- Musa, bizden hem hoşnut, hem değil, gâh dostumuz, gâh düşmanımız. 2490
- چون دو دل شد موسی اندر کار ما ** گاه خصم ماست گاهی یار ما
- Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte, hilmi belâya siper olmakta.
- خشمش آتش میزند در رخت ما ** حلم او رد میکند تیر بلا
- Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Tanrı, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki.
- کی بود که حلم گردد خشم نیز ** نیست این نادر ز لطفت ای عزیز
- Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı methetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum.
- مدح حاضر وحشت است از بهر این ** نام موسی میبرم قاصد چنین
- Yoksa değil Musa, kim olursa olsun. Senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?
- ور نه موسی کی روا دارد که من ** پیش تو یاد آورم از هیچ تن
- Bizim ahitlerimiz yüzlerce, binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi, yerinden bile oynamıyor. 2495
- عهد ما بشکست صد بار و هزار ** عهد تو چون کوه ثابت برقرار
- Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgâra karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hatta yüzlerce dağdan da kuvvetli.
- عهد ما کاه و به هر بادی زبون ** عهد تو کوه و ز صد که هم فزون
- O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı!
- حق آن قوت که بر تلوین ما ** رحمتی کن ای امیر لونها
- Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da. Padişahım, bizi fazla imtihana çekme.
- خویش را دیدیم و رسوایی خویش ** امتحان ما مکن ای شاه بیش
- De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Tanrı, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak.
- تا فضیحتهای دیگر را نهان ** کرده باشی ای کریم مستعان
- Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz! 2500
- بیحدی تو در جمال و در کمال ** در کژی ما بیحدیم و در ضلال
- Şu bir avuç aşağılık kişililerin kötülükteki sonsuzluğunu sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
- بیحدی خویش بگمار ای کریم ** بر کژی بیحد مشتی لئیم
- Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde.
- هین که از تقطیع ما یک تار ماند ** مصر بودیم و یکی دیوار ماند
- Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin.
- البقیه البقیه ای خدیو ** تا نگردد شاد کلی جان دیو
- Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi.
- بهر ما نه بهر آن لطف نخست ** که تو کردی گمرهان را باز جست
- Mademki kudretini gösterdin, merhametini de göster, ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Tanrı. 2505
- چون نمودی قدرتت بنمای رحم ** ای نهاده رحمها در لحم و شحم
- Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Tanrı, sen bize bir dua öğret.
- این دعا گر خشم افزاید ترا ** تو دعا تعلیم فرما مهترا
- Nitekim Âdem cennetten çıkınca ona tövbe etmeyi nasip ettin de kötü Şeytan'dan kurtuldu.
- آن چنان کادم بیفتاد از بهشت ** رجعتش دادی که رست از دیو زشت
- Şeytan da kimdir ki Âdemden üstün olsun, böyle bir düzenle oyunu kazansın, onu alt etsin.
- دیو که بود کاو ز آدم بگذرد ** بر چنین نطعی از او بازی برد
- Bunların hepsi de hakikatte Âdem’in faydasını temin etti. Şeytan’ın hilesi, düzeni, o hasetçiye lânet edilmesine sebep oldu.
- در حقیقت نفع آدم شد همه ** لعنت حاسد شده آن دمدمه
- Şeytan, bir oyunu gördü de iki yüz oyunu göremedi. O yüzden kendi evinin direğini kendisi kesti. 2510
- بازیی دید و دو صد بازی ندید ** پس ستون خانهی خود را برید
- Gece vakti başkalarının ekinini ateşlemek istedi, fakat yel, ateşi kendi ekinine sürdü.
- آتشی زد شب به کشت دیگران ** باد آتش را به کشت او بران
- Lânet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Âdem’e ziyan sandı.
- چشم بندی بود لعنت دیو را ** تا زیان خصم دید آن ریو را
- Lânet dediğin de işte insanı böyle ters görüşlü yapar. Hasetçi, kendini görür, beğenir, kindar bir hale gelir.
- لعنت این باشد که کژبینش کند ** حاسد و خود بین و پر کینش کند
- Nihayet kötülüğün, sonunda dönüp kötülükte bulunana geleceğini, ona ziyan vereceğini anlamaz.
- تا نداند که هر آن که کرد بد ** عاقبت باز آید و بر وی زند
- Kendisini mat edecek şeylerin hepsini aksine görür. Hâlbuki mat olan kendisidir, kendisi ziyan eder! 2515
- جمله فرزین بندها بیند بعکس ** مات بر وی گردد و نقصان و وکس
- Çünkü kendisi bir hiçten ibaret olduğunu görse, yarasının öldürücü ve şiddetli olduğunu bilse,
- ز انکه گر او هیچ بیند خویش را ** مهلک و ناسور بیند ریش را
- Böyle görüş, böyle biliş, adamın gönlünü dertlendirir. Dert de onu hicaptan çıkarırdı.
- درد خیزد زین چنین دیدن درون ** درد او را از حجاب آرد برون
- Anaları doğum ağrısı tutmasa çocuk doğmaya hiçbir yol bulamaz.
- تا نگیرد مادران را درد زه ** طفل در زادن نیابد هیچ ره
- Bu emanet gönüldedir, gönülde gebe. Bu nasihatlerse ebeye benzer.
- این امانت در دل و دل حامله ست ** این نصیحتها مثال قابله ست
- Ebe “Kadının ağrısı yok, ağrı lâzım, ağrı çocuğa yoldur” der. 2520
- قابله گوید که زن را درد نیست ** درد باید درد کودک را رهی است
- Dertsiz kişi yol vurucudur, dertsizlik “Enel Hak- ben Hakk’ım” demektir.
- آن که او بیدرد باشد ره زن است ** ز انکه بیدردی انا الحق گفتن است
- Bu “Ene” sözünü vakitsiz söylemek; lânete düşmektir, “Ene” yi vaktinde söylemek rahmettir.
- آن انا بیوقت گفتن لعنت است ** آن انا در وقت گفتن رحمت است
- Mansur’un “Ene” deyişi, şüphe yok ki rahmetten ibarettir; fakat Firavunun “ Ene” deyişine bir bak, lânetin ta kendisi!
- آن انا منصور رحمت شد یقین ** آن انا فرعون لعنت شد ببین
- Hulasa vakitsiz öten her horozun ibret için başını kesmek gerekir.
- لاجرم هر مرغ بیهنگام را ** سر بریدن واجب است اعلام را
- Baş kesmek nedir? Dünyada nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek. 2525
- سر بریدن چیست کشتن نفس را ** در جهاد و ترک گفتن نفس را
- Bu da öldürülmekten kurtulsun diye akrebin iğnesini çıkarmak gibidir.
- آن چنان که نیش کژدم بر کنی ** تا که یابد او ز کشتن ایمنی
- Taşla tepelenme belâsından kurtulsun diye yılanın zehirli dişini sökersin ya!
- بر کنی دندان پر زهری ز مار ** تا رهد مار از بلای سنگسار
- Nefsi, pirin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. O nefis öldürenin eteğine sımsıkı sarıl.
- هیچ نکشد نفس را جز ظل پیر ** دامن آن نفس کش را سخت گیر
- Eteğini sıkıca tuttun mu, bu, Tanrı tevfikidir. Sende beliren her kuvvet, onun seni çekişinden, dileyişinden meydana gelir.
- چون بگیری سخت آن توفیق هوست ** در تو هر قوت که آید جذب اوست
- “Ma remeye iz remeyte” iyi bil. Canın nesi varsa canlar canındandır. 2530
- ما رمیت إذ رمیت راست دان ** هر چه کارد جان بود از جان جان
- Elini tutan, yükünü yüklenen odur. Her an, her nefes, o anı, o nefesi ondan um!
- دست گیرنده وی است و بردبار ** دمبهدم آن دم از او امید دار
- Onun feyzine geç mazhar olduysan gam yeme. Bilirsin ki ihmal etmez, imhal eder.
- نیست غم گر دیر بیاو ماندهای ** دیرگیر و سختگیرش خواندهای
- Tanrı rahmeti geç erişir ama adamakıllı erişir, seni bir an bile huzurundan ayırmaz, her an seninledir.
- دیر گیرد سخت گیرد رحمتش ** یک دمت غایب ندارد حضرتش
- Bu vuslatın, bu muhabbetin şerhini duymak istersen adamakıllı düşünerek “Vedduha” suresini okuyuver!
- گر تو خواهی شرح این وصل و ولا ** از سر اندیشه میخوان و الضحی
- Eğer sen kötülükler de ondandır dersen öyledir ama bundan onun kemaline noksan mı gelir ki? 2535
- ور تو گویی هم بدیها از وی است ** لیک آن نقصان فضل او کی است
- Bu kötülük ihsanı da onun kemalindendir. Dinle ulu kişi, sana bir misal getireyim:
- آن بدی دادن کمال اوست هم ** من مثالی گویمت ای محتشم
- Meselâ ressam iki türlü resim yapar: Güzellerin resimleriyle, çirkin resimleri.
- کرد نقاشی دو گونه نقشها ** نقشهای صاف و نقشی بیصفا
- Yusuf’un, yaratılışı güzel hurinin resmini de yapar, ifritlerin, çirkin iblislerin resmini de.
- نقش یوسف کرد و حور خوش سرشت ** نقش عفریتان و ابلیسان زشت
- İki türlü resim de onun üstatlığının eseridir. Bu, ressamın çirkinliğine delil olamaz, bilâkis üstatlığına delildir.
- هر دو گونه نقش استادی اوست ** زشتی او نیست آن رادی اوست