English    Türkçe    فارسی   

3
4511-4560

  • Sevgiliyle beraber oturduğum yer, yerin altı da olsa yine arştan yücedir.
  • هر کجا دلبر بود خود همنشین ** فوق گردونست نه زیر زمین
  • Mustafa aleyhisselâm’ın “Beni Yunus ibn-i Metta’dan üstün tutmayın” hadisinin tefsiri
  • تفسیر این خبر کی مصطفی علیه السلام فرمود لا تفضلونی علی یونس بن متی
  • Peygamber dedi ki: Benim miracım, Yunus’un miracından üstün değildir.
  • گفت پیغامبر که معراج مرا ** نیست بر معراج یونس اجتبا
  • Benimki göklere çıkmakla oldu, onun ki yerlere inmekle… Zaten Allah yakınlığı hesaba sığmaz ki.
  • آن من بر چرخ و آن او نشیب ** زانک قرب حق برونست از حساب
  • Yakınlık, ne yukarıya çıkmaktır, ne aşağıya inmek. Allah yakınlığı, varlık hapsinden kurtulmaktır.
  • قرب نه بالا نه پستی رفتنست ** قرب حق از حبس هستی رستنست
  • Yok olana yukarı nedir, aşağı ne? Yok olanın ne yakınlığı olur, ne uzaklığı, ne geç kalışı! 4515
  • نیست را چه جای بالا است و زیر ** نیست را نه زود و نه دورست و دیر
  • Allah’ın sanat yurdu da yokluktandır, hazinesi de. Sen, varlığa aldanmış kalmışsın, yokluk nedir, ne bileceksin?
  • کارگاه و گنج حق در نیستیست ** غره‌ی هستی چه دانی نیست چیست
  • Hulâsa onların kırıklığı hiç bizim kırıklığımıza benzer mi a ulu kişi?
  • حاصل این اشکست ایشان ای کیا ** می‌نماند هیچ با اشکست ما
  • Onlar, biz ikbale erişip yücelince nasıl neşelenirsek horluğa düşüp ellerindekini telef edince öyle neşelenirler.
  • آنچنان شادند در ذل و تلف ** همچو ما در وقت اقبال و شرف
  • Bu çeşit adamın malı, geliri, yokluk varlığından ibarettir. Yoksulluk, horluk, ona iftihardır, yüceliktir.
  • برگ بی‌برگی همه اقطاع اوست ** فقر و خواریش افتخارست و علوست
  • Esirlerden biri dedi ki: “Peki niçin Peygamber, bizim halimizi görmedi. Bizi böyle zincirlere vurulmuş görünce nasıl oldu da güldü. 4520
  • آن یکی گفت ار چنانست آن ندید ** چون بخندید او که ما را بسته دید
  • Hani onun huyları değişmişti, hani o Allah huylarıyla huylanmıştı da neşesi ne bu zindanın lezzetlerindendi, ne bu zindandan kurtulduğundan.
  • چونک او مبدل شدست و شادیش ** نیست زین زندان و زین آزادیش
  • Pekâlâ ya neden düşmanlarının kahroluşundan neşeleniyor, neden bu fetihten bu zaferden gururlanıyor?
  • پس به قهر دشمنان چون شاد شد ** چون ازین فتح و ظفر پر باد شد
  • Erkek aslanlara kolayca üstün geldi, muzaffer oldu diye neşelenmekte.
  • شاد شد جانش که بر شیران نر ** یافت آسان نصرت و دست و ظفر
  • Gayri anladık ki o da hür değil… Dünyadan başka hiçbir şeyle memnun değil, başka bir şeyden gönlü şad olmuyor?
  • پس بدانستیم کو آزاد نیست ** جز به دنیا دلخوش و دلشاد نیست
  • Yoksa nasıl gülebilir ki? O dünya ehli, iyiye de merhamet eder, kötüye de... İyiyi de esirger, kötüyü de” 4525
  • ورنه چون خندد که اهل آن جهان ** بر بد و نیک‌اند مشفق مهربان
  • Esirler, birbirleriyle bunu konuşuyor, birbirlerine bunu fısıldıyorlardı.
  • این بمنگیدند در زیر زبان ** آن اسیران با هم اندر بحث آن
  • Memur duymasın, duyarsa o padişaha söyler, sözlerimiz kulağına gider diye fısıltıyla konuşuyorlardı.
  • تا موکل نشنود بر ما جهد ** خود سخن در گوش آن سلطان برد
  • Peygamber aleyhisselâm’ın onların kınamalarını dırıltılarını duyması
  • آگاه شدن پیغامبر علیه السلام از طعن ایشان بر شماتت او
  • Memur, o sözü duymadı ama Allah bilgisine sahip olan Peygamber’in kulağına vardı.
  • گرچه نشنید آن موکل آن سخن ** رفت در گوشی که آن بد من لدن
  • Yusuf’un gömleğini alıp götüren, gömleğin kokusunu duymadı da Yakup duydu.
  • بوی پیراهان یوسف را ندید ** آنک حافظ بود و یعقوبش کشید
  • Şeytanlar, gökyüzünün çevresinde döner, dolaşırlar da yine Levh-i Mahvuz’daki gayp sırlarını duyamazlar. 4530
  • آن شیاطین بر عنان آسمان ** نشنوند آن سر لوح غیب‌دان
  • Muhammed’se dayanıp yatmış, uyurken o sır gelir, başucunda döner durur!
  • آن محمد خفته و تکیه زده ** آمده سر گرد او گردان شده
  • Helvayı kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil!
  • او خورد حلوا که روزیشست باز ** آن نه کانگشتان او باشد دراز
  • Delici Şahab, şeytanları, hırsızlığı bırakın da Ahmed’ den sır öğrenin diye kovar, sürer.
  • نجم ثاقب گشته حارس دیوران ** که بهل دزدی ز احمد سر ستان
  • Ey iki gözünü de dükkâna dikmiş, ümidini oraya bağlamış adam, kendine gel, mescide yürü de rızkını Allah’tan iste!
  • ای دویده سوی دکان از پگاه ** هین به مسجد رو بجو رزق اله
  • Peygamber, onların sözlerini duyup söylediklerini anladı da dedi ki: O gülüş, savaşta galebe ettim diye değil ki. 4535
  • پس رسول آن گفتشان را فهم کرد ** گفت آن خنده نبودم از نبرد
  • Onlar ölmüşlerdir, yokluk âleminde çürüyüp gitmişlerdir. Bizce ölüyü öldürmeye kalkışmak erlik değildir.
  • مرده‌اند ایشان و پوسیده‌ی فنا ** مرده کشتن نیست مردی پیش ما
  • Onlar da kim oluyor ki? Ben savaşta ayak diredim mi ay bile yarılır!
  • خود کیند ایشان که مه گردد شکاف ** چونک من پا بفشرم اندر مصاف
  • Hani hür olduğumuz, mevki ve şeref sahibi olduğunuz zamanlar yok mu? İşte ben, o vakit sizi böyle bağlanmış zincirlere vurulmuş görüyordum.
  • آنگهی کزاد بودیت و مکین ** مر شما را بسته می‌دیدم چنین
  • Ey malla, mülkle, soyla, sopla nazlanan, sen akıllı kişinin yanında oluk üstündeki devesin!
  • ای بنازیده به ملک و خاندان ** نزد عاقل اشتری بر ناودان
  • Ten suretinin leğeni damdan düşünce gelecek gelir çatar sözü gözümün önünde tahakkuk etti, gelecek şeyler geldi çattı! 4540
  • نقش تن را تا فتاد از بام طشت ** پیش چشمم کل آت آت گشت
  • Üzüme bakıyor, şarabı görüyorum… Yok’a bakıyorum, açıkça var’ı görüyorum.
  • بنگرم در غوره می بینم عیان ** بنگرم در نیست شی بینم عیان
  • Sırra bakmakta, daha dünyada Âdem’le Havva vücuda gelmemişken gizli bir âlem görmekteyim.
  • بنگرم سر عالمی بینم نهان ** آدم و حوا نرسته از جهان
  • Siz, daha Elest deminde zerrelerden ibarettiniz… Daha vakit ayaklarınız bağlı, baş aşağı ve alçalmış bir haldeydiniz; sizi öyle görüyordum ben.
  • مر شما را وقت ذرات الست ** دیده‌ام پا بسته و منکوس و پست
  • Direksiz, desteksiz gökyüzü yaratılmadan bildiğim şeyler, âlem yaratıldıktan sonra da hep o… hiç artmadı.
  • از حدوث آسمان بی عمد ** آنچ دانسته بدم افزون نشد
  • Ben, daha sudan, topraktan vücut bulmamış, bu surete bürünmemişken sizi baş aşağı olmuş görüyordum. 4545
  • من شما را سرنگون می‌دیده‌ام ** پیش از آن کز آب و گل بالیده‌ام
  • Siz ikbaldeyken de bunu böyle görüyordum. Yeni bir şey görmedim ki sevineyim!
  • نو ندیدم تا کنم شادی بدان ** این همی‌دیدم در آن اقبالتان
  • Gizli bir kahra uğramış, gizli bir kahırla bağlamıştınız. Gayri bu ne kahırdır, bunu kim anlar? Siz şeker yerdiniz de o şeker de zehir olurdu.
  • بسته‌ی قهر خفی وانگه چه قهر ** قند می‌خوردید و در وی درج زهر
  • Böyle zehirlerle dolu şekeri düşman yerse afiyet olsun… Neden ona haset ediyorsun ki?
  • این چنین قندی پر از زهر ار عدو ** خوش بنوشد چت حسد آید برو
  • Sizde o zehri neşe ile içiyordunuz: eceliniz, gizlice kulaklarınızı tıkamıştı.
  • با نشاط آن زهر می‌کردید نوش ** مرگتان خفیه گرفته هر دو گوش
  • Ben üst geleyim de dünyayı zapt edeyim diye harp etmiyorum ki. 4550
  • من نمی‌کردم غزا از بهر آن ** تا ظفر یابم فرو گیرم جهان
  • Çünkü bu cihan murdardır, pistir. Ben böyle pis bir şeye nasıl haris olurum?
  • کین جهان جیفه‌ست و مردار و رخیص ** بر چنین مردار چون باشم حریص
  • Köpek değilim ki ölünün perçemini çekip koparayım. Ben İsa’yım, ölüyü diriltmeye gelirim.
  • سگ نیم تا پرچم مرده کنم ** عیسی‌ام آیم که تا زنده‌ش کنم
  • Sizi helak olmaktan kurtarayım diye savaş saflarını yarmaktayım.
  • زان همی‌کردم صفوف جنگ چاک ** تا رهانم مر شما را از هلاک
  • İnsanların başlarını; yüceleyim, devlete erişeyim diye kesmem.
  • زان نمی‌برم گلوهای بشر ** تا مرا باشد کر و فر و حشر
  • Kessem kessem bütün âlem kurtulsun diye birkaç baş keserim. 4555
  • زان همی‌برم گلویی چند تا ** زان گلوها عالمی یابد رها
  • Çünkü siz, bilgisizliğinizden pervane gibi ateşe atılmaktasınız.
  • که شما پروانه‌وار از جهل خویش ** پیش آتش می‌کنید این حمله کیش
  • Bense sizi ateşe düşmeyesiniz diye sarhoşçasına iki elimle ateşten kovmaktayım.
  • من همی‌رانم شما را همچو مست ** از در افتادن در آتش با دو دست
  • Siz kendinizi fetihler elde ettiniz, üst geldiniz sanıyorsunuz ama asıl o vakit bahtsızlık tohumu ekiyordunuz.
  • آنک خود را فتحها پنداشتید ** تخم منحوسی خود می‌کاشتید
  • Hadi gayret, hadi gayret diye birbirinizi teşvik ediyordunuz ama âdeta ejderhanın üstüne at sürüyordunuz.
  • یکدگر را جد جد می‌خواندید ** سوی اژدرها فرس می‌راندید
  • Gûya kahır ediyordunuz, hâlbuki kahrın ta kendisine çatmıştınız… Asıl siz zaman aslanının kahrıyla kahrolmuştunuz! 4560
  • قهر می‌کردید و اندر عین قهر ** خود شما مقهور قهر شیر دهر
  • Azgın, âlemi kahrederken kahrolmuş, üst gelmişken esir düşmüş demektir
  • بیان آنک طاغی در عین قاهری مقهورست و در عین منصوری ماسور