English    Türkçe    فارسی   

3
632-681

  • Ben uyumam, üzümleri beklerim. Kurt gelirse tam kellesinden vururum.
  • من نخسپم حارسی رز کنم ** گر بر آرد گرگ سر تیرش زنم
  • İkiyüzlü münafık. Allah için olsun sen beni gece vakti yağmur altında, çamur üstünde bırakma da!”
  • بهر حق مگذارم امشب ای دودل ** آب باران بر سر و در زیر گل
  • O bucak boşaltılınca şehirli, çoluk, çocuğuyla beraber o daracık, o dönüp kımıldamağa bile imkânsız yere gitti.
  • گوشه‌ای خالی شد و او با عیال ** رفت آنجا جای تنگ و بی مجال
  • Selden, mağara bucağına sığınmış çekirgeler gibi âdeta birbirlerinin üstüne binmişlerdi. 635
  • چون ملخ بر همدگر گشته سوار ** از نهیب سیل اندر کنج غار
  • Bütün gece “Aman Yarabbi, sen acı. Biz değil buna, hatta bunun iki yüz misline bile lâyığız.
  • شب همه شب جمله گویان ای خدا ** این سزای ما سزای ما سزا
  • Aşağılık kişilerle dost olanın, adam olmayanlara adamlık gösterenlerin lâyığı budur.
  • این سزای آنک شد یار خسان ** یا کسی کرداز برای ناکسان
  • Ham tamaha düşüp ulular kapısındaki hizmeti bırakan, buna lâyıktır.
  • این سزای آنک اندر طمع خام ** ترک گوید خدمت خاک کرام
  • Temiz kişilerin taşını, toprağını öpüp yalamak aşağılık adamlara hizmetten, onların bağına, bahçesine nail olmaktan yeğdir.
  • خاک پاکان لیسی و دیوارشان ** بهتر از عام و رز و گلزارشان
  • Gönlü aydın bir ere kul olmak, padişahların başına taç olmadan daha iyi. 640
  • بنده‌ی یک مرد روشن‌دل شوی ** به که بر فرق سر شاهان روی
  • Ey yol çavuşu, ey aykırı yollarda koşup duran, sen şu toprak yüzündeki padişahlardan davul sesinden başka bir şey bulamazsın ki.
  • از ملوک خاک جز بانگ دهل ** تو نخواهی یافت ای پیک سبل
  • Şehirliler bile ruha nispetle yol uran hırsızlardan ibaretken köylü dediğim kim oluyor? Feyizden mahrum bir ahmak!
  • شهریان خود ره‌زنان نسبت بروح ** روستایی کیست گیج و بی فتوح
  • Aklına, tedbirine uymayıp gulyabani sesi duyunca o sese tabi olana bu layıktır” diyorlardı.
  • این سزای آنک بی تدبیر عقل ** بانگ غولی آمدش بگزید نقل
  • Yaptığı işe candan gönülden nâdim oldu, oldu ama artık soğuk soğuk ah etmenin ne faydası var.
  • چون پشیمانی ز دل شد تا شغاف ** زان سپس سودی ندارد اعتراف
  • Şehirli de bütün gece elinde yayla ok, her yanı gezip dolaşmakta, her tarafta kurt araştırmaktaydı. 645
  • آن کمان و تیر اندر دست او ** گرگ را جویان همه شب سو بسو
  • Hâlbuki asıl kurt, kıvılcım gibi ona sıçramış, musallat olmuştu da o bundan habersiz hâlâ kurt arıyordu.
  • گرگ بر وی خود مسلط چون شرر ** گرگ جویان و ز گرگ او بی‌خبر
  • Sivrisineklerle pireler, kurt gibi o viranede onların başına üşüşmüş, onları yaralayıp duruyordu.
  • هر پشه هر کیک چون گرگی شده ** اندر آن ویرانه‌شان زخمی زده
  • İnatçı kurdun saldırması korkusuyla sivrisinekleri kovmaya da mecalleri yoktu.
  • فرصت آن پشه راندن هم نبود ** از نهیب حمله‌ی گرگ عنود
  • Kurt gelir de sürüye bir ziyan verirse köylü şehirlinin saçını, sakalını yolardı.
  • تا نباید گرگ آسیبی زند ** روستایی ریش خواجه بر کند
  • Dertleri aşırı bir derecede, yürekleri ağızlarına gelmiş bir hâlde beklerken, 650
  • این چنین دندان‌کنان تا نیمشب ** جانشان از ناف می‌آمد به لب
  • Ansızın bir tepeden saldırıp gelmekte olan bir kurt karaltısı göründü.
  • ناگهان تمثال گرگ هشته‌ای ** سر بر آورد از فراز پشته‌ای
  • Şehirli, yayını kurup bir ok attı, hayvanı vurdu, tepeden aşağı düşürdü.
  • تیر را بگشاد آن خواجه ز شست ** زد بر آن حیوان که تا افتاد پست
  • Hayvan düşerken bir yellendi. Köylü, duyup eyvah dedi, ellerini dizlerine vurdu.
  • اندر افتادن ز حیوان باد جست ** روستایی های کرد و کوفت دست
  • “Be hey mürüvvetsiz, eşeğimin sıpasını vurdun” dedi. Şehirli, “Yok canım, dev gibi kurt.
  • ناجوامردا که خرکره‌ی منست ** گفت نه این گرگ چون آهرمنست
  • Karaltısına baksana, kurdun ta kendisi. Şeklinden de kurt olduğu anlaşılıp duruyor” dediyse de, 655
  • اندرو اشکال گرگی ظاهرست ** شکل او از گرگی او مخبرست
  • Köylü, “Hayır. Yellendi ya... Tanıdım ben. Onun yellenmesini suyu şaraptan nasıl ayırt edersem öyle ayırt eder, anlarım.
  • گفت نه بادی که جست از فرج وی ** می‌شناسم همچنانک آبی ز می
  • Çayırlıkta benim sıpamı vurdun, öldürdün. Dilerim, neşe yüzü görmeyesin” dedi.
  • کشته‌ای خرکره‌ام را در ریاض ** که مبادت بسط هرگز ز انقباض
  • Şehirli, “İyi, bak… Vakit gece. İnsan, geceleyin iyi göremez.
  • گفت نیکوتر تفحص کن شبست ** شخصها در شب ز ناظر محجبست
  • Gece ekseriye adamı yanıltır, başka şeyler gösterir. Herkes geceleyin gördüğünü fark edemez.
  • شب غلط بنماید و مبدل بسی ** دید صایب شب ندارد هر کسی
  • Hele bu gece hem karanlık, hem bulut var, hem şiddetli yağmur yağmada. Bu üç karanlık, adamı pek yanıltır.” dedi ama 660
  • هم شب و هم ابر و هم باران ژرف ** این سه تاریکی غلط آرد شگرف
  • Köylü “Hayır. Bu bana gün gibi aşikâr. Tanırım ben, bu yellenme, benim eşeğimin sıpasının yellenmesi.
  • گفت آن بر من چو روز روشنست ** می‌شناسم باد خرکره‌ی منست
  • Yolcu, azığı nasıl tanırsa ben de yüz yel arasında bile o yeli tanırım” deyince,
  • در میان بیست باد آن باد را ** می‌شناسم چون مسافر زاد را
  • Şehirli dayanamadı, sıçrayıp köylünün yakasına yapıştı.
  • خواجه بر جست و بیامد ناشکفت ** روستایی را گریبانش گرفت
  • Dedi ki: “A hilebaz sersem, a bunak mendebur, sen hem afyon yutmuş, hem esrar içmişsin.
  • کابله طرار شید آورده‌ای ** بنگ و افیون هر دو با هم خورده‌ای
  • Bu üç karanlık içinde eşeğin yellenmesini tanıyorsun da beni nasıl tanımıyorsun be hey avare! 665
  • در سه تاریکی شناسی باد خر ** چون ندانی مر مرا ای خیره‌سر
  • Gece yarısı eşek sıpasını tanıyan adam, güpegündüz dostunu nasıl tanımaz?
  • آنک داند نیمشب گوساله را ** چون نداند همره ده‌ساله را
  • Kendini dalgın ve arif gösteriyor da mürüvvetin, vefanın gözüne toprak serpiyorsun.
  • خویشتن را عارف و واله کنی ** خاک در چشم مروت می‌زنی
  • Benim kendimden bile haberim yok, gönlüme Allah’tan başka hiçbir şey sığmıyor ki.
  • که مرا از خویش هم آگاه نیست ** در دلم گنجای جز الله نیست
  • Dün yediğim bile aklımda değil. Bu gönül, hayretten başka bir şeyden neşelenmiyor diye kendini müstağrak gösteriyorsun ama
  • آنچ دی خوردم از آنم یاد نیست ** این دل از غیر تحیر شاد نیست
  • Asıl akıllı, fakat Allah mecnunu benim, bunu hatırında tut da şu kendimde olmayışımı mazur gör. 670
  • عاقل و مجنون حقم یاد آر ** در چنین بی‌خویشیم معذور دار
  • Bir insan, şer’an murdar olan hurma şarabı içse kendinde değilse şeriat, onu mazur tutar.
  • آنک مرداری خورد یعنی نبید ** شرع او را سوی معذوران کشید
  • Sarhoş ve esrarkeşin karı boşaması ve bir şey satması, makbul ve muteber değildir. O, çocuğa benzer, yaptığı affedilir, hürdür, serbesttir.
  • مست و بنگی را طلاق و بیع نیست ** همچو طفلست او معاف و معتقیست
  • Asıl tek padişah olan Allah’tan gelen sarhoşluksa insana yüz küpün şarabından ziyade tesir eder, yüz küpün şarabından ziyade adamın aklını alır.
  • مستیی کید ز بوی شاه فرد ** صد خم می در سر و مغز آن نکرد
  • Haydi yürü artık böyle adama nasıl teklif olabilir ki? At düştü, elsiz, ayaksız bir hâle geldi.
  • پس برو تکلیف چون باشد روا ** اسب ساقط گشت و شد بی دست و پا
  • Âlemde eşek sıpasına kim yük yükler? Ebumerre’ye kim Farsça okutabilir? 675
  • بار کی نهد در جهان خرکره را ** درس کی دهد پارسی بومره را
  • At topallamaya başladı mı, üstündeki yükü alırlar. Çünkü Allah “ Köre teklif yok” dedi.
  • بار بر گیرند چون آمد عرج ** گفت حق لیس علی الاعمی حرج
  • Ben de kendime karşı kör, fakat Allah’ı görür oldum. Şu halde azdan da affedilmişim, çoktan da!
  • سوی خود اعمی شدم از حق بصیر ** پس معافم از قلیل و از کثیر
  • Hâlbuki sen, dervişlikten dem vuruyorsun, kendinde olmadığını söylüyorsun, ebedî sarhoşlar gibi hayhuylarda bulunuyor, naralar atıyorsun.
  • لاف درویشی زنی و بی‌خودی ** های هوی مستیان ایزدی
  • Yeri gökten fark etmiyorum diyorsun ama Allah gayreti seni bir sınadı ki!
  • که زمین را من ندانم ز آسمان ** امتحانت کرد غیرت امتحان
  • Eşek sıpasının yellenmesi seni böyle rüsvay etti, senin, ben yokum diye kendini nefyedişini reddederek, varlığını ispat etti. 680
  • باد خرکره‌ی چنین رسوات کرد ** هستی نفی ترا اثبات کرد
  • Allah, sersem adamı böyle rüsvay eder, kaçan avı böyle yakalar işte!”
  • این چنین رسوا کند حق شید را ** این چنین گیرد رمیده‌صید را