- Sevgiliyle beraber oturduğum yer, yerin altı da olsa yine arştan yücedir.
- هر کجا دلبر بود خود همنشین ** فوق گردونست نه زیر زمین
- Mustafa aleyhisselâm’ın “Beni Yunus ibn-i Metta’dan üstün tutmayın” hadisinin tefsiri
- تفسیر این خبر کی مصطفی علیه السلام فرمود لا تفضلونی علی یونس بن متی
- Peygamber dedi ki: Benim miracım, Yunus’un miracından üstün değildir.
- گفت پیغامبر که معراج مرا ** نیست بر معراج یونس اجتبا
- Benimki göklere çıkmakla oldu, onun ki yerlere inmekle… Zaten Allah yakınlığı hesaba sığmaz ki.
- آن من بر چرخ و آن او نشیب ** زانک قرب حق برونست از حساب
- Yakınlık, ne yukarıya çıkmaktır, ne aşağıya inmek. Allah yakınlığı, varlık hapsinden kurtulmaktır.
- قرب نه بالا نه پستی رفتنست ** قرب حق از حبس هستی رستنست
- Yok olana yukarı nedir, aşağı ne? Yok olanın ne yakınlığı olur, ne uzaklığı, ne geç kalışı! 4515
- نیست را چه جای بالا است و زیر ** نیست را نه زود و نه دورست و دیر
- Allah’ın sanat yurdu da yokluktandır, hazinesi de. Sen, varlığa aldanmış kalmışsın, yokluk nedir, ne bileceksin?
- کارگاه و گنج حق در نیستیست ** غرهی هستی چه دانی نیست چیست
- Hulâsa onların kırıklığı hiç bizim kırıklığımıza benzer mi a ulu kişi?
- حاصل این اشکست ایشان ای کیا ** مینماند هیچ با اشکست ما
- Onlar, biz ikbale erişip yücelince nasıl neşelenirsek horluğa düşüp ellerindekini telef edince öyle neşelenirler.
- آنچنان شادند در ذل و تلف ** همچو ما در وقت اقبال و شرف
- Bu çeşit adamın malı, geliri, yokluk varlığından ibarettir. Yoksulluk, horluk, ona iftihardır, yüceliktir.
- برگ بیبرگی همه اقطاع اوست ** فقر و خواریش افتخارست و علوست
- Esirlerden biri dedi ki: “Peki niçin Peygamber, bizim halimizi görmedi. Bizi böyle zincirlere vurulmuş görünce nasıl oldu da güldü. 4520
- آن یکی گفت ار چنانست آن ندید ** چون بخندید او که ما را بسته دید
- Hani onun huyları değişmişti, hani o Allah huylarıyla huylanmıştı da neşesi ne bu zindanın lezzetlerindendi, ne bu zindandan kurtulduğundan.
- چونک او مبدل شدست و شادیش ** نیست زین زندان و زین آزادیش
- Pekâlâ ya neden düşmanlarının kahroluşundan neşeleniyor, neden bu fetihten bu zaferden gururlanıyor?
- پس به قهر دشمنان چون شاد شد ** چون ازین فتح و ظفر پر باد شد
- Erkek aslanlara kolayca üstün geldi, muzaffer oldu diye neşelenmekte.
- شاد شد جانش که بر شیران نر ** یافت آسان نصرت و دست و ظفر
- Gayri anladık ki o da hür değil… Dünyadan başka hiçbir şeyle memnun değil, başka bir şeyden gönlü şad olmuyor?
- پس بدانستیم کو آزاد نیست ** جز به دنیا دلخوش و دلشاد نیست
- Yoksa nasıl gülebilir ki? O dünya ehli, iyiye de merhamet eder, kötüye de... İyiyi de esirger, kötüyü de” 4525
- ورنه چون خندد که اهل آن جهان ** بر بد و نیکاند مشفق مهربان
- Esirler, birbirleriyle bunu konuşuyor, birbirlerine bunu fısıldıyorlardı.
- این بمنگیدند در زیر زبان ** آن اسیران با هم اندر بحث آن
- Memur duymasın, duyarsa o padişaha söyler, sözlerimiz kulağına gider diye fısıltıyla konuşuyorlardı.
- تا موکل نشنود بر ما جهد ** خود سخن در گوش آن سلطان برد
- Peygamber aleyhisselâm’ın onların kınamalarını dırıltılarını duyması
- آگاه شدن پیغامبر علیه السلام از طعن ایشان بر شماتت او
- Memur, o sözü duymadı ama Allah bilgisine sahip olan Peygamber’in kulağına vardı.
- گرچه نشنید آن موکل آن سخن ** رفت در گوشی که آن بد من لدن
- Yusuf’un gömleğini alıp götüren, gömleğin kokusunu duymadı da Yakup duydu.
- بوی پیراهان یوسف را ندید ** آنک حافظ بود و یعقوبش کشید
- Şeytanlar, gökyüzünün çevresinde döner, dolaşırlar da yine Levh-i Mahvuz’daki gayp sırlarını duyamazlar. 4530
- آن شیاطین بر عنان آسمان ** نشنوند آن سر لوح غیبدان
- Muhammed’se dayanıp yatmış, uyurken o sır gelir, başucunda döner durur!
- آن محمد خفته و تکیه زده ** آمده سر گرد او گردان شده
- Helvayı kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil!
- او خورد حلوا که روزیشست باز ** آن نه کانگشتان او باشد دراز
- Delici Şahab, şeytanları, hırsızlığı bırakın da Ahmed’ den sır öğrenin diye kovar, sürer.
- نجم ثاقب گشته حارس دیوران ** که بهل دزدی ز احمد سر ستان
- Ey iki gözünü de dükkâna dikmiş, ümidini oraya bağlamış adam, kendine gel, mescide yürü de rızkını Allah’tan iste!
- ای دویده سوی دکان از پگاه ** هین به مسجد رو بجو رزق اله
- Peygamber, onların sözlerini duyup söylediklerini anladı da dedi ki: O gülüş, savaşta galebe ettim diye değil ki. 4535
- پس رسول آن گفتشان را فهم کرد ** گفت آن خنده نبودم از نبرد
- Onlar ölmüşlerdir, yokluk âleminde çürüyüp gitmişlerdir. Bizce ölüyü öldürmeye kalkışmak erlik değildir.
- مردهاند ایشان و پوسیدهی فنا ** مرده کشتن نیست مردی پیش ما
- Onlar da kim oluyor ki? Ben savaşta ayak diredim mi ay bile yarılır!
- خود کیند ایشان که مه گردد شکاف ** چونک من پا بفشرم اندر مصاف
- Hani hür olduğumuz, mevki ve şeref sahibi olduğunuz zamanlar yok mu? İşte ben, o vakit sizi böyle bağlanmış zincirlere vurulmuş görüyordum.
- آنگهی کزاد بودیت و مکین ** مر شما را بسته میدیدم چنین
- Ey malla, mülkle, soyla, sopla nazlanan, sen akıllı kişinin yanında oluk üstündeki devesin!
- ای بنازیده به ملک و خاندان ** نزد عاقل اشتری بر ناودان
- Ten suretinin leğeni damdan düşünce gelecek gelir çatar sözü gözümün önünde tahakkuk etti, gelecek şeyler geldi çattı! 4540
- نقش تن را تا فتاد از بام طشت ** پیش چشمم کل آت آت گشت
- Üzüme bakıyor, şarabı görüyorum… Yok’a bakıyorum, açıkça var’ı görüyorum.
- بنگرم در غوره می بینم عیان ** بنگرم در نیست شی بینم عیان
- Sırra bakmakta, daha dünyada Âdem’le Havva vücuda gelmemişken gizli bir âlem görmekteyim.
- بنگرم سر عالمی بینم نهان ** آدم و حوا نرسته از جهان
- Siz, daha Elest deminde zerrelerden ibarettiniz… Daha vakit ayaklarınız bağlı, baş aşağı ve alçalmış bir haldeydiniz; sizi öyle görüyordum ben.
- مر شما را وقت ذرات الست ** دیدهام پا بسته و منکوس و پست
- Direksiz, desteksiz gökyüzü yaratılmadan bildiğim şeyler, âlem yaratıldıktan sonra da hep o… hiç artmadı.
- از حدوث آسمان بی عمد ** آنچ دانسته بدم افزون نشد
- Ben, daha sudan, topraktan vücut bulmamış, bu surete bürünmemişken sizi baş aşağı olmuş görüyordum. 4545
- من شما را سرنگون میدیدهام ** پیش از آن کز آب و گل بالیدهام
- Siz ikbaldeyken de bunu böyle görüyordum. Yeni bir şey görmedim ki sevineyim!
- نو ندیدم تا کنم شادی بدان ** این همیدیدم در آن اقبالتان
- Gizli bir kahra uğramış, gizli bir kahırla bağlamıştınız. Gayri bu ne kahırdır, bunu kim anlar? Siz şeker yerdiniz de o şeker de zehir olurdu.
- بستهی قهر خفی وانگه چه قهر ** قند میخوردید و در وی درج زهر
- Böyle zehirlerle dolu şekeri düşman yerse afiyet olsun… Neden ona haset ediyorsun ki?
- این چنین قندی پر از زهر ار عدو ** خوش بنوشد چت حسد آید برو
- Sizde o zehri neşe ile içiyordunuz: eceliniz, gizlice kulaklarınızı tıkamıştı.
- با نشاط آن زهر میکردید نوش ** مرگتان خفیه گرفته هر دو گوش
- Ben üst geleyim de dünyayı zapt edeyim diye harp etmiyorum ki. 4550
- من نمیکردم غزا از بهر آن ** تا ظفر یابم فرو گیرم جهان
- Çünkü bu cihan murdardır, pistir. Ben böyle pis bir şeye nasıl haris olurum?
- کین جهان جیفهست و مردار و رخیص ** بر چنین مردار چون باشم حریص
- Köpek değilim ki ölünün perçemini çekip koparayım. Ben İsa’yım, ölüyü diriltmeye gelirim.
- سگ نیم تا پرچم مرده کنم ** عیسیام آیم که تا زندهش کنم
- Sizi helak olmaktan kurtarayım diye savaş saflarını yarmaktayım.
- زان همیکردم صفوف جنگ چاک ** تا رهانم مر شما را از هلاک
- İnsanların başlarını; yüceleyim, devlete erişeyim diye kesmem.
- زان نمیبرم گلوهای بشر ** تا مرا باشد کر و فر و حشر
- Kessem kessem bütün âlem kurtulsun diye birkaç baş keserim. 4555
- زان همیبرم گلویی چند تا ** زان گلوها عالمی یابد رها
- Çünkü siz, bilgisizliğinizden pervane gibi ateşe atılmaktasınız.
- که شما پروانهوار از جهل خویش ** پیش آتش میکنید این حمله کیش
- Bense sizi ateşe düşmeyesiniz diye sarhoşçasına iki elimle ateşten kovmaktayım.
- من همیرانم شما را همچو مست ** از در افتادن در آتش با دو دست
- Siz kendinizi fetihler elde ettiniz, üst geldiniz sanıyorsunuz ama asıl o vakit bahtsızlık tohumu ekiyordunuz.
- آنک خود را فتحها پنداشتید ** تخم منحوسی خود میکاشتید
- Hadi gayret, hadi gayret diye birbirinizi teşvik ediyordunuz ama âdeta ejderhanın üstüne at sürüyordunuz.
- یکدگر را جد جد میخواندید ** سوی اژدرها فرس میراندید
- Gûya kahır ediyordunuz, hâlbuki kahrın ta kendisine çatmıştınız… Asıl siz zaman aslanının kahrıyla kahrolmuştunuz! 4560
- قهر میکردید و اندر عین قهر ** خود شما مقهور قهر شیر دهر
- Azgın, âlemi kahrederken kahrolmuş, üst gelmişken esir düşmüş demektir
- بیان آنک طاغی در عین قاهری مقهورست و در عین منصوری ماسور