- Huzurdan uzaksan bari dost ol, çabucak nedamet getir, işe güce koyul,
- باری از دوری ز خدمت یار باش ** در ندامت چابک و بر کار باش
- Da o yoldan sana da bir rüzgâr essin. Rahmet, suyuna neden hasetle mani oluyorsun?
- تا از آن راهت نسیمی میرسد ** آب رحمت را چه بندی از حسد
- Uzaktaysan bile bulunduğun yerden o tarafa yönel, “Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün!”
- گر چه دوری دور میجنبان تو دم ** حیث ما کنتم فولوا وجهکم
- Eşek bile hızlı yürüyeyim derken balçığa saplandı mı oradan kurtulmak için anbean oynar durur. 3355
- چون خری در گل فتد از گام تیز ** دمبهدم جنبد برای عزم خیز
- Orada kalmak için yerini düzeltmeğe kalkışmaz, bilir ki orası geçim yeri değildir.
- جای را هموار نکند بهر باش ** داند او که نیست آن جای معاش
- Duygun, eşek duygusundan daha aşağı mı ki gönlün bu balçıktan sıçramadı bile.
- حس تو از حس خر کمتر بده ست ** که دل تو زین وحلها بر نجست
- Balçığın içinde tevile ruhsat vermektesin. Çünkü oradan gönlünü almak istemiyorsun ki.
- در وحل تاویل رخصت میکنی ** چون نمیخواهی کز آن دل بر کنی
- “ Bana bu lâyık, ihtiyarım elimde değil. Allah kerimdir. Bir âcizi de suçlu tutacak değil ya” dersin.
- کاین روا باشد مرا من مضطرم ** حق نگیرد عاجزی را از کرم
- Ey sırtlan gibi kötülüğe giriftar olmuş kişi, sen gafletinden bu muahezeyi görmüyorsun. 3360
- خود گرفته ستت تو چون کفتار کور ** این گرفتن را نبینی از غرور
- Sırtlanı mağaranın içinde değil, dışarıda arayın derler,
- میگوند این جایگه کفتار نیست ** از برون جویید کاندر غار نیست
- De mağarayı kapatırlar, hâlbuki sırtlan “Benden haberleri yok.
- این همیگویند و بندش مینهند ** او همیگوید ز من بیآگهند
- Bu düşmanlar, benden haberdar olsalardı sırtlan nerede, hani ya, diye bağırırlar mıydı” der.
- گر ز من آگاه بودی این عدو ** کی ندا کردی که آن کفتار کو
- Birinin Ulu Allah günah yüzünden beni suçlu tutmuyor, bana ceza vermiyor diye iddiaya girişmesi ve Şuayb aleyhisselâm’ın ona cevap vermesi
- دعویکردن آن شخص که خدای تعالی مرا نمیگیرد به گناه و جواب گفتن شعیب علیه السلام مر او را
- Şuayb zamanında birisi, “Allah benden nice ayıplar gördü.”
- آن یکی میگفت در عهد شعیب ** که خدا از من بسی دیده ست عیب
- Nice suçlarda bulundum. Böyle olduğum halde kereminden bana ceza vermiyor, beni muahaze etmiyor” dedi. 3365
- چند دید از من گناه و جرمها ** و ز کرم یزدان نمیگیرد مرا
- Ulu Allah, Şuayb’ın kulağına dedi ki. “Ona gayp âleminden fasih bir dille cevap ver:
- حق تعالی گفت در گوش شعیب ** در جواب او فصیح از راه غیب
- Sen, ben ne kadar suç işledim, öyle olduğu halde Allah kereminden suçuma bakmıyor, bana mücazat etmiyor dedin ama
- که بگفتی چند کردم من گناه ** و ز کرم نگرفت در جرمم اله
- Ey aykırı düşünceli, ey sersem, ey yolu bırakıp da çölü tutmuş!
- عکس میگویی و مقلوب ای سفیه ** ای رها کرده ره و بگرفته تیه
- Seni nice kereler cezalandırdım. Fakat senin haberin yok. Ayağından tepene kadar zincirler içinde kalmışsın.
- چند چندت گیرم و تو بیخبر ** در سلاسل ماندهای پا تا به سر
- A kara kazan, isin, pasın kat, kat; için, yüzün berbat! 3370
- زنگ تو بر تویت ای دیگ سیاه ** کرد سیمای درونت را تباه
- Gönlünde is üstünde is, kurum üstünde kurum. Bu is ve kurum bir derecede ki nihayet gönlün, bütün sırlara karşı kör olmuş.
- بر دلت زنگار بر زنگارها ** جمع شد تا کور شد ز اسرارها
- Eğer o is, kurum, yeni bir kazana ursa bir arpa tanesi kadar küçük bile olsa eseri görünür.
- گر زند آن دود بر دیگ نوی ** آن اثر بنماید ار باشد جوی
- Çünkü her şey, zıddı ile meydana çıkar. Bembeyaz kazanın beyazlığı ütünde o kara is berbat bir şekilde kendini gösterir.
- ز انکه هر چیزی به ضد پیدا شود ** بر سپیدی آن سیه رسوا شود
- Fakat dumanın tesiriyle kazan karardı mı artık onun üstünde isi, kurumu kim görür a inatçı?
- چون سیه شد دیگ پس تاثیر دود ** بعد از این بروی که بیند زود زود
- Demirci zenci olursa yüzü, dumanla isle aynı renktedir. 3375
- مرد آهنگر که او زنگی بود ** دود را با روش هم رنگی بود
- Fakat beyaz adam demirciliğe kalkışırsa yüzü yer, yer kararır, kızarır.
- مرد رومی کاو کند آهنگری ** رویش ابلق گردد از دود آوری
- Bu takdirde de günahın tesirini derhal anlar da ağlayıp sızlamaya başlar ve “ Aman Yarabbi” demeye koyulur.
- پس بداند زود تاثیر گناه ** تا بنالد زود گوید ای اله
- Fakat bir adam, günahta ısrar eder, kötülüğü kendine sanat edinir, düşünce gözüne toprak saçarsa,
- چون کند اصرار و بد پیشه کند ** خاک اندر چشم اندیشه کند
- Artık tövbe etmeyi bile aklına getirmez; o suç gönlüne tatlı gelir; böyle böyle nihayet dinsiz olur gider.
- توبه نندیشد دگر شیرین شود ** بر دلش آن جرم تا بیدین شود
- O pişman oluş, o “Yarabbi” deyiş ondan zail olur, gönül aynasının yüzünü beş kat pas örter. 3380
- آن پشیمانی و یا رب رفت از او ** شست بر آیینه زنگ پنج تو
- Paslar, demirini yemeye gevherini yok etmeye başlar.
- آهنش را زنگها خوردن گرفت ** گوهرش را زنگ کم کردن گرفت
- Beyaz bir kâğıda yazı yazarsan o yazı, kâğıda bakar bakmaz okunur.
- چون نویسی کاغذ اسپید بر ** آن نبشته خوانده آید در نظر
- Yazılı kâğıda bir yazı yazarsan okunur ama iyi anlaşılmaz, insan yanılabilir.
- چون نویسی بر سر بنوشته خط ** فهم ناید خواندنش گردد غلط
- Çünkü o karalanmış kâğıt üstüne kara yazı yazıldı mı her iki yazı da körleşir, hiçbir manası kalmaz.
- کان سیاهی بر سیاهی اوفتاد ** هر دو خط شد کور و معنیی نداد
- O kâğıda üçüncü defa bir şey yazarsan kâfirlerin canı gibi tamamıyla kapkara olur. 3385
- ور سوم باره نویسی بر سرش ** پس سیه کردی چو جان کافرش
- Şu halde her şeye çare bulan Allah’a sığınmaktan başka ne çare var? Bakırın ümitsizliğine iksir, ancak onun nazarıdır.
- پس چه چاره جز پناه چارهگر ** ناامیدی مس و اکسیرش نظر
- Ümitsizlikleri ona arz edin de devasız derdinizden kurtuluverin!”
- ناامیدیها به پیش او نهید ** تا ز درد بیدوا بیرون جهید
- Şuayb ona bu nükteleri söyleyince Şuayb’ın nefesleri yüzünden adamın gönlünde güller açıldı.
- چون شعیب این نکتهها با او بگفت ** ز آن دم جان در دل او گل شکفت
- Canı, gökyüzünden gelen vahiy sesini duydu. Dedi ki. “ Eğer bizi cezalandırdıysa nişanesi nerede?”
- جان او بشنید وحی آسمان ** گفت اگر بگرفت ما را کو نشان
- Şuayb “Yarabbi, beni kabul etmiyor. Bu muhazeye, bu cezaya nişane aramakta” dedi. 3390
- گفت یا رب دفع من میگوید او ** آن گرفتن را نشان میجوید او
- Allah “Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak iptilâsına dair şu tek remzi söyleyeyim:
- گفت ستارم نگویم رازهاش ** جز یکی رمز از برای ابتلاش
- Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: Oruç tutmak da dua etmekte.
- یک نشان آن که میگیرم و را ** آن که طاعت دارد از صوم و دعا
- Namaz kılmakta, zekât vermekte, başka ibadetlerde bulunmakta. Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
- و ز نماز و از زکات و غیر آن ** لیک یک ذره ندارد ذوق جان
- Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor. Fakat bir parçacık bile tat yok.
- میکند طاعات و افعال سنی ** لیک یک ذره ندارد چاشنی
- İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok ama içleri boş! 3395
- طاعتش نغز است و معنی نغز نی ** جوزها بسیار و در وی مغز نی
- İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek, tohumun ağaç olması için iç gerek!
- ذوق باید تا دهد طاعات بر ** مغز باید تا دهد دانه شجر
- İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey değil.
- دانهی بیمغز کی گردد نهال ** صورت بیجان نباشد جز خیال
- O hale âşina olamayan müridin şeyhi kınaması hikâyesinin sonu
- بقیهی قصهی طعنه زدن آن مرد بیگانه در شیخ
- O habis, şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı. Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.
- آن خبیث از شیخ میلایید ژاژ ** کژنگر باشد همیشه عقل کاژ
- “Ben, onu bir mecliste gördüm, takvası yok, bir müflisten ibaret.
- که منش دیدم میان مجلسی ** او ز تقوی عاری است و مفلسی
- İnanmıyorsan bu gece kalk da şeyhinin fıskını apaçık gör” dedi. 3400
- ور که باور نیستت خیز امشبان ** تا ببینی فسق شیخت را عیان
- Geceleyin o adamı bir pencere başına götürdü, dedi ki: “Fasikliğe bak, işreti gör”
- شب ببردش بر سر یک روزنی ** گفت بنگر فسق و عشرت کردنی