English    Türkçe    فارسی   

2
2490-2539

  • Musa, bizden hem hoşnut, hem değil, gâh dostumuz, gâh düşmanımız. 2490
  • چون دو دل شد موسی اندر کار ما ** گاه خصم ماست گاهی یار ما
  • Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte, hilmi belâya siper olmakta.
  • خشمش آتش می‏زند در رخت ما ** حلم او رد می‏کند تیر بلا
  • Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Tanrı, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki.
  • کی بود که حلم گردد خشم نیز ** نیست این نادر ز لطفت ای عزیز
  • Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı methetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum.
  • مدح حاضر وحشت است از بهر این ** نام موسی می‏برم قاصد چنین‏
  • Yoksa değil Musa, kim olursa olsun. Senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?
  • ور نه موسی کی روا دارد که من ** پیش تو یاد آورم از هیچ تن‏
  • Bizim ahitlerimiz yüzlerce, binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi, yerinden bile oynamıyor. 2495
  • عهد ما بشکست صد بار و هزار ** عهد تو چون کوه ثابت برقرار
  • Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgâra karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hatta yüzlerce dağdan da kuvvetli.
  • عهد ما کاه و به هر بادی زبون ** عهد تو کوه و ز صد که هم فزون‏
  • O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı!
  • حق آن قوت که بر تلوین ما ** رحمتی کن ای امیر لونها
  • Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da. Padişahım, bizi fazla imtihana çekme.
  • خویش را دیدیم و رسوایی خویش ** امتحان ما مکن ای شاه بیش‏
  • De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Tanrı, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak.
  • تا فضیحت‏های دیگر را نهان ** کرده باشی ای کریم مستعان‏
  • Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz! 2500
  • بی‏حدی تو در جمال و در کمال ** در کژی ما بی‏حدیم و در ضلال‏
  • Şu bir avuç aşağılık kişililerin kötülükteki sonsuzluğunu sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
  • بی‏حدی خویش بگمار ای کریم ** بر کژی بی‏حد مشتی لئیم‏
  • Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde.
  • هین که از تقطیع ما یک تار ماند ** مصر بودیم و یکی دیوار ماند
  • Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin.
  • البقیه البقیه ای خدیو ** تا نگردد شاد کلی جان دیو
  • Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi.
  • بهر ما نه بهر آن لطف نخست ** که تو کردی گمرهان را باز جست‏
  • Mademki kudretini gösterdin, merhametini de göster, ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Tanrı. 2505
  • چون نمودی قدرتت بنمای رحم ** ای نهاده رحمها در لحم و شحم‏
  • Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Tanrı, sen bize bir dua öğret.
  • این دعا گر خشم افزاید ترا ** تو دعا تعلیم فرما مهترا
  • Nitekim Âdem cennetten çıkınca ona tövbe etmeyi nasip ettin de kötü Şeytan'dan kurtuldu.
  • آن چنان کادم بیفتاد از بهشت ** رجعتش دادی که رست از دیو زشت‏
  • Şeytan da kimdir ki Âdemden üstün olsun, böyle bir düzenle oyunu kazansın, onu alt etsin.
  • دیو که بود کاو ز آدم بگذرد ** بر چنین نطعی از او بازی برد
  • Bunların hepsi de hakikatte Âdem’in faydasını temin etti. Şeytan’ın hilesi, düzeni, o hasetçiye lânet edilmesine sebep oldu.
  • در حقیقت نفع آدم شد همه ** لعنت حاسد شده آن دمدمه‏
  • Şeytan, bir oyunu gördü de iki yüz oyunu göremedi. O yüzden kendi evinin direğini kendisi kesti. 2510
  • بازیی دید و دو صد بازی ندید ** پس ستون خانه‏ی خود را برید
  • Gece vakti başkalarının ekinini ateşlemek istedi, fakat yel, ateşi kendi ekinine sürdü.
  • آتشی زد شب به کشت دیگران ** باد آتش را به کشت او بران‏
  • Lânet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Âdem’e ziyan sandı.
  • چشم بندی بود لعنت دیو را ** تا زیان خصم دید آن ریو را
  • Lânet dediğin de işte insanı böyle ters görüşlü yapar. Hasetçi, kendini görür, beğenir, kindar bir hale gelir.
  • لعنت این باشد که کژبینش کند ** حاسد و خود بین و پر کینش کند
  • Nihayet kötülüğün, sonunda dönüp kötülükte bulunana geleceğini, ona ziyan vereceğini anlamaz.
  • تا نداند که هر آن که کرد بد ** عاقبت باز آید و بر وی زند
  • Kendisini mat edecek şeylerin hepsini aksine görür. Hâlbuki mat olan kendisidir, kendisi ziyan eder! 2515
  • جمله فرزین بندها بیند بعکس ** مات بر وی گردد و نقصان و وکس‏
  • Çünkü kendisi bir hiçten ibaret olduğunu görse, yarasının öldürücü ve şiddetli olduğunu bilse,
  • ز انکه گر او هیچ بیند خویش را ** مهلک و ناسور بیند ریش را
  • Böyle görüş, böyle biliş, adamın gönlünü dertlendirir. Dert de onu hicaptan çıkarırdı.
  • درد خیزد زین چنین دیدن درون ** درد او را از حجاب آرد برون‏
  • Anaları doğum ağrısı tutmasa çocuk doğmaya hiçbir yol bulamaz.
  • تا نگیرد مادران را درد زه ** طفل در زادن نیابد هیچ ره‏
  • Bu emanet gönüldedir, gönülde gebe. Bu nasihatlerse ebeye benzer.
  • این امانت در دل و دل حامله ست ** این نصیحتها مثال قابله ست‏
  • Ebe “Kadının ağrısı yok, ağrı lâzım, ağrı çocuğa yoldur” der. 2520
  • قابله گوید که زن را درد نیست ** درد باید درد کودک را رهی است‏
  • Dertsiz kişi yol vurucudur, dertsizlik “Enel Hak- ben Hakk’ım” demektir.
  • آن که او بی‏درد باشد ره زن است ** ز انکه بی‏دردی انا الحق گفتن است‏
  • Bu “Ene” sözünü vakitsiz söylemek; lânete düşmektir, “Ene” yi vaktinde söylemek rahmettir.
  • آن انا بی‏وقت گفتن لعنت است ** آن انا در وقت گفتن رحمت است‏
  • Mansur’un “Ene” deyişi, şüphe yok ki rahmetten ibarettir; fakat Firavunun “ Ene” deyişine bir bak, lânetin ta kendisi!
  • آن انا منصور رحمت شد یقین ** آن انا فرعون لعنت شد ببین‏
  • Hulasa vakitsiz öten her horozun ibret için başını kesmek gerekir.
  • لاجرم هر مرغ بی‏هنگام را ** سر بریدن واجب است اعلام را
  • Baş kesmek nedir? Dünyada nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek. 2525
  • سر بریدن چیست کشتن نفس را ** در جهاد و ترک گفتن نفس را
  • Bu da öldürülmekten kurtulsun diye akrebin iğnesini çıkarmak gibidir.
  • آن چنان که نیش کژدم بر کنی ** تا که یابد او ز کشتن ایمنی‏
  • Taşla tepelenme belâsından kurtulsun diye yılanın zehirli dişini sökersin ya!
  • بر کنی دندان پر زهری ز مار ** تا رهد مار از بلای سنگسار
  • Nefsi, pirin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. O nefis öldürenin eteğine sımsıkı sarıl.
  • هیچ نکشد نفس را جز ظل پیر ** دامن آن نفس کش را سخت گیر
  • Eteğini sıkıca tuttun mu, bu, Tanrı tevfikidir. Sende beliren her kuvvet, onun seni çekişinden, dileyişinden meydana gelir.
  • چون بگیری سخت آن توفیق هوست ** در تو هر قوت که آید جذب اوست‏
  • “Ma remeye iz remeyte” iyi bil. Canın nesi varsa canlar canındandır. 2530
  • ما رمیت إذ رمیت راست دان ** هر چه کارد جان بود از جان جان‏
  • Elini tutan, yükünü yüklenen odur. Her an, her nefes, o anı, o nefesi ondan um!
  • دست گیرنده وی است و بردبار ** دم‏به‏دم آن دم از او امید دار
  • Onun feyzine geç mazhar olduysan gam yeme. Bilirsin ki ihmal etmez, imhal eder.
  • نیست غم گر دیر بی‏او مانده‏ای ** دیرگیر و سخت‏گیرش خوانده‏ای‏
  • Tanrı rahmeti geç erişir ama adamakıllı erişir, seni bir an bile huzurundan ayırmaz, her an seninledir.
  • دیر گیرد سخت گیرد رحمتش ** یک دمت غایب ندارد حضرتش‏
  • Bu vuslatın, bu muhabbetin şerhini duymak istersen adamakıllı düşünerek “Vedduha” suresini okuyuver!
  • گر تو خواهی شرح این وصل و ولا ** از سر اندیشه می‏خوان و الضحی‏
  • Eğer sen kötülükler de ondandır dersen öyledir ama bundan onun kemaline noksan mı gelir ki? 2535
  • ور تو گویی هم بدیها از وی است ** لیک آن نقصان فضل او کی است‏
  • Bu kötülük ihsanı da onun kemalindendir. Dinle ulu kişi, sana bir misal getireyim:
  • آن بدی دادن کمال اوست هم ** من مثالی گویمت ای محتشم‏
  • Meselâ ressam iki türlü resim yapar: Güzellerin resimleriyle, çirkin resimleri.
  • کرد نقاشی دو گونه نقشها ** نقشهای صاف و نقشی بی‏صفا
  • Yusuf’un, yaratılışı güzel hurinin resmini de yapar, ifritlerin, çirkin iblislerin resmini de.
  • نقش یوسف کرد و حور خوش سرشت ** نقش عفریتان و ابلیسان زشت‏
  • İki türlü resim de onun üstatlığının eseridir. Bu, ressamın çirkinliğine delil olamaz, bilâkis üstatlığına delildir.
  • هر دو گونه نقش استادی اوست ** زشتی او نیست آن رادی اوست‏