- Bu sözün sonu gelmez. Sen yine Dedukî’nin hikâyesini söyle!
- این سخن پایان ندارد ای عمو ** داستان آن دقوقی را بگو
- Yine Dekukî hikâyesi
- بازگشتن به قصهی دقوقی
- Allah Rahmet etsin, Dedukî dedi ki: Nice zamandır doğuda, batıda sefer edip dururum.
- آن دقوقی رحمة الله علیه ** گفت سافرت مدی فی خافقیه
- Yıllarca, aylarca bir ay yüzlünün aşkıyla gittim. Ne yoldan haberim vardı, ne belden! Allah kudretlerine hayran bir halde yürüdüm.
- سال و مه رفتم سفر از عشق ماه ** بیخبر از راه حیران در اله
- Birisi ona : “Dikenliklerde, taşlıklarda yalınayak mı gidiyorsun?” dedi. Dekukî dedi ki: “Ben hayretler içindeyim, kendimde değilim ki. 1975
- پا برهنه میروی بر خار و سنگ ** گفت من حیرانم و بی خویش و دنگ
- Sen bu ayakları yere basıyor sanma, öyle görme. Çünkü âşık şüphe yok ki gönül yurduna sefer eder.
- تو مبین این پایها را بر زمین ** زانک بر دل میرود عاشق یقین
- Gönül, sevgilinin sarhoşudur: yoldan, konaktan yolun kısalığından, uzunluğundan ne haberi var”
- از ره و منزل ز کوتاه و دراز ** دل چه داند کوست مست دلنواز
- Yolun uzunluğu, kısalığı, tenin vasıflarıdır. Ruhların gidişi başka çeşit bir gidiştir.
- آن دراز و کوته اوصاف تنست ** رفتن ارواح دیگر رفتنست
- Sen, meni iken akıl âlemine kadar sefer edip geldin. Bu seferinde ne adım attın, ne bir yerde konakladın, ne de bir yerden bir yere göçtün.
- تو سفرکردی ز نطفه تا بعقل ** نه بگامی بود نه منزل نه نقل
- Canın gezip yürümesi, keyfiyetten hariçtir, anlatılamaz. Cismimiz de gezmeyi candan öğrendi. 1980
- سیر جان بی چون بود در دور و دیر ** جسم ما از جان بیاموزید سیر
- Dekukî de cisim âleminde olan gezmeyi gayri bıraktı da manevi bir keyfiyete büründü, gizlice ve keyfiyetsiz olarak gitmekte.
- سیر جسمانه رها کرد او کنون ** میرود بیچون نهان در شکل چون
- Dekukî dedi ki: “Bir gün, sevgilinin nurlarını insanda görmeye iştiyakım arttı.
- گفت روزی میشدم مشتاقوار ** تا ببینم در بشر انوار یار
- Katrede bahri muhiti, zerrede güneşi görmek arzusuna düştüm.
- تا ببینم قلزمی در قطرهای ** آفتابی درج اندر ذرهای
- Gide gide bir deniz kıyısına vardım. Vakit gecikmişti, akşam olmuştu.
- چون رسیدم سوی یک ساحل بگام ** بود بیگه گشته روز و وقت شام
- Kıyıda yedi mum görünmesi
- نمودن مثال هفت شمع سوی ساحل
- Ansızın ta uzaktan o sahilde yedi mum gördüm, mumların bulunduğu yere doğru koşmaya başladım. 1985
- هفت شمع از دور دیدم ناگهان ** اندر آن ساحل شتابیدم بدان
- O yedi mumun her birinin nuru gökyüzüne kadar vurmuştu.
- نور شعلهی هر یکی شمعی از آن ** بر شده خوش تا عنان آسمان
- Hayretlere düştüm, hatta hayret bile hayran oldu. Hayret dalgası aklımın başından aştı!
- خیره گشتم خیرگی هم خیره گشت ** موج حیرت عقل را از سر گذشت
- “Bu mumlar, ne çeşit mum? Halk nasıl oluyor da bunları görmüyor;
- این چگونه شمعها افروختست ** کین دو دیدهی خلق ازینها دوختست
- Aydan daha aydın olan mumlar durup dururken başka bir mum arıyor?
- خلق جویان چراغی گشته بود ** پیش آن شمعی که بر مه میفزود
- Halkın gözünde ne şaşılacak bir bağ var ki bunları görmüyor. Allah doğru yolu dilediğine gösteriyor sahiden” diyordum. 1990
- چشمبندی بد عجب بر دیدهها ** بندشان میکرد یهدی من یشا
- O yedi mumun bir mum oluşu
- شدن آن هفت شمع بر مثال یک شمع
- Bir de baktım ki o yedi mum bir mum oldu. Nuru, gökyüzünü bile delip geçmekteydi.
- باز میدیدم که میشد هفت یک ** میشکافد نور او جیب فلک
- Sonra yine o tek mum, yedi mum oldu. Benim sarhoşluğum, hayretim arttı.
- باز آن یک بار دیگر هفت شد ** مستی و حیرانی من زفت شد
- O mumların birleşmesini dille anlatmaya imkân yok ki!
- اتصالاتی میان شمعها ** که نیاید بر زبان و گفت ما
- Gözün bir an içinde gördüğünü dil, yıllarca söylese anlatamaz.
- آنک یک دیدن کند ادارک آن ** سالها نتوان نمودن از زبان
- Kulak idrakin bir ân içinde gördüğü şeyleri, yıllarca dinlese bitmez. 1995
- آنک یک دم بیندش ادراک هوش ** سالها نتوان شنودن آن بگوش
- Mademki bunun sonu yok, hadi, var, yine o hamdinde âciz olduğum şeyi anlat!
- چونک پایانی ندارد رو الیک ** زانک لا احصی ثناء ما علیک
- O mumlar ulu Allah’tan ne çeşit nişanelerdir diye koşa koşa gidiyordum.
- پیشتر رفتم دوان کان شمعها ** تا چه چیزست از نشان کبریا
- Derken kendimden geçtim, acelemden yere yıkıldım, harap oldum.
- میشدم بی خویش و مدهوش و خراب ** تا بیفتادم ز تعجیل و شتاب
- Topraklara serildim, bir müddet akılsız, idraksiz bir halde kaldım.
- ساعتی بیهوش و بیعقل اندرین ** اوفتادم بر سر خاک زمین
- Sonra kendime gelip yine kalktım, yola düştüm. Fakat bir yere gidiyordum ki ne başım bendeydi ne ayağım! 2000
- باز با هوش آمدم برخاستم ** در روش گویی نه سر نه پاستم
- Mumların yedi adam şeklinde görünmesi
- نمودن آن شمعها در نظر هفت مرد
- Derken bu yedi mum, nurların ta lâcivert kubbeye kadar yükselen,
- هفت شمع اندر نظر شد هفت مرد ** نورشان میشد به سقف لاژورد
- Gündüzün nurlarını bile bir karaltı gibi gösteren, aydınlıklarıyla bütün nurları silip süpüren yedi adam şekline girdi.
- پیش آن انوار نور روز درد ** از صلابت نورها را میسترد
- Mumların yedi tane ağaç olması
- باز شدن آن شمعها هفت درخت
- Sonra o yedi adam, yedi tane ağaç oldu. İnsan yeşilliklerinden neşeleniyordu.
- باز هر یک مرد شد شکل درخت ** چشمم از سبزی ایشان نیکبخت
- Yapraklarının çokluğundan dalları görünmemekte, meyvelerinin bolluğundan yaprakları kaybolmaktaydı.
- زانبهی برگ پیدا نیست شاخ ** برگ هم گم گشته از میوهی فراخ
- Dallar ta Sidre’ye kadar yükselmiş… hatta Sidre de ne oluyor? Halâ’yı bile aşmıştı. 2005
- هر درختی شاخ بر سدره زده ** سدره چه بود از خلا بیرون شده
- Kökleri, yerin dibine kadar girmiş, yayılmış, öküzle balığı bile geçmişti.
- بیخ هر یک رفته در قعر زمین ** زیرتر از گاو و ماهی بد یقین
- Kökleri, dallarından daha taze, daha lâtifti. Bunları seyredenin aklı, hayretlere düşüyor, altüst oluyordu.
- بیخشان از شاخ خندانرویتر ** عقل از آن اشکالشان زیر و زبر
- Olgunluktan yarılan meyvelerinden su gibi nur şimşekleri fışkırtmaktaydı!
- میوهای که بر شکافیدی ز زور ** همچو آب از میوه جستی برق نور
- Bu ağaçların halkın gözünden gizli kalması
- مخفی بودن آن درختان ازچشم خلق
- Asıl şaşılacak şeye gelince: O ovalardan, o çöllerden yüz binlerce adam geçiyor,
- این عجبتر که بریشان میگذشت ** صد هزاران خلق از صحرا و دشت
- Gölgelik için can veriyorlar, başlarını kilimlerle örtüyorlardı da, 2010
- ز آرزوی سایه جان میباختند ** از گلیمی سایهبان میساختند
- Onların gölgesini bile görmüyorlardı. İyi görmeyen çakmaklaşmış gözlere yüzlerce kere tuuh!
- سایهی آن را نمیدیدند هیچ ** صد تفو بر دیدههای پیچ پیچ
- Allah’ın kahrı, gözleri bağlanmış yoksa… Gözleri bağlı adam, ayı görmez de Sühayı görür!
- ختم کرده قهر حق بر دیدهها ** که نبیند ماه را بیند سها
- Güneşi görmez de zerreyi görür. Fakat yine de Allah’ın lütfundan, kereminden ümit kesilmez ya!
- ذرهای را بیند و خورشید نه ** لیک از لطف و کرم نومید نه
- Kervanlar aç susuz ağaçların altına dökülen bu olgun meyveleri görüyorlar. Yarabbi, bu ne sihir?
- کاروانها بی نوا وین میوهها ** پخته میریزد چه سحرست ای خدا
- Halk, çürük meyveleri toplamakta, pisboğaz ve doymaz adamlar, bu pörsümüş meyveleri yağma etmek için birbirlerine girmekteydi. 2015
- سیب پوسیده همیچیدند خلق ** درهم افتاده بیغما خشکحلق
- O dallar, meyveler, yapraklarsa anbean “Keşke kavmimiz bizi bilseydi, ne olurdu?” diyorlardı.
- گفته هر برگ و شکوفه آن غصون ** دم بدم یا لیت قوم یعلمون
- Her ağaçtan “A bahtsız kişiler, bize gelin, bize” diye ses geliyordu.
- بانگ میآمد ز سوی هر درخت ** سوی ما آیید خلق شوربخت
- Fakat Allah’tan da ağaçlara: “Onların gözlerini bağladık, onlara sığınacak yer yok!” sesi gelmekteydi.
- بانگ میآمد ز غیرت بر شجر ** چشمشان بستیم کلا لا وزر
- Onlara birisi, “Bu yana gelin de bu ağaçlardan faydalanın” dese,
- گر کسی میگفتشان کین سو روید ** تا ازین اشجار مستسعد شوید
- Hepsi birden “Bu sarhoş yoksul, Allah’ın takdiriyle deli olmuş. 2020
- جمله میگفتند کین مسکین مست ** از قضاء الله دیوانه شدست
- Bu yoksulun beyni başa çıkmaz sevdalarla, sonu gelmez riyazatlarla soğan gibi çürümüş kokmuş!” diyorlardı.
- مغز این مسکین ز سودای دراز ** وز ریاضت گشت فاسد چون پیاز