English    Türkçe    فارسی   

1
1762-1811

  • Bu söz, her kulağa girmesin. Onun için yüz ledün sırrından ancak birini söylemekteyim.
  • Hakîm-i Senâî’nin “ Seni yoldan alıkoyan şey; ister küfür sözü olsun, ister iman… Seni dosttan uzak düşüren nakış; ister çirkin olsun, ister güzel… ikisi de birdir” sözü ve Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vessellem’in “ Sa’d,çok kıskançtır, ben Sa’d’dan daha kıskancım, Tanrı ise benden de kıskançtır.Kıskançlığından dolayı görünür, görünmez bütün kötülükleri haram etmiştir “ hadisi
  • Hak kıskançlıkta bütün âlemlerden ileri gittiği içindir ki bütün âlem kıskanç oldu.
  • O, can gibidir, cihan beden gibi. Beden; iyiyi, kötüyü, canın tesiriyle kabul eder.
  • Kimin namazında mihrap ve kıblesi Ayn (Tanrı’nın zatı, cemali) olursa onun tekrar iman tarafına gitmesini ayıp ve kusur bil. 1765
  • Padişaha esvapçıbaşı olan kişinin, padişah hesabına ticarete girişmesi ziyankârlıktan ibarettir.
  • Padişahla birlikte oturan kimsenin padişah kapısında oturması yazıktır, aldanmaktır.
  • Bir kimseye padişaha elini öpmek fırsatı düşer de o, ayağını öperse bu, suçtur.
  • Her ne kadar ayağa baş koymak da bir yakınlıktır, fakat el öpme yakınlığına nispetle hatadır, düşkünlüktür.
  • Padişah, birisi yüzünü gördükten sonra başkasına meylederse kıskanır. 1770
  • Tanrı’nın gayreti buğdaya benzer, harmandaki saman da insanların kıskançlığıdır.
  • Kıskançlıkların aslını haktan bilin. Halkın kıskançlıkları, şüphe yok ki Tanrı kıskançlığının fer’idir.
  • Bunu anlatmayı bırakayım da o, on gönüllü hercai sevgilinin cefasından şikâyet edeyim.
  • Feryat edeyim, çünkü feryat ve figanlar, hoşuna gidiyor. İki âlemden de ona ancak feryat ve figan lâzım.
  • Onun macerasından acı acı nasıl feryat etmeyeyim ki sarhoşlarının halkasına dahil değilim. 1775
  • Onun gözünden ayrı, güne gün katan yüzünün vuslatından mahrum bir haldeyken nasıl gece gibi kapkara olmam?
  • Onun hoş olmayan şeyi de benim canıma hoş geliyor. O gönül inciten sevgilime canım feda olsun!
  • Naziri olmayan tek padişahımın hoşnut olması için ben, hastalığıma da âşığım, derdime de.
  • İki deniz gibi olan gözlerimin incilerle dolması için gam toprağını gözüme sürme gibi çekmekteyim.
  • Halkın onun için döktüğü gözyaşları incidir; halk gözyaşı sanır. 1780
  • Ben canlar canından şikâyetçi değilim, hikâye etmekteyim.
  • Gönül,” ben ondan incindim” dedikçe, gönlün bu asılsız ve ehemmiyetsiz nifakına gülmekteyim.
  • Ey doğruların medar-ı iftiharı! Doğrulukta bulun. Ey baş köşe! Ben senin kapında eşiğim.
  • Mana âleminde başköşe nerede, eşik nerede? Sevgilimizin bulunduğu yerde biz ve ben nerede?
  • Ey canı biz ve ben kaydından kurtulan! Ey erkekte kadında söze ve vasfa sığmaz ruh! 1785
  • Erkek, kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir, sensin. Birler de aradan kalkınca kalan yalnız sensin.
  • Kendi kendinle huzur tavlasını oynamak için bu “ben” ve “biz”i vücuda getirdin.
  • Bu suretle “ben” ve “sen” ler, umumiyetle bir can haline gelirler, sonunda da sevgiliye mustağrak olurlar.
  • (Ben, biz, ben ve bizim, varlıkların varlığı ve yokluğu, hulâsa) söylediklerimin hepsi vardır, vakidir. Ey kün emri, ey gel denmekten ve söz söylemekten münezzeh Tanrı, sen gel!
  • Ten gözü, seni görebilir mi; senin gamlanman, neşelenip gülmen hayale gelir mi? 1790
  • Gama, neşeye merbut olan gönle, onu görmeye lâyıktır, deme!
  • Keder ve neşeye bağlanmış olan; bu iki ariyet vasıfla yaşar.
  • Hâlbuki yemyeşil aşk bağının sonu, ucu, bucağı yoktur. Orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var!
  • Âşıklık bu iki halden daha yüksektir; baharsız, hazansız terütazedir.
  • Ey güzel yüzlü! Güzel yüzünün zekâtını ver; yine pare pare olan canı şerh et, onu anlat (dedim!). 1795
  • Fettan gözünün ucuyla ve nazla bir baktı da gönlüme yeni bir dağ vurdu.
  • Kanımı bile dökse ona helal ettim. Helâl sözünü söyledikçe o, kaçmaktaydı.
  • Mademki topraktakilerin feryadından kaçmaktasın. Kederlilerin yüreğine niye gam saçarsın?
  • Her sabah; doğudan parlayınca seni, doğu pınarı (güneş) gibi coşmak ta, zuhur etmekte buldu.
  • Ey şeker dudaklarına paha biçilmeyen güzel! Divanene ne bahaneler buluyorsun? 1800
  • Ey eski cihana taze can olan! Cansız ve gönülsüz bir hale gelmiş olan tenden çıkan feryat ve figanı işit!
  • Allah aşkına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat!
  • Bizim coşkunluğumuz gamdan neşeden değildir; aklımız irfanımız, hayal ve vehimden meydana gelmemiştir.
  • Nadir bulunur bir halettendir; inkâr etme ki Hakk’ın kudreti pek büyüktür.
  • Sen bu hali insanların ahvaline kıyas etme, cevir ve ihsan menzilinde kalma! 1805
  • Cevir, ihsan, mihnet ve neşe, gelip geçicidir. Gelip geçenlerse ölürler; Hak onlara vâristir.
  • Sabah oldu, ey sabahın penahı Tanrı! (Ben özür serd edemiyorum), bize hizmet eden Hüsâmettin’den sen özür dile!
  • Aklı-ı Küll’ün ve canın özür dileyeni sensin; canların canı, mercanın parıltısı sensin.
  • Sabahın nuru parladı, biz de bu sabah çağında senin Mansur şarabını içmekteyiz.
  • Senin feyzin bizi böyle mest ettikçe şarap ne oluyor ki bize neşe versin! 1810
  • Şarap, coşkunlukla bizim yoksulumuzdur; felek; dönüşte aklımızın fakiridir.