- Alay olsun diye, iş olsun diye yere devlet tohumu ekiyordum.
- تخم دولت در زمین میکاشتم ** سخره و بیگار میپنداشتم
- Hâlbuki onun aslı varmış, hakikî kazancımmış, ektiğim her taneye bedel yüzlerce tane çıktı” diye cevap verir.
- آن نبد بیگار کسبی بود چست ** هر یکی دانه که کشتم صد برست
- Hırsız, bir eve girmeğe kalkışır, girince görür ki girdiği kendi eviymiş! 3010
- دزد سوی خانهای شد زیر دست ** چون در آمد دید کان خانهی خود است
- Ey soğuk, hararetlen ki ısınasın, sertliğe alış ki yumuşayasın.
- گرم باش ای سرد تا گرمی رسد ** با درشتی ساز تا نرمی رسد
- O iki deve değildir ki, bir devedir. Fakat söz dar, mana ise pek geniş!
- آن دو اشتر نیست آن یک اشتر است ** تنگ آمد لفظ معنی بس پر است
- Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber” Allah’ı bilenin dili tutulur” dedi.
- لفظ در معنی همیشه نارسان ** ز آن پیمبر گفت قد کل لسان
- Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki?
- نطق اصطرلاب باشد در حساب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب
- Hele bu gök olursa bu öyle bir gök ki, gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu güneş o güneşe nispetle bir zerre! 3015
- خاصه چرخی کاین فلک زو پرهای است ** آفتاب از آفتابش ذرهای است
- Her an bir Mescidi Dırâr var
- بیان آن که در هر نفسی فتنهی مسجد ضرار است
- Münafıkların yaptıkları mescidin hakikî bir mescit olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzağı olduğu anlaşılınca,
- چون پدید آمد که آن مسجد نبود ** خانهی حیلت بد و دام جهود
- Peygamber “ Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın” buyurdu.
- پس نبی فرمود کان را بر کنید ** مطرحهی خاشاک و خاکستر کنید
- Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki.
- صاحب مسجد چو مسجد قلب بود ** دانهها بر دام ریزی نیست جود
- Oltandaki et lokması, balığı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne ihsandır, ne cömertlik!
- گوشت کاندر شست تو ماهی رباست ** آن چنان لقمه نه بخشش نه سخاست
- Kubâ’lıların Mescidi, taştan, topraktan ibaretken yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırar’ın vücuduna meydan vermedi. 3020
- مسجد اهل قبا کان بد جماد ** آن چه کفو او نبد راهش نداد
- Taşa toprağa bile böyle bir zulüm ve sitem yapılmadı. Adalet emîri olan Resulullah, Kubâ mescidine benzemeyen o mescide şûle vurdu, onu yakıp yıktı!
- در جمادات این چنین حیفی نرفت ** زد در آن ناکفو امیر داد نفت
- Asılların aslı olan hakikatlerin de, bil ki, farkları, ayrılıkları vardır.
- پس حقایق را که اصل اصلهاست ** دان که آن جا فرقها و فصلهاست
- Ne hayatı onun hayatına benzer, ne mematı onun mematına.
- نه حیاتش چون حیات او بود ** نه مماتش چون ممات او بود
- Hatta kabrini bile öbürünün kabri gibi sanma. O cihanın farkını ben nasıl söyleyeyim?
- گور او هرگز چو گور او مدان ** خود چه گویم حال فرق آن جهان
- Ey iş eri, sen işini mehenge vur da bir Mescid’i Dırâr da sen yapma. 3025
- بر محک زن کار خود ای مرد کار ** تا نسازی مسجد اهل ضرار
- Sen o mescit yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama gözünü çevirip baksan görürsün ki sen de onlardansın!
- بس بر آن مسجد کنان تسخر زدی ** چون نظر کردی تو خود ز یشان بدی
- Bir iş için savaşan, fakat kendisinin de o hale müptelâ olduğundan haberi olmayan Hintli
- حکایت هندو که با یار خود جنگ میکرد بر کاری و خبر نداشت که او هم بدان مبتلاست
- Dört Hintli bir mescitte Allah’a ibadet için namaza durmuşlar, rükû ve sücuda koyulmuşlardı.
- چار هندو در یکی مسجد شدند ** بهر طاعت راکع و ساجد شدند
- Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı.
- هر یکی بر نیتی تکبیر کرد ** در نماز آمد به مسکینی و درد
- Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bilâihtiyar bir söz çıktı; “ Müezzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?”
- موذن آمد از یکی لفظی بجست ** کای موذن بانگ کردی وقت هست
- Öbür Hintli, namaz içinde olduğu halde “ Sus yahu, konuştun, namazın bozuldu.” dedi. 3030
- گفت آن هندوی دیگر از نیاز ** هی سخن گفتی و باطل شد نماز
- Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki : “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!”
- آن سوم گفت آن دوم را ای عمو ** چه زنی طعنه بر او خود را بگو
- Dördüncü “Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim” dedi.
- آن چهارم گفت حمد الله که من ** در نیفتادم به چه چون آن سه تن
- Hulasâ dördünün de namazı bozuldu. Âlemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder.
- پس نماز هر چهاران شد تباه ** عیب گویان بیشتر گم کرده راه
- Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.
- ای خنک جانی که عیب خویش دید ** هر که عیبی گفت آن بر خود خرید
- Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayıptan! 3035
- ز انکه نیم او ز عیبستان بده ست ** و آن دگر نیمش ز غیبستان بده ست
- Mademki başında onlarca yara var, merhemini başına vurmalısın.
- چون که بر سر مر ترا ده ریش هست ** مرهمت بر خویش باید کار بست
- Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sınık bir hale düştü mü “ Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın ona” hadîsine mazhar olur.
- عیب کردن ریش را داروی اوست ** چون شکسته گشت جای ارحمواست
- Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birin de o ayıp, senden de zuhur edebilir.
- گر همان عیبت نبود ایمن مباش ** بو که آن عیب از تو گردد نیز فاش
- Allahtan “Emin olmayın” sözünü duymadın mı? Peki, o halde neden müsterih ve emin oluyorsun?
- لا تخافوا از خدا نشنیدهای ** پس چه خود را ایمن و خوش دیدهای
- İblis, yıllarca iyi adla anılarak yaşadığı halde nihayet bak, nasıl rüsvay oldu, adı ne oldu? 3040
- سالها ابلیس نیکو نام زیست ** گشت رسوا بین که او را نام چیست
- Yüceliği âlemde tanınmıştı; aksiyle tanındı, yazık!
- در جهان معروف بد علیای او ** گشت معروفی بعکس ای وای او
- Emin değilsen, tanınmayı isteme. Yürü, yüzünü korkuyla yıka da sonra göster.
- تا نه ای ایمن تو معروفی مجو ** رو بشو از خوف پس بنمای رو
- Güzelim, sakalın çıkmıyorsa başka sakalsızları kınama.
- تا نروید ریش تو ای خوب من ** بر دگر ساده ز نخ طعنه مزن
- Şu işe bak: Şeytan, belâlara düştü de sana ibret oldu.
- این نگر که مبتلا شد جان او ** در چهی افتاد تا شد پند تو
- Sen belâya uğrayıp ona ibret olmadın o zehri içti, sen şerbetini iç (ibret almana bak!). 3045
- تو نیفتادی که باشی پند او ** زهر او نوشید تو خور قند او
- Oğuzların, birini korkutmak için başka birini öldürmeye kalkışmaları
- قصد کردن غزان به کشتن یک مردی تا آن دگر بترسد
- Kan dökücü Oğuz Türkleri, malları yağma etmek üzere bir köye girdiler.
- آن غزان ترک خونریز آمدند ** بهر یغما بر دهی ناگه زدند
- O köyün eşrafından iki kişi yakalayıp birini öldürmeye niyet ettiler.
- دو کس از اعیان آن ده یافتند ** در هلاک آن یکی بشتافتند
- Öldürmek üzere elini bağladıkları zaman dedi ki: “Padişahlar, yüce erler.
- دست بستندش که قربانش کنند ** گفت ای شاهان و ارکان بلند
- Niye benim kanıma kastediyorsunuz. Neden benim kanıma susadınız?
- در چه مرگم چرا میافگنید ** از چه آخر تشنهی خون منید
- Öldürülmemde ki maksat, garaz ne? Görüyorsunuz ya, gördüğünüz gibi yoksulum, çırçıplak bir adamım” 3050
- چیست حکمت چه غرض در کشتنم ** چون چنین درویشم و عریان تنم
- Oğuzların biri “ Arkadaşın korksun, ürksün de altınları çıkarsın diye öldürüyoruz” dedi.
- گفت تا هیبت بر این یارت زند ** تا بترسد او و زر پیدا کند
- Adam “O benden yoksul” deyince Oğuz, “Haber verdiler onun altını var” dedi.
- گفت آخر او ز من مسکینتر است ** گفت قاصد کرده است او را زر است
- Adam dedi ki: “Mademki bizim ikimizden bir şey umuyorsunuz,
- گفت چون وهم است ما هر دو یکایم ** در مقام احتمال و در شکایم
- Evvelâ onu öldürün de ben korkayım, altınların yerini göstereyim!”
- خود و را بکشید اول ای شهان ** تا بترسم من دهم زر را نشان
- Şimdi sen de Allah’ın keremine bak ki biz âhir zamanda geldik. 3055
- پس کرمهای الهی بین که ما ** آمدیم آخر زمان در انتها
- Zamanlardan sonuncusu, ilk devirlerden daha üstündür. Hadiste “ Ahirûnes Sâbikun” denmektedir.
- آخرین قرنها پیش از قرون ** در حدیث است آخرون السابقون
- Merhamet sahibi Allah, Nûh ve Hûd kavimlerinin helâkini bize gösterdi;
- تا هلاک قوم نوح و قوم هود ** عارض رحمت به جان ما نمود