English    Türkçe    فارسی   

2
73-122

  • Nakşı da müşahede edersin, nakkaşı da. Devlet yaygısını da, onu döşeyeni de.
  • هم ببینی نقش و هم نقاش را ** فرش دولت را و هم فراش را
  • Sevgilimin hayali bana Halil gibidir. Sureti put ama manası putları kırmakta.
  • چون خلیل آمد خیال یار من ** صورتش بت معنی او بت شکن‏
  • Allah’a şükür olsun ki o zahir olunca can, onun hayalinden, kendi hayalini gördü. 75
  • شکر یزدان را که چون شد او پدید ** در خیالش جان خیال خود بدید
  • Kapısının toprağı, gönlümü teshir etti. Senin toprağına karşı ululananın toprak başına.
  • خاک درگاهت دلم را می‏فریفت ** خاک بر وی کاو ز خاکت می‏شکیفت‏
  • Dedim ki; Eğer güzelsem bu güzelliği onun lütfu olarak kabul ederim. Değilsem zaten çirkinlikler bile bana güler!
  • گفتم ار خوبم پذیرم این از او ** ور نه خود خندید بر من زشت رو
  • Çaresi şu: Kendime bakayım kendime çeki düzen vereyim. Bakalım, ona lâyık mıyım, değil miyim?
  • چاره آن باشد که خود را بنگرم ** ور نه او خندد مرا من کی خرم‏
  • O güzeldir, güzelliği sever. Taze bir delikanlı, kart bir ihtiyarı nasıl seçer?
  • او جمیل است و محب للجمال ** کی جوان نو گزیند پیر زال‏
  • Şunu bil ki güzel, güzeli cezbeder. “ Temizler, temizler içindir” ayetini oku! 80
  • خوب خوبی را کند جذب این بدان ** طیبات و طیبین بر وی بخوان‏
  • Âlem de her şey, bir şey cezbeder. Sıcak sıcağı çeker, soğuk soğuğu.
  • در جهان هر چیز چیزی جذب کرد ** گرم گرمی را کشید و سرد سرد
  • Aslı olmayan, aslı olmayanları çekmektedir, bakilerde bakilerden sarhoş olmakta.
  • قسم باطل باطلان را می‏کشند ** باقیان از باقیان هم سر خوشند
  • Cehennem ehli olanlar, cehennem ehli olanları cezbeder. Nura mensup olanlar, ancak nura mensup olanları ister.
  • ناریان مر ناریان را جاذب‏اند ** نوریان مر نوریان را طالب‏اند
  • Gözünü yumdun mu canın kopuyormuş gibi bir eleme, bir ıstıraba düşersin. Gözün, gündüzün nurundan ayrılmaya sabrı yoktur.
  • چشم چون بستی ترا تاسه گرفت ** نور چشم از نور روزن کی شکفت‏
  • Gözünü yumdun mu tasalanır, gama, gussaya düşersin. Gözün nuru, gündüzün nurundan ayrılamaz. 85
  • تاسه‏ی تو جذب نور چشم بود ** تا بپیوندد به نور روز زود
  • Senin tasan, gam ve gussan; hemencecik gündüzün nuruna kavuşmak isteyen göz nurunun cazibesinden ileri gelir.
  • چشم باز ار تاسه گیرد مر ترا ** دان که چشم دل ببستی بر گشا
  • Gözün açıkken de tasalanırsan bil ki gönül gözünü yummuşsundur, onu aç!
  • آن تقاضای دو چشم دل شناس ** کاو همی‏جوید ضیای بی‏قیاس‏
  • Bil ki sıkıntı gönlünün iki gözü de kapalı olduğundandır. Gönül gözü kıyasa sığmaz bir ziya arayıp durmaktadır.
  • چون فراق آن دو نور بی‏ثبات ** تاسه آوردت گشادی چشمهات‏
  • O iki ebedî nurun firkati, seni tasalandırmaktadır. Onu koru!
  • پس فراق آن دو نور پایدار ** تاسه می‏آرد مر آن را پاس دار
  • O mademki beni çağırmakta, ben de kendime bakayım. Onun cazibesine lâyık mıyım, yoksa çirkin miyim? 90
  • او چو می‏خواند مرا من بنگرم ** لایق جذب‏ام و یا بد پیکرم‏
  • Bir güzel, peşine bir çirkini takarsa onunla alay ediyor demektir.
  • گر لطیفی زشت را در پی کند ** تسخری باشد که او بر وی کند
  • Acaba yüzümü nasıl göreyim? Ne renkteyim ki, gündüz gibi miyim, gece gibi mi?
  • کی ببینم روی خود را ای عجب ** تا چه رنگم همچو روزم یا چو شب‏
  • Diye can suretimi hayli zamandır arayıp duruyordum. Fakat suretim kimseden görünmüyordu.
  • نقش جان خویش می‏جستم بسی ** هیچ می‏ننمود نقشم از کسی‏
  • Nihayet dedim ki, ayna neden icat edilmiş, ne güne yarar? Herkes nedir, kimdir, kendisini bilsin diye değil mi?
  • گفتم آخر آینه از بهر چیست ** تا بداند هر کسی کاو چیست و کیست‏
  • Demirden yapılma ayna suretler içindir. Can yüzünün aynasıysa çok pahalı, çok değerlidir. 95
  • آینه‏ی آهن برای پوستهاست ** آینه‏ی سیمای جان سنگین بهاست‏
  • Can aynası ancak sevgilinin yüzüdür. O sevgilinin yüzü ki, o diyardan.
  • آینه‏ی جان نیست الا روی یار ** روی آن یاری که باشد ز آن دیار
  • Dedim ki: Ey gönül sen küllî bir ayna ara. Denize git, ırmaktan iş bitmez!
  • گفتم ای دل آینه‏ی کلی بجو ** رو به دریا کار برناید به جو
  • Kul, bu istek yüzünden civarına geldi. Meryem’i hurma fidanına derdi çekti.
  • زین طلب بنده به کوی تو رسید ** درد مریم را به خرما بن کشید
  • Gönlüm, gözünü görünce o görmemiş göz yok oldu; gönlüm gözün ta kendisi kesildi.
  • دیده‏ی تو چون دلم را دیده شد ** این دل نادیده غرق دیده شد
  • Seni ebedî olarak küllî bir ayna gördüm. Gözünden kendi suretimi müşahede ettim. 100
  • آینه‏ی کلی ترا دیدم ابد ** دیدم اندر چشم تو من نقش خود
  • Nihayet ben, beni buldum, iki gözünde aydın bir yol gördüm, dedim
  • گفتم آخر خویش را من یافتم ** در دو چشمش راه روشن یافتم‏
  • Vehmin; kendine gel, o senin hayalindir. Kendini hayalinden ayırt et dedi.
  • گفت وهمم کان خیال تست هان ** ذات خود را از خیال خود بدان‏
  • Suretim gözünden seslendi: Birlikte ben senim, sen de bensin.
  • نقش من از چشم تو آواز داد ** که منم تو تو منی در اتحاد
  • Hayal bu zevali olmayan aydın gözdeki hakikatlerden nasıl yol bulur da girer?
  • کاندر این چشم منیر بی‏زوال ** از حقایق راه کی یابد خیال‏
  • Suretini, benden başkasının gözlerinden görürsen onu hayal bil, onu reddet! 105
  • در دو چشم غیر من تو نقش خود ** گر ببینی آن خیالی دان و رد
  • Çünkü benden başkası, gözüne yokluk sürmesi çekmekte hakikatte yok olan şeylerle gözünü sürmelemekte… Şarabı, Şeytanının tasvirinden tatmaktadır.
  • ز آن که سرمه‏ی نیستی در می‏کشد ** باده از تصویر شیطان می‏چشد
  • Onun gözü hayal ve yokluk evidir. Hulâsa o, yokları var görür.
  • چشمشان خانه‏ی خیال است و عدم ** نیستها را هست بیند لاجرم‏
  • Benim gözüme ululuk sahibi Allah’ın sürmesiyle sürmelenmiştir. Varlık evidir, hayal evi değil.
  • چشم من چون سرمه دید از ذو الجلال ** خانه‏ی هستی است نه خانه‏ی خیال‏
  • Gözünde bir tek kıl olsa hayalinde gevher, yeşim taşı gibi görünür.
  • تا یکی مو باشد از تو پیش چشم ** در خیالت گوهری باشد چو یشم‏
  • Hayalinden tamamıyla geçersen o vakit yeşim taşını, gevherden ayırt edebilirsin. 110
  • یشم را آن گه شناسی از گهر ** کز خیال خود کنی کلی عبر
  • Ey gevher tanıyan kişi, bir hikâye dinle de meydanda ve apaçık olan şeyi kıyastan fark et.
  • یک حکایت بشنو ای گوهر شناس ** تا بدانی تو عیان را از قیاس‏
  • Allah razı olsun, Ömer zamanında birisinin, hayalini hilâl sanması.
  • هلال پنداشتن آن شخص خیال را در عهد عمر
  • Ömer zamanında oruç ayı geldi. Birkaç kişi bir dağın tepesine koştu.
  • ماه روزه گشت در عهد عمر ** بر سر کوهی دویدند آن نفر
  • Oruç ayının hilâlini görüp kutlulanmak, onu hayra yormak istiyorlardı. Birisi “ Ey Ömer, işte hilâl” dedi.
  • تا هلال روزه را گیرند فال ** آن یکی گفت ای عمر اینک هلال‏
  • Ömer gökyüzüne baktıysa da ayı göremedi. “ Bu ay senin hayalinden meydana geldi.
  • چون عمر بر آسمان مه را ندید ** گفت کاین مه از خیال تو دمید
  • Yoksa ben, gökleri senden daha iyi görürüm. Tertemiz hilâli nasıl olur da görmem? 115
  • ور نه من بیناترم افلاک را ** چون نمی‏بینم هلال پاک را
  • Elini ısla da kaşını sıvazla. Ondan sonra hilâle bak!” dedi.
  • گفت تر کن دست و بر ابرو بمال ** آن گهان تو بر نگر سوی هلال‏
  • Adam elini ıslayıp kaşını sıvazlayınca ayı göremedi. “ Padişahım, ay yok görünmez oldu” dedi.
  • چون که او تر کرد ابرو مه ندید ** گفت ای شه نیست مه شد ناپدید
  • Ömer dedi ki: “Evet, kaşının kılı seni şüphelendirdi; yaydan sana bir ok attı”.
  • گفت آری موی ابرو شد کمان ** سوی تو افکند تیری از گمان‏
  • Onun yolunu bir eğri kıl kesti, o yüzden ayı gördüm diye davaya kalkıştı.
  • چون یکی مو کج شد او را راه زد ** تا به دعوی لاف دید ماه زد
  • Bir eğri kıl gökyüzüne perde olursa bütün vücudun eğri olunca halin ne olur? 120
  • موی کج چون پرده‏ی گردون بود ** چون همه اجزات کج شد چون بود
  • Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden, o eşikten baş çekme!
  • راست کن اجزات را از راستان ** سر مکش ای راست رو ز آن آستان‏
  • Teraziyi, terazi doğrulttuğu gibi terazinin değerini azaltan da yine terazidir.
  • هم ترازو را ترازو راست کرد ** هم ترازو را ترازو کاست کرد