- Kaza ve kaderle pençeleşmek mücahede sayılmaz. Çünkü bizi pençeleştiren, savaştıran da kaza ve kaderdir.
- با قضا پنجه زدن نبود جهاد ** ز آن که این را هم قضا بر ما نهاد
- Bir kimse iman ve itaat yolunda yürüyüp de bir an bile ziyan etmişse kâfirim!
- کافرم من گر زیان کرده ست کس ** در ره ایمان و طاعت یک نفس
- Başın yarılmamış, şu başını bağlama. Birkaç gün çalış da ondan sonra gül!
- سر شکسته نیست این سر را مبند ** یک دو روزک جهد کن باقی بخند
- Dünyayı arayan kimse olmayacak ve kötü bir şey aradı. Ukbayı arayansa kendine iyi bir hal aramış oldu.
- بد محالی جست کاو دنیا بجست ** نیک حالی جست کاو عقبی بجست
- Dünya kazancı için çarelere başvurmak soğuk bir şeydir. Dünyayı terk etmek için çarelere başvurmak ise caizdir, emredilmiştir. 980
- مکرها در کسب دنیا بارد است ** مکرها در ترک دنیا وارد است
- Hile ve çare diye zindanı delip de çıkmaya derler. Yoksa birisi zaten açılmış deliği kapatırsa yaptığı iş, soğuk ve ters bir iştir.
- مکر آن باشد که زندان حفره کرد ** آن که حفره بست آن مکری ست سرد
- Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del, kendini kurtar!
- این جهان زندان و ما زندانیان ** حفره کن زندان و خود را وارهان
- Dünya nedir? Tanrı’dan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın; dünya değildir.
- چیست دنیا از خدا غافل بدن ** نی قماش و نقره و میزان و زن
- Din yolunda sarf etmek üzere kazandığın mala, Peygamber, “ne güzel mal” demiştir.
- مال را کز بهر دین باشی حمول ** نعم مال صالح خواندش رسول
- Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır. 985
- آب در کشتی هلاک کشتی است ** آب اندر زیر کشتی پشتی است
- Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman, ancak yoksul adını takındı.
- چون که مال و ملک را از دل براند ** ز آن سلیمان خویش جز مسکین نخواند
- Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz bucaksız su üstünde yüzüp gitti.
- کوزهی سر بسته اندر آب زفت ** از دل پر باد فوق آب رفت
- İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur.
- باد درویشی چو در باطن بود ** بر سر آب جهان ساکن بود
- Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir şey değildir.
- گر چه جملهی این جهان ملک وی است ** ملک در چشم دل او لا شی است
- Şu halde kalbini Min Ledün ululuğunun havasıyla doldur, ağzını da bağla, mühürle! 990
- پس دهان دل ببند و مهر کن ** پر کنش از باد کبر من لدن
- Çalışma da haktır, deva da haktır, dert de hak. Münkir kimse çalışmayı inkârda ısrar eder durur.”
- جهد حق است و دوا حق است و درد ** منکر اندر نفی جهدش جهد کرد
- Çalışmanın tevekküle tercihi
- مقرر شدن ترجیح جهد بر توکل
- Aslan bu yolda birçok deliller getirdi. O Cebrîler, aslanın cevabına kandılar.
- زین نمط بسیار برهان گفت شیر ** کز جواب آن جبریان گشتند سیر
- Tilki, geyik, tavşan ve çakal cebre inanışı ve dedikoduyu bıraktılar.
- روبه و آهو و خرگوش و شغال ** جبر را بگذاشتند و قیل و قال
- Bu bîatte ziyana düşmemek için kükremiş aslanla ahitlerde bulundular:
- عهدها کردند با شیر ژیان ** کاندر این بیعت نیفتد در زیان
- Zahmetsizce her günün kısmeti gelecek, aslanın başka bir teşebbüse ihtiyacı kalmayacaktı. 995
- قسم هر روزش بیاید بیجگر ** حاجتش نبود تقاضای دگر
- Kur’a kime isabet ederse günü gününe aslanın yanına sırtlan gibi o koşar, teslim olurdu.
- قرعه بر هر که فتادی روز روز ** سوی آن شیر او دویدی همچو یوز
- Bu kadeh dönerek tavşana gelince; tavşan haykırdı: “Niceye dek bu zulüm?”
- چون به خرگوش آمد این ساغر به دور ** بانگ زد خرگوش کاخر چند جور
- Aslana gitmekte geciktiğinden av hayvanlarının tavşana itiraz etmeleri
- انکار کردن نخجیران بر خرگوش در تاخیر رفتن بر شیر
- Hayvanlar dediler ki: “Bunca zamanlardır biz ahdimize vefa ederek can feda ettik.
- قوم گفتندش که چندین گاه ما ** جان فدا کردیم در عهد و وفا
- Ey inatçı, bizim kötü bir adla anılmamıza sebep olma, aslan da incinmesin. Yürü, yürü; çabuk, çabuk!”
- تو مجو بد نامی ما ای عنود ** تا نرنجد شیر رو رو زود زود
- Tavşanın av hayvanlarına cevabı
- جواب گفتن خرگوش نخجیران را
- Tavşan, “Dostlar, bana mühlet verin de hilemle siz de belâdan kurtulun. 1000
- گفت ای یاران مرا مهلت دهید ** تا به مکرم از بلا بیرون جهید
- Benim hilemle canımız kurtulsun, bu hile, çocuklarımıza miras kalsın.
- تا امان یابد به مکرم جانتان ** ماند این میراث فرزندانتان
- Her Peygamber, dünyada ümmetini böyle bir kurtuluş yerine davet etti.
- هر پیمبر امتان را در جهان ** همچنین تا مخلصی میخواندشان
- Peygamberler, halk nazarında gözbebeği gibi küçük görünürlerdi ama felekten kurtuluş yolunu görmüşlerdi.
- کز فلک راه برون شو دیده بود ** در نظر چون مردمک پیچیده بود
- Halk, peygamberleri; gözbebeği gibi küçük gördü, gözbebeğinin manen büyüklüğünü kimse anlayamadı.”
- مردمش چون مردمک دیدند خرد ** در بزرگی مردمک کس ره نبرد
- Av hayvanlarının Tavşan'ın sözlerine itiraz etmeleri(fırat)
- اعتراض نخجیران بر سخن خرگوش
- Hayvanlar ona “Ey eşek, kulak ver! Kendini tavşan kadrince tut, haddini aşma! 1005
- قوم گفتندش که ای خر گوش دار ** خویش را اندازهی خرگوش دار
- Bu ne lâftır ki senden daha iyiler, dünyada onu hatırlarına bile getirmezler.
- هین چه لاف است این که از تو بهتران ** در نیاوردند اندر خاطر آن
- Ya gugurlandın yahut da kaza, bizim izimizde. Yoksa bu lâf, senin gibisine nerden yaraşacak?” dediler.
- معجبی یا خود قضامان در پی است ** ور نه این دم لایق چون تو کی است
- Tavşanın av hayvanlarına cevabı
- جواب خرگوش نخجیران را
- Tavşan, “Dostlar, Hak bana ilham etti. Hakikaten zayıf birisi, kuvvetli bir rye ve tedbire nail oldu.
- گفت ای یاران حقم الهام داد ** مر ضعیفی را قوی رایی فتاد
- Hakk’ın arıya öğrettiğini, aslan ve ejderha bilemez.
- آن چه حق آموخت مر زنبور را ** آن نباشد شیر را و گور را
- Arı, teritaze balla dolu petekler yapar. Tanrı, ona, o ilimde kapı açtı. 1010
- خانهها سازد پر از حلوای تر ** حق بر او آن علم را بگشاد در
- Hakk’ın, ipekböceğine öğrettiğini hiçbir fil bilir mi?
- آن چه حق آموخت کرم پیله را ** هیچ پیلی داند آن گون حیله را
- Toprağa mensup insan Hak’tan ilim öğrendi ve o bilgi ile yedinci kat göğe kadar bütün âlemi aydınlattı;
- آدم خاکی ز حق آموخت علم ** تا به هفتم آسمان افروخت علم
- Tanrı’ya şüphe eden kişinin körlüğüne rağmen meleklerin adını, sanını unutturdu;
- نام و ناموس ملک را در شکست ** کوری آن کس که در حق درشک است
- Altı yüz bin yıllık zahidin, o buzağının ağzını bağladı;
- زاهد چندین هزاران ساله را ** پوز بندی ساخت آن گوساله را
- Bu suretle din bilgisi sütünü emmesine, o yüce ve sağlam köşkün etrafında dönüp dolaşmasına mâni oldu. 1015
- تا نتاند شیر علم دین کشید ** تا نگردد گرد آن قصر مشید
- Duygu ehlinin, yalnız zâhire itibar edenlerin bilgileri, o yüce bilgiden süt emenler için ağız bağıdır.
- علمهای اهل حس شد پوز بند ** تا نگیرد شیر ز آن علم بلند
- Gönül katresine bir inci düştü ki o inci denizlere; feleklere bile verilmemiştir.
- قطرهی دل را یکی گوهر فتاد ** کان به دریاها و گردونها نداد
- Ey surete tapan! Niceye dek suret kaygısı? Senin manasız canın suretten kurtulmadı gitti.
- چند صورت آخر ای صورت پرست ** جان بیمعنیت از صورت نرست
- Eğer insan, suretle insan olsaydı Ahmed’le Ebucehil müsavi olurdu.
- گر به صورت آدمی انسان بدی ** احمد و بو جهل خود یکسان بدی
- Duvar üstüne yapılan insan resmi de insana benzer. Bak, sûret bakımından nesi eksik* 1020
- نقش بر دیوار مثل آدم است ** بنگر از صورت چه چیز او کم است
- O parlak resmin yalnız canı noksan. Yürü, o nadir bulunur cevheri ara;
- جان کم است آن صورت با تاب را ** رو بجو آن گوهر کمیاب را
- Eshab-ı Kehf’in köpeğine el verilince, dünyadaki bütün aslanların başları alçaldı.
- شد سر شیران عالم جمله پست ** چون سگ اصحاب را دادند دست
- Canı, nur denizinde gark olduktan sonra ona, kötü ve çirkin suretin ne ziyanı var?
- چه زیان استش از آن نقش نفور ** چون که جانش غرق شد در بحر نور
- Kalemler sureti övmezler. Kitaplara da adamın suretine ait vasıflar değil, “âlim, adalet sahibi” gibi zatına ait vasıflar yazılır.
- وصف صورت نیست اندر خامهها ** عالم و عادل بود در نامهها
- Bilgi ve adalet sahibi… Hep manadır, onları önde, artta, bir yerde bulamazsın, 1025
- عالم و عادل همه معنی است بس ** کش نیابی در مکان و پیش و پس