- Hadi, o gönlü hasta âşıkın ahvalini anlat… Oğul, neye Buhara’lı âşıktan uzak düştün.
- هین بگو احوال آن خستهجگر ** کز بخاری دور ماندیم ای پسر
- Âşığın mâşukunu bulması, arayan mutlaka bulur, bir zerre miktarı hayırda bulunan, hayrının mükâfatını görür
- یافتن عاشق معشوق را و بیان آنک جوینده یابنده بود کی و من یعمل مثقال ذرة خیرا یره
- O delikanlı, tam yedi yıl sevgilisini aradı, durdu; vuslat hayaliyle hayale döndü! 4780
- کان جوان در جست و جو بد هفت سال ** از خیال وصل گشته چون خیال
- Allah’ın gölgesi kulun başı üstündedir. Arayan, nihayet aradığını bulur.
- سایهی حق بر سر بنده بود ** عاقبت جوینده یابنده بود
- Peygamber dedi ki: Bir kapıyı çalar durursan nihayet o kapıdan bir baş çıkar, görünür.
- گفت پیغامبر که چون کوبی دری ** عاقبت زان در برون آید سری
- Bir adamın oturduğu yerin civarında oturursan sonunda elbette o adamın yüzünü görürsün.
- چون نشینی بر سر کوی کسی ** عاقبت بینی تو هم روی کسی
- Bir kuyudan her gün toprak çeker, çıkarırsan onunla tertemiz suya erişirsin elbet.
- چون ز چاهی میکنی هر روز خاک ** عاقبت اندر رسی در آب پاک
- Sen inanmazsan da bunu herkes bilir. Ne ekersen bir gün gelir, onu biçersin. 4785
- جمله دانند این اگر تو نگروی ** هر چه میکاریش روزی بدروی
- Taşı, demire vur da kıvılcım çıkmasın… Böyle şey olmaz, olsa bile nadirdir.
- سنگ بر آهن زدی آتش نجست ** این نباشد ور بباشد نادرست
- Bir adamın bahtı yaver olmaz, bir adamın nasibinde kurtuluş bulunmazsa o adam, ancak nadir olan şeylere bakar!
- آنک روزی نیستش بخت و نجات ** ننگرد عقلش مگر در نادرات
- Filân kişi ekin ekti de mahsul devşirmedi, feşman adam sedef buldu da içinde inci yoktu.
- کان فلان کس کشت کرد و بر نداشت ** و آن صدف برد و صدف گوهر نداشت
- Baûroğlu Bel’amla melûn İblis bu kadar ibadet ettiler, ne dinleri fayda verdi, ne ibadetleri der de.
- بلعم باعور و ابلیس لعین ** سود نامدشان عبادتها و دین
- O kötü zanlı kişinin hatırına yüz binlerce peygamber, yüz binlerce hak yoluna gidenler gelmez bile! 4790
- صد هزاران انبیا و رهروان ** ناید اندر خاطر آن بدگمان
- Bula bula gönlüne kasvet veren, gönlünü karartan bu iki misali bulur… Fakat bahtsızlık, gönlüne bundan başka bir misal getirebilir mi ki?
- این دو را گیرد که تاریکی دهد ** در دلش ادبار جز این کی نهد
- Nice kişiler vardır ki neşeli neşeli ekmek yerken ekmek, boğazlarına durur, ölümlerine sebep olur!
- بس کسا که نان خورد دلشاد او ** مرگ او گردد بگیرد در گلو
- A musibet, sen de ekmek yeme de onun gibi kötülüğe uğrama bari!
- پس تو ای ادبار رو هم نان مخور ** تا نیفتی همچو او در شور و شر
- Nice yüz binlerce adam da vardır ki ekmek yer, kuvvetlenir, can besler.
- صد هزاران خلق نانها میخورند ** زور مییابند و جان میپرورند
- Ezelden mahrum ve bir ahmağın oğlu değilsen o arada bir olup gelen şeye neden saplandın? 4795
- تو بدان نادر کجا افتادهای ** گر نه محرومی و ابله زادهای
- Şu âlem, güneşin, ayın nuruyla dopdolu da o, başını kuyunun dibine eğmiş.
- این جهان پر آفتاب و نور ماه ** او بهشته سر فرو برده به چاه
- “Aydınlık var diyorlar, bu söz doğruysa nerede, hani?” deyip duruyor. A alçak, başını kuyudan kaldır da bak!
- که اگر حقست پس کو روشنی ** سر ز چه بردار و بنگر ای دنی
- Bütün dünya… Doğu, batı, o nurla nurlanmış… Fakat sen kuyudayken o nur, sana vurmaz ki!
- جمله عالم شرق و غرب آن نور یافت ** تا تو در چاهی نخواهد بر تو تافت
- Kuyuyu bırak, köşklere, bağlara git; burada inat edip durma, inat meş’umdur denmiş!
- چه رها کن رو به ایوان و کروم ** کم ستیز اینجا بدان کاللج شوم
- Kendine gel, filân adam filân yıl ekin ektide mahsulünü çekirgeler yedi… 4800
- هین مگو کاینک فلانی کشت کرد ** در فلان سالی ملخ کشتش بخورد
- Ben neye ekeyim, burası korkulu bir yer… Neden elimdeki buğdayı yerlere saçayım deme.
- پس چرا کارم که اینجا خوف هست ** من چرا افشانم این گندم ز دست
- Ekin ekmeyi terk etmeyen, işten güçten kalmayan ekti de sen, kör gibi durup dururken ambarlar doldurdu.
- و آنک او نگذاشت کشت و کار را ** پر کند کوری تو انبار را
- O delikanlı da ümitle, neşeyle bir kapıyı çalıp duruyordu; nihayet bir gün sevgilisini tenhaca buldu, vuslatına erdi.
- چون دری میکوفت او از سلوتی ** عاقبت در یافت روزی خلوتی
- Bir gece bekçinin korkusundan kaçıp bir bağa girdi. Orada sevgilisini mum gibi buluverdi.
- جست از بیم عسس شب او به باغ ** یار خود را یافت چون شمع و چراغ
- O sebebi halk eden Allah’a o anda hamd ederek dedi ki. “Yarabbi, sen bekçiye rahmet et!” 4805
- گفت سازندهی سبب را آن نفس ** ای خدا تو رحمتی کن بر عسس
- Bilinmez, anlaşılmaz sebepler halk etmişsin. Beni cehennem kapısından cennete almışsın!
- ناشناسا تو سببها کردهای ** از در دوزخ بهشتم بردهای
- Hiç kimseyi, hiçbir şeyi hor görmeyeyim diye şu işe bunu sebep ettin.
- بهر آن کردی سبب این کار را ** تا ندارم خوار من یک خار را
- Ayak kırıldı mı Allah kanat ihsan eder. Kuyunun dibinden bile bir kapı açar da.
- در شکست پای بخشد حق پری ** هم ز قعر چاه بگشاید دری
- Sen ağaç üstünde ol, kuyu dibinde bulun, buna bakma… Beni gör, bana bak ki yolun anahtarı benim, yolu ben açarım der!”
- تو مبین که بر درختی یا به چاه ** تو مرا بین که منم مفتاح راه
- Kardeşim, gayrı bu hikâyenin arda kalan kısmını anlamak istersen dördüncü ciltte ara! 4810
- گر تو خواهی باقی این گفت و گو ** ای اخی در دفتر چارم بجو