فلان طوطی که مشتاق شماست ** از قضای آسمان در حبس ماست‌‌
  • Size selâm söyledi, yardım istedi; sizden bir çare, bir kurtuluş yolu diledi.
  • بر شما کرد او سلام و داد خواست ** وز شما چاره و ره ارشاد خواست‌‌
  • Dedi ki: Reva mıdır ben iştiyakınızla gurbet elde can vereyim. 1555
  • گفت می‌‌شاید که من در اشتیاق ** جان دهم اینجا بمیرم در فراق‌‌
  • Sıkı bir hapis içinde olayım da siz gâh yeşilliklerde, gâh ağaçlarda zevk ve sefa edesiniz.
  • این روا باشد که من در بند سخت ** گه شما بر سبزه گاهی بر درخت‌‌
  • Dostların vefası böyle mi olur? Ben şu hapis içindeyim, siz gül bahçelerinde.
  • این چنین باشد وفای دوستان ** من در این حبس و شما در بوستان‌‌
  • Ey Ulular! Bir seher çağı şarap meclisinde bu inleyen garibi de hatırlayın!
  • یاد آرید ای مهان زین مرغ زار ** یک صبوحی در میان مرغزار
  • Dostların sevgiliyi anması, sevgiliye ne mutludur. Hele anan ve anılanın biri Leylâ, öbürü Mecnun olursa.
  • یاد یاران یار را میمون بود ** خاصه کان لیلی و این مجنون بود
  • Ey güzel endamlı sevgilinin mahremleri! Kendi kanımla doldurduğum peymaneleri içmem reva mı? 1560
  • ای حریفان بت موزون خود ** من قدحها می‌‌خورم پر خون خود
  • Sevgili! Bana da bir nasip vermek istersen beni anarak bir kadeh iç!
  • یک قدح می نوش کن بر یاد من ** گر همی‌‌خواهی که بدهی داد من‌‌
  • İçerken bu yerlere serilmiş düşkün âşığı yâd ederek toprağa bir yudum şarap dök!
  • یا به یاد این فتاده‌‌ی خاک بیز ** چون که خوردی جرعه ای بر خاک ریز
  • Şaşılacak şey! Nerde o ahit, nerde o yemin? O şeker gibi dudağın verdiği vaadler hani?
  • ای عجب آن عهد و آن سوگند کو ** وعده‌‌های آن لب چون قند کو
  • Bu kulun ayrı düşmesi, fena kulluktansa... Kötüye kötülükle mukabele edersen aramızda ne fark kalır?
  • گر فراق بنده  از بد بندهگی است ** چون تو با بدبندگی پس فرق چیس
  • Fakat hiddetle, şiddetle senden gelen kötülük, sema’dan, çengin nağmelerinden daha zevkli, daha neşeli. 1565
  • ای بدی که تو کنی در خشم و جنگ ** با طرب تر از سماع و بانگ چنگ‌‌
  • Ey cefası devletten daha güzel, intikamı candan daha sevimli dilber!
  • ای جفای تو ز دولت خوبتر ** و انتقام تو ز جان محبوبتر
  • Ateşin bu acaba nurun nasıl? Matem, bu olunca düğünün nice?
  • نار تو این است نورت چون بود ** ماتم این تا خود که سورت چون بود
  • Cevrinde öyle tatlılıklar var ki, malik olduğun letafet yüzünden kimse seni hakkıyla anlayamaz.
  • از حلاوتها که دارد جور تو ** وز لطافت کس نیابد غور تو
  • Hem inlerim, hem de sevgili inanır da kereminden o cevri azaltır diye korkarım.
  • نالم و ترسم که او باور کند ** وز کرم آن جور را کمتر کند
  • Kahrına da hakkıyla âşığım, lütfuna da. Ne şaşılacak şey ki ben bu iki zıdda da gönül vermişim. 1570
  • عاشقم بر قهر و بر لطفش به جد ** بو العجب من عاشق این هر دو ضد
  • Tanrı hakkı için bu dikenden kurtulur, gül bahçesine kavuşursam bu sebepten bülbül gibi feryat ederim.
  • و الله ار زین خار در بستان شوم ** همچو بلبل زین سبب نالان شوم‌‌
  • Bu ne şaşılacak şey bülbüldür ki ağzını açınca dikeni de gül bahçesiyle beraber yutar, ikisini de bir görür!
  • این عجب بلبل که بگشاید دهان ** تا خورد او خار را با گلستان‌‌
  • Bu bülbül değil, ateş canavarı! Onun aşkıyla bütün kötü şeyler, kendisine hoş gelmekte!
  • این چه بلبل این نهنگ آتشی است ** جمله ناخوشها ز عشق او را خوشی است‌‌
  • Güle âşık, hâlbuki esasen kendisi gül, kendisine âşık, kendi aşkını aramakta!”
  • عاشق کل است و خود کل است او ** عاشق خویش است و عشق خویش جو
  • İlâhî akıl kuşlarının kanatlarının evsafı
  • صفت اجنحه‌‌ی طیور عقول الهی‌‌
  • Can dudusunun hikâyesi de bu çeşittir. Fakat nerede kuşlara mahrem olan kişi? 1575
  • قصه‌‌ی طوطی جان زین سان بود ** کو کسی کو محرم مرغان بود
  • Nerede zayıf ve suçsuz bir kuş ki onun içine Süleyman, askeriyle ordu kurmuş olsun!
  • کو یکی مرغی ضعیفی بی‌‌گناه ** و اندرون او سلیمان با سپاه‌‌
  • Şükür yahut şikâyetle feryat edince yere, göğe zelzeleler düşsün!
  • چون بنالد زار بی‌‌شکر و گله ** افتد اندر هفت گردون غلغله‌‌