Dünyada ondan edepsiz, ondan terbiyesiz kimse yoktur. Fakat hakikatte ondan terbiyeli, ondan edepli kimse de yoktur.
بیادبتر نیست کس زو در جهان ** با ادبتر نیست کس زو در نهان
Ey aslı, nesli belli kişi bu edeplilikle edepsizliği birbirine uygun bil.3680
هم بنسبت دان وفاق ای منتجب ** این دو ضد با ادب با بیادب
Zahirine bakarsan edepsiz gibi görünür. Çünkü başında aşk dâvası vardır ( bu dâva da varlık alâmetidir).
بیادب باشد چو ظاهر بنگری ** که بود دعوی عشقش همسری
Fakat hakikatte dâva nerede? O padişahın önünde dâva da fanidir, âşık da!
چون به باطن بنگری دعوی کجاست ** او و دعوی پیش آن سلطان فناست
Zeyd öldü desek bu cümlede Zeyd faildir ama hakikatte fail değildir, elinden bir şey gelmez ki!
مات زید زید اگر فاعل بود ** لیک فاعل نیست کو عاطل بود
Nahiv bakımından faildir… Yoksa hakikatte mefuldür, ölüm onu öldürüverir.
او ز روی لفظ نحوی فاعلست ** ورنه او مفعول و موتش قاتلست
Nerede Zeyd’in failliği? Öyle mahvolur ki bütün faillikler, ondan uzak kalır.3685
فاعل چه کو چنان مقهور شد ** فاعلیها جمله از وی دور شد
Sadr-ı Cihan’ın vekilinin bir töhmet altına alınarak can korkusuyla Buhara’dan kaçması, Sadr-ı Cihan’a âşık olduğundan tekrar ters yüzüne geri dönmesi, âşıklar için can vermek kolaydır
قصه وکیل صدر جهان کی متهم شد و از بخارا گریخت از بیم جان باز عشقش کشید رو کشان کی کار جان سهل باشد عاشقان را
Buhara’da Sadr-ı Cihan’ın kulu bir töhmete uğradı, mevkiinde düştü, gizlenmeye mecbur oldu.
در بخارا بندهی صدر جهان ** متهم شد گشت از صدرش نهان
On yıl gâh Horasan’da, gâh Kuhistan ve gâh Deşt’te başıboş bir halde gezip dolaştı.
مدت ده سال سرگردان بگشت ** گه خراسان گه کهستان گاه دشت
On yıl sonra iştiyaktan takati kalmadı, ayrılık günleri sabrını tüketti.
از پس ده سال او از اشتیاق ** گشت بیطاقت ز ایام فراق
Dedi ki artık ayrılığa tahammülüm kalmadı. Sabır, insanı küstahlıktan alıkoyabilir mi hiç?
گفت تاب فرقتم زین پس نماند ** صبر کی داند خلاعت را نشاند
Ayrılık yüzünden bu topraklar bile çoraklaşır… Sular bile sararır, kokar, bulanır!3690
از فراق این خاکها شوره بود ** آب زرد و گنده و تیره شود
Adamın canına can katan rüzgâr, ufunetli bir hale gelir, veba kesilir… Ateş kül haline gelir, savrulur!
Cennet gibi olan bağlar, bahçeler sararır solar, yapraklar kurur, dökülür… Bir hastalık yurdu olur!
باغ چون جنت شود دار المرض ** زرد و ریزان برگ او اندر حرض
Her şeyi anlayan akıl bile olsa dostların ayrılığıyla yayı kırılmış okçuya döner.
عقل دراک از فراق دوستان ** همچو تیرانداز اشکسته کمان
Cehennem bile ayrılık yüzünden, gençlik çağına hasret çeken ihtiyarın titrediği titrer, yandığı gibi yanar kavrulur.
دوزخ از فرقت چنان سوزان شدست ** پیر از فرقت چنان لرزان شدست
Kıvılcım gibi insanı yakan, mahveden ayrılığı kıyamete kadar anlatsam yine yüz binde birini olsun anlatamam.3695
گر بگویم از فراق چون شرار ** تا قیامت یک بود از صد هزار
O halde onun yakıcılığını anlatmaya kalkışma sus, yarabbi, beni sen kurtar, sen kurtar da ancak.
پس ز شرح سوز او کم زن نفس ** رب سلم رب سلم گوی و بس
Dünyada neyin visaliyle neşelenirsen o vuslat zamanında ondan ayrıldığını bir düşün hele!
هرچه از وی شاد گردی در جهان ** از فراق او بیندیش آن زمان
Senin neşelendiğin şeyle çok kişiler neşelendi… Fakat sonunda sahibine vefa etmedi, yel gibi geçti gitti!
زانچ گشتی شاد بس کس شاد شد ** آخر از وی جست و همچون باد شد
Gönül, sana da vefa etmez, seni de terk edip gider. O senden vazgeçmeden sen ondan vazgeçmeye çalış.
از تو هم بجهد تو دل بر وی منه ** پیش از آن کو بجهد از وی تو بجه
Ruhulkudüs’ün Meryem’e, Meryem çıplak bir halde yıkanırken bir insan şeklinde görünmesi, Meryem’in Ulu Allah’a sığınması
پیدا شدن روح القدس بصورت آدمی بر مریم بوقت برهنگی و غسل کردن و پناه گرفتن بحق تعالی
Fırsat elden çıkmadan Meryem gibi sen de surete “Senden Rahman’a sığınırım” de.3700
همچو مریم گوی پیش از فوت ملک ** نقش را کالعوذ بالرحمن منک
Meryem yapayalnızken canlara can katan birisini gördü. Bu adam, öyle güzeldi ki gönülleri alıyordu.
دید مریم صورتی بس جانفزا ** جانفزایی دلربایی در خلا
Ruhulemin, onun gözünün ay gibi güneş gibi yerden doğuverdi.
پیش او بر رست از روی زمین ** چون مه وخورشید آن روح الامین
Güneş, doğudan nasıl çıkarsa o da örtüsüz, nikâpsız Meryem’in önünde yerden doğdu.
از زمین بر رست خوبی بینقاب ** آنچنان کز شرق روید آفتاب
Meryem çıplaktı, bir kötülük yapar diye korktu, eli ayağı titremeye başladı.
لرزه بر اعضای مریم اوفتاد ** کو برهنه بود و ترسید از فساد
Gördüğü adam öyle dilberdi ki Yusuf bile görse Yusuf’u gören kadınlar gibi şaşırıp kalır, ellerini doğrardı.3705
صورتی که یوسف ار دیدی عیان ** دست از حیرت بریدی چو زنان
Gönülden baş gösterip çıkan bir hayal gibi o gül yüzlü, Meryem’in önünde topraktan bitivermişti.
همچو گل پیشش برویید آن ز گل ** چون خیالی که بر آرد سر ز دل
Meryem, kendisinden geçti ve bu dalgınlık âleminde, bu adamdan Allah’a sığınayım dedi.
گشت بیخود مریم و در بیخودی ** گفت بجهم در پناه ایزدی
O yeni, yakası temiz kızın âdetiydi, bir şeyden ürktü mü pılısını pırtısını gayp âlemine çeker, Allah’a sığınırdı.
زانک عادت کرده بود آن پاکجیب ** در هزیمت رخت بردن سوی غیب
Dünyanın kararsız bir âlem olduğunu görmüş, ihtiyata riayet ederek Allah’a sığınmayı âdet edinmişti.
چون جهان را دید ملکی بیقرار ** حازمانه ساخت زان حضرت حصار
Bu suretle de ölüm zamanına dek gideceği yolu düşmanın kesmemesini diler, Allah tapısının kendisine bir kale olmasını temin etmek isterdi.3710
تا به گاه مرگ حصنی باشدش ** که نیابد خصم راه مقصدش
Allah’a sığınmadan daha iyi bir kale görmemişti; bu yüzden de kale civarında yurt edinmişti.
از پناه حق حصاری به ندید ** یورتگه نزدیک آن دز برگزید
Meryem o akılları yakan, ciğerleri okşayan bakışları gördü.
چون بدید آن غمزههای عقلسوز ** که ازو میشد جگرها تیردوز
Padişahta o bakışlara kulağı küpeli bir köle olmuştu, asker de… O bakışlar, akıl padişahlarının akıllarını almış, onları divaneye döndürmüştü!
شاه و لشکر حلقه در گوشش شده ** خسروان هوش بیهوشش شده
O güzel gözler, yüz binlerce padişahı fermanlı köle yapmış, yüzbinlerce dolunayı hilâl haline getirmişti.
صد هزاران شاه مملوکش برق ** صد هزاران بدر را داده به دق
Zühre de bile ondan bahsetmeye kudret yoktu… Aklı kül bile onu görünce noksanlaşırdı.3715
زهره نی مر زهره را تا دم زند ** عقل کلش چون ببیند کم زند
Ben ne söyleyebilirim, ağzı, ağzımı kapattı; söylemeye takatim kalmadı ki!
من چگویم که مرا در دوختهست ** دمگهم را دمگه او سوختهست
Ben, yalnız o ateşin bir dumanıyım ateşe delâlet etmekteyim. O padişahtan uzaktayken, onu görmeden hakkında ne söylenmişse hepsi de asılsız, hepsi de saçma!
دود آن نارم دلیلم من برو ** دور از آن شه باطل ما عبروا
Zaten güneşe, âlemi kaplayan nurundan başka bir delil olamaz ki.
خود نباشد آفتابی را دلیل ** جز که نور آفتاب مستطیل
Gölgenin on delâlet etmesine imkân mı var? Gölge, onun yanında hor, hakir olup kalıyor ya… işte bu, kâfi ona!
سایه کی بود تا دلیل او بود ** این بستش کع ذلیل او بود
Bu ululuk, ona tam doğru bir delil: bütün anlayışlar geridedir, o ilerde!3720
این جلالت در دلالت صادقست ** جمله ادراکات پس او سابقست
Bütün anlayışlar topal eşeklere binmiş… O, ok gibi uçup giden rüzgâra!
جمله ادراکات بر خرهای لنگ ** او سوار باد پران چون خدنگ
Padişah kaçarsa tozunu bile kimse bulamaz… Onlar kaçarlarsa padişah, yolarını kesiverir!
گر گریزد کس نیابد گرد شه ** ور گریزند او بگیرد پیش ره
Âlemde bütün anlayışlar, durup dinlenmezler… Meydanda koşup yelme zamanıdır, oturup zevkle içkiye dalma zamanı değil!
جمله ادراکات را آرام نی ** وقت میدانست وقت جام نی
Birinin vehmi, bir doğan gibi uçup geçer, öbürünün vehmini mesafeleri delip geçen ok gibi uçar!
آن یکی وهمی چو بازی میپرد ** وآن دگر چون تیر معبر میدرد
Öbürünün ki yelken açmış gemi gibi gider… Bir başkasınınkiyse her an gerileyip durur!3725
وان دگر چون کشتی با بادبان ** وآن دگر اندر تراجع هر زمان
Bütün bu vehimler, bütün bu anlayış kuşları, uzaktan bir av gördüler mi hep birden saldırırlar.
چون شکاری مینمایدشان ز دور ** جمله حمله میفزایند آن طیور
Av ortadan kayboldu mu şaşırırlar, baykuşlar gibi viranelere dalarlar!
چونک ناپیدا شود حیران شوند ** همچو جغدان سوی هر ویران شوند
O av tekrar nazlana, nazlana salınsın, görünsün diye bir gözünü açıp bir tekini yumarak beklerler.
منتظر چشمی به هم یک چشم باز ** تا که پیدا گردد آن صید به ناز