- Türk sağ oldukça mutlaka kendisine bir otağ bulur, hele Hak kapısının azizi olursa.
- ترک چون باشد بیابد خرگهی ** خاصه چون باشد عزیز درگهی
- Bütün kemiklerin İsa Aleyhisselâm’ın duasıyla dirilmesi
- تمامی قصهی زنده شدن استخوانها به دعای عیسی علیه السلام
- İsa, o gencin isteğiyle kemiklere Allah adını okudu.
- خواند عیسی نام حق بر استخوان ** از برای التماس آن جوان
- Allah’ın hükmü, o çiğ herif için o kemikleri diriltti.
- حکم یزدان از پی آن خام مرد ** صورت آن استخوان را زنده کرد
- Aradan bir kara aslan da dirilip sıçradı, ahmağa bir pençe vurup öldürdü.
- از میان بر جست یک شیر سیاه ** پنجهای زد کرد نقشش را تباه
- Kellesini kopardı, hemen beynini yere akıttı. Kafasında ceviz içi kadar beyin bile yoktu. 460
- کلهاش بر کند مغزش ریخت زود ** مغز جوزی کاندر او مغزی نبود
- Zaten beyni bile olsaydı o kırılmakta, o helâk olmakla ancak bedeni zail olur, ruhu kalırdı.
- گر و را مغزی بدی اشکستنش ** خود نبودی نقص الا بر تنش
- İsa aslana ,”Neden derhal onu paraladın?” dedi. Aslan, ”Sen ondan sıkılmış, perişan bir hale gelmiştin de ondan “ diye cevap verdi.
- گفت عیسی چون شتابش کوفتی ** گفت ز آن رو که تو زو آشوفتی
- İsa, “O halde niçin kanını içmedin?” deyince de dedi ki: “O benim rızkım değildi. Bana nasip olmamıştı.”
- گفت عیسی چون نخوردی خون مرد ** گفت در قسمت نبودم رزق خورد
- Nice kişiler vardır ki, o kükremiş aslan gibi avını yemeden dünyadan gitmiştir.
- ای بسا کس همچو آن شیر ژیان ** صید خود ناخورده رفته از جهان
- Kısmeti bir saman çöpü bile değilken hırsı dağ kadar. Allah’a yüzü yok. Âlem yanında kadir kıymet kazanmış! 465
- قسمتش کاهی نه و حرصش چو کوه ** وجه نه و کرده تحصیل وجوه
- Ey bize güç şeyleri kolaylaştıran Allah! Bizi abes ve boş şeylerden kurtar.
- ای میسر کرده بر ما در جهان ** سخره و بیگار ما را وارهان
- Bize rızık diye gösterdin, hâlbuki tuzakmış. Bize her şeyi olduğu gibi göster.
- طعمه بنموده به ما و آن بوده شست ** آن چنان بنما به ما آن را که هست
- O aslan ,”Ey Mesih, bu avlanma ancak ibret içindi.
- گفت آن شیر ای مسیحا این شکار ** بود خالص از برای اعتبار
- Eğer benim dünyada rızkım olsaydı ölülerle ne işim vardı, nasıl olurdu da ölürdüm?
- گر مرا روزی بدی اندر جهان ** خود چه کاراستی مرا با مردگان
- Fakat berrak suyu bulup da eşek gibi içine işeyenin lâyığı budur. 470
- این سزای آن که یابد آب صاف ** همچو خر در جو بمیزد از گزاف
- Eşek o ırmağın kadrini bilse ayağını sokacağı yerde başını kaldırırdı.
- گر بداند قیمت آن جوی خر ** او بجای پا نهد در جوی سر
- Hayat veren bir suya sahip öyle bir peygamber bulur da,
- او بیابد آن چنان پیغمبری ** میر آبی زندگانی پروری
- “Ey Âbıhayat sahibi, bizi, ol, emriyle dirilt.” Deyip nasıl ölmez?” dedi.
- چون نمیرد پیش او کز امر کن ** ای امیر آب ما را زنده کن
- Sen de kendine gel, köpek nefsini diriltmeyi isteme. Çünkü o nice zamandır senin düşmanındır.
- هین سگ نفس ترا زنده مخواه ** کاو عدوی جان تست از دیرگاه
- Bu köpeği can avından alıkoyan kemiğin başına toprak! 475
- خاک بر سر استخوانی را که آن ** مانع این سگ بود از صید جان
- Köpek değilsen neden kemiğe âşıksın, sülük gibi neden kanı seviyorsun?
- سگ نهای بر استخوان چون عاشقی ** دیوچهوار از چه بر خون عاشقی
- O ne biçim gözdür ki görmez, sınamalarda ancak rüsvay olur!
- آن چه چشم است آن که بیناییش نیست ** ز امتحانها جز که رسواییش نیست
- Zanlarda bazen hata olur; fakat bu ne biçim zandır ki yoldan kör olarak gelmektedir!
- سهو باشد ظنها را گاه گاه ** این چه ظن است این که کور آمد ز راه
- Ey başkalarına ağlayan göz, gel, bir müddetçik otur da kendine ağla!
- دیده آ بر دیگران نوحهگری ** مدتی بنشین و بر خود میگری
- Dal, ağlayan buluttan yeşerir, tazeleşir. Çünkü mum, ağlamakla daha aydın bir hale gelir. 480
- ز ابر گریان شاخ سبز و تر شود ** ز آنکه شمع از گریه روشنتر شود
- Nerde ağlıyorlarsa orda otur, çünkü sen, ağlamaya daha lâyıksın!
- هر کجا نوحه کنند آن جا نشین ** ز آنکه تو اولیتری اندر حنین
- EKSIK
- ز آن که ایشان در فراق فانیاند ** غافل از لعل بقای کانیاند
- Çünkü gönülde taklit nakşı var; yürü bendini gözyaşıyla yık!
- ز آن که بر دل نقش تقلید است بند ** رو به آب چشم بندش را برند
- Taklit, her iyiliğin afetidir. Sağlam bir dağ bile hakikatte samandan ibarettir.
- ز آن که تقلید آفت هر نیکویی است ** که بود تقلید اگر کوه قوی است
- Köre; kuvvetli ve tez kızar olsa bile bir et parçasıdır, gözü yok! 485
- گر ضریری لمترست و تیز خشم ** گوشت پارهش دان چو او را نیست چشم
- Kıldan ince söz söylese bile gönlünün, o sözden haberi olmaz.
- گر سخن گوید ز مو باریکتر ** آن سرش را ز آن سخن نبود خبر
- Kendi sözüyle sarhoş olur ama onunla şarap arasında ne kadar yol var!
- مستیی دارد ز گفت خود و لیک ** از بر وی تا به می راهی است نیک
- Irmağa benzer, su içemez ki. Su, arktan su içecekler için akıp gider.
- همچو جوی است او نه او آبی خورد ** آب از او بر آب خواران بگذرد
- Onun içindir ki su, arkta durmaz; su susamış değildir ki, su içemez ki!
- آب در جو ز آن نمیگیرد قرار ** ز آن که آن جو نیست تشنه و آب خوار
- Taklide düşen ney gibi feryat eder ama ancak o feryadı dinlemek isteyen için. 490
- همچو نایی نالهی زاری کند ** لیک بیگار خریداری کند
- Mukallit, söz söylerken ağlasa bile habîsin maksadı, ancak tamahtır.
- نوحهگر باشد مقلد در حدیث ** جز طمع نبود مراد آن خبیث
- Ağlar da yanık sözler söyler. Fakat kendisinde yanan yürek nerde, yırtılan etek nerde?
- نوحهگر گوید حدیث سوزناک ** لیک کو سوز دل و دامان چاک
- Muhakkikle mukallit arasında çok fark vardır. Bu Davut gibidir, öbürü ses gibi!
- از محقق تا مقلد فرقهاست ** کاین چو داود است و آن دیگر صداست
- Bunun sözleri yanıklıktan doğar, öbürüyse söylenmiş köhne sözleri belleyip nakleder.
- منبع گفتار این سوزی بود ** و آن مقلد کهنه آموزی بود
- Kendine gel, kendine! O hüzünlü sözlere kapılma. Öküzün üstünde yük var, kağnı da feryat edip ağlıyor! 495
- هین مشو غره بدان گفت حزین ** بار بر گاو است و بر گردون حنین
- Ama mukallit da sevaptan mahrum değildir. Hesaba gelince ağlayıcıya da para verirler.
- هم مقلد نیست محروم از ثواب ** نوحهگر را مزد باشد در حساب
- Kâfir de Allah der, mümin de. Fakat ikisinin arasında adamakıllı fark var.
- کافر و مومن خدا گویند لیک ** در میان هر دو فرقی هست نیک
- O yoksul, ekmek için Allah der, haramdan çekinense candan, gönülden.
- آن گدا گوید خدا از بهر نان ** متقی گوید خدا از عین جان
- Eğer yoksul, söylediği sözü bilseydi, gözünde ne az kalırdı ne çok!
- گر بدانستی گدا از گفت خویش ** پیش چشم او نه کم ماندی نه پیش
- Ekmek isteyen yıllardır Allah der, fakat saman için Mushaf taşıyan eşeğe benzer. 500
- سالها گوید خدا آن نان خواه ** همچو خر مصحف کشد از بهر کاه
- Dudağındaki gönlünden doğsa, gönlünü aydınlatsaydı bedeni zerre zerre olurdu.
- گر بدل در تافتی گفت لبش ** ذره ذره گشته بودی قالبش
- Şeytan’ın adı büyü yapmaya yara, sen de Allah adıyla mangır elde edersin!
- نام دیوی ره برد در ساحری ** تو به نام حق پشیزی میبری
- Köylünün karanlıkta öküz sanıp aslanı okşaması
- خاریدن روستایی در تاریکی شیر را به گمان آن که گاو اوست
- Köylünün biri, öküzünü ahıra bağlamıştı. Aslan gelip öküzü yedi, yerine geçip oturdu.
- روستایی گاو در آخر ببست ** شیر گاوش خورد و بر جایش نشست
- Köylü geceleyin ahıra gidip köşeye, bucağa el atarak öküzü aramaya koyuldu.
- روستایی شد در آخر سوی گاو ** گاو را میجست شب آن کنج کاو
- Elini aslana sürmekte, sırtını yağrısını yukarı aşağı okşamaktaydı. 505
- دست میمالید بر اعضای شیر ** پشت و پهلو گاه بالا گاه زیر