- Babam, imtihan içinde imtihan var. Derlen toplan da ufacık bir imtihanla kendini satma!
- امتحان در امتحانست ای پدر ** هین به کمتر امتحان خود را مخر
- Bâbûr oğlu Bel’am’ın Allah imtihanlarından yüzü ak çıkacağına emin olması
- آمن بودن بلعم باعور کی امتحانها کرد حضرت او را و از آنها روی سپید آمده بود
- Bâbûr oğlu Bel’am’la melûn iblis, en son imtihanda alçaldılar.
- بلعم باعور و ابلیس لعین ** ز امتحان آخرین گشته مهین
- “O adam da kendi iddiasınca devletli görünürdü ya, fakat midesi, bıyığına lânet eder,
- او بدعوی میل دولت میکند ** معدهاش نفرین سبلت میکند
- “Yarabbi, şu adamın gizlendiğini sen dışarıya vur, meydana çıkar. Bizi yaktı, yandırdı, sen onu rüsvay et” derdi.
- کانچ پنهان میکند پیدایش کن ** سوخت ما را ای خدا رسواش کن
- Onun bedeninin bütün cüzleri, ona düşman olmuştu. O, bahardan dem vurdu ama onlar, kışın ta kendisindeydiler. 750
- جمله اجزای تنش خصم ویند ** کز بهاری لافد ایشان در دیند
- Adam, ihsandan, keremden dem vururdu ama merhamet dalını, ta kökünden kesmekteydi.
- لاف وا داد کرمها میکند ** شاخ رحمت را ز بن بر میکند
- Ya doğru ol, doğruluğunu göster yahut sus da merhamete eriş, sonra coş!
- راستی پیش آر یا خاموش کن ** وانگهان رحمت ببین و نوش کن
- Adamın karnı da bıyıklarına düşman kesilmiş, gizlice el kaldırıp dua ediyor,
- آن شکم خصم سبال او شده ** دست پنهان در دعا اندر زده
- “Yarabbi, sen bu aşağılık herifi rüsvay et de kerem sahipleri bize merhamete gelsinler” diyordu.
- کای خدا رسوا کن این لاف لام ** تا بجنبد سوی ما رحم کرام
- Karnın duası kabul oldu. İhtiyaçtan doğan yanıp yakılma, dışarıya kadar bayrak açtı, görünür bir hale geldi. 755
- مستجاب آمد دعای آن شکم ** شورش حاجت بزد بیرون علم
- Allah “ Beni çağırdın mı, suçlu da olsam, putperest de olsam ben, yine icabet ederim.
- گفت حق گر فاسقی و اهل صنم ** چون مرا خوانی اجابتها کنم
- Onun için duadan hiç çekinme; hiç usanma. Dua, nihayet seni gulyabani nefsin elinden kurtarır.” demiştir.
- تو دعا را سخت گیر و میشخول ** عاقبت برهاندت از دست غول
- Karın, kendini Allah’a ısmarlayınca ansızın bir kedi gelip o kuyruk parçasını kaptı, götürdü.
- چون شکم خود را به حضرت در سپرد ** گربه آمد پوست آن دنبه ببرد
- Ev halkı, kedinin peşine düştüler, fakat kedi koşup kaçtı. Babamın azarına uğrayacağım diye çocuğunun beti, benzi kaçtı.
- از پس گربه دویدند او گریخت ** کودک از ترس عتابش رنگ ریخت
- Babası, bir toplulukta otururken o çocukcağız gelip işi anlattı. O lâfla geçinen adamın şerefini bir paralık etti. 760
- آمد اندر انجمن آن طفل خرد ** آب روی مرد لافی را ببرد
- Dedi ki: “ Hani her sabah dudaklarını, bıyıklarını yağladığın o kuyruk parçası yok muydu?
- گفت آن دنبه که هر صبحی بدان ** چرب میکردی لبان و سبلتان
- Kedi geldi, onu kapıverdi. Ardına düştük, bir hayli koştuk ama faydasız… Yakalayamadık ki!”
- گربه آمد ناگهانش در ربود ** بس دویدیم و نکرد آن جهد سود
- Oradakiler şaşırıp gülüştüler, Bu hâle acıdılar.
- خنده آمد حاضران را از شگفت ** رحمهاشان باز جنبیدن گرفت
- Onu davet edip doyurdular, yeryüzüne benzeyen varlığına merhamet tohumunu ektiler.
- دعوتش کردند و سیرش داشتند ** تخم رحمت در زمینش کاشتند
- O da ululardan doğruluk zevkini görünce ululuğu bırakıp doğruluğa kul oldu. 765
- او چو ذوق راستی دید از کرام ** بی تکبر راستی را شد غلام
- Boyacı küpüne düşen çakalın tavusluk dâvasına kalkışması
- دعوی طاوسی کردن آن شغال کی در خم صباغ افتاده بود
- O rengârenk çakal gizlice çıkagelip kendisini kınayanın kulağına dedi ki:
- و آن شغال رنگرنگ آمد نهفت ** بر بناگوش ملامتگر بکفت
- “Hele bir bana, hele rengime bak. Şamanın bile böyle bir putu yoktur.
- بنگر آخر در من و در رنگ من ** یک صنم چون من ندارد خود شمن
- Gül bahçesi gibi ne de güzel bir hale geldim, ne de hoş yüzlerce renklere boyandım. Benden baş çekme, secde et bana!
- چون گلستان گشتهام صد رنگ و خوش ** مر مرا سجده کن از من سر مکش
- Şu güzelliğime, şu letafetime, şu rengime bak da bana Fahri Dünya, Rükn-i din de!
- کر و فر و آب و تاب و رنگ بین ** فخر دنیا خوان مرا و رکن دین
- Allah lütfuna mazhar oldum. Ululuk sırlarını şerheden levh haline geldim. 770
- مظهر لطف خدایی گشتهام ** لوح شرح کبریایی گشتهام
- Çakallar, oraya toplandılar, mumun etrafındaki pervaneye döndüler.
- ای شغالان هین مخوانیدم شغال ** کی شغالی را بود چندین جمال
- Hiç çakalda bunca güzellik mi olur?”
- آن شغالان آمدند آنجا بجمع ** همچو پروانه به گرداگرد شمع
- “Peki, a elmasım, sana ne diyelim?” diye sordular. Çakal: “Müşteri yıldızına benzer erkek aslan deyin” dedi.
- پس چه خوانیمت بگو ای جوهری ** گفت طاوس نر چون مشتری
- Bunun üzerine dediler ki: “İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır cilvelenirler.”
- پس بگفتندش که طاوسان جان ** جلوهها دارند اندر گلستان
- “Sen de öyle cilveleniyor musun?” Çakal: “Yok canım. Çöle düşmeden nasıl Mina’ya vardım diyebilirim?” dedi. 775
- تو چنان جلوه کنی گفتا که نی ** بادیه نارفته چون کوبم منی
- ”Peki, tavus kuşları gibi bağırabilir misin? Diye sordular. “Kara taştan kaynak mı çıkar hiç” diye cevap verdi.
- بانگ طاووسان کنی گفتا که لا ** پس نهای طاووس خواجه بوالعلا
- Bunun üzerine dediler ki: “Tavusun güzellik elbisesi gökten gelir, ezelîdir. Hileyle dâva ile hiç, o güzelliği elde edebilir misin sen?
- خلعت طاووس آید ز آسمان ** کی رسی از رنگ و دعویها بدان
- Firavun’un Allahlık dâvasına kalkışması da çakalın tavusluk iddiasına benzer
- تشبیه فرعون و دعوی الوهیت او بدان شغال کی دعوی طاوسی میکرد
- Firavun da saçını, sakalını süslemiş, eşekliğinden kendisini Musa’dan yüce göstermeye, ondan daha yücelere bir derece üstün uçmaya kalkışmıştı.
- همچو فرعونی مرصع کرده ریش ** برتر از عیسی پریده از خریش
- O da, o boyacı küpüne düşen dişi çakalın soyundandı. O da mal ve mevki küpüne düşmüştü!
- او هم از نسل شغال ماده زاد ** در خم مالی و جاهی در فتاد
- Kim onun Mevkiini, malını gördüyse secde etti, o da o saçma sapan heriflerin secdelerine kandı. 780
- هر که دید آن جاه و مالش سجده کرد ** سجدهی افسوسیان را او بخورد
- O yamalı hırka giyen yoksul halkın secdesinden, malına mülküne karşı şaşırmasından âdeta kendinden geçmiş, bir sarhoşçuk oluvermişti!
- گشت مستک آن گدای ژندهدلق ** از سجود و از تحیرهای خلق
- Mal, yılandır… Onda zehirler var. Halkın mal sahibini büyük sayması, ona secde etmesiyse ejderhadır âdeta.
- مال مار آمد که در وی زهرهاست ** و آن قبول و سجدهی خلق اژدهاست
- A firavun, ululanıp durma. Sen bir çakalsın, tavusluk dâvasına kalkışma.
- های ای فرعون ناموسی مکن ** تو شغالی هیچ طاووسی مکن
- Tavusların arasına varsan âciz kalır, onlar gibi salınamaz, rüsvay olursun.
- سوی طاووسان اگر پیدا شوی ** عاجزی از جلوه و رسوا شوی
- Musa ile Harun, tavuslara benzerlerdi. Karşısında salındılar, cilvelendiler, seni perişan ettiler. 785
- موسی و هارون چو طاووسان بدند ** پر جلوه بر سر و رویت زدند
- Çirkinliğin meydana çıktı, rüsvay oldun gitti. Yücelikten aşağılıklara düşüverdin!
- زشتیت پیدا شد و رسواییت ** سرنگون افتادی از بالاییت
- Mehenk taşını görünce kalp akça gibi simsiyah oldun, üstündeki aslan nakşı gitti, köpekliğin meydana çıktı.
- چون محک دیدی سیه گشتی چو قلب ** نقش شیری رفت و پیدا گشت کلب
- A uyuz çirkin köpek, hırsından, kızgınlığından aslan postuna bürünme. Aslan kükrer de seni sınar. O vakit üstünde aslan,
- ای سگگرگین زشت از حرص و جوش ** پوستین شیر را بر خود مپوش
- Sureti olduğu, fakat hakikatte köpeklerin huylarına sahip olduğun anlaşılır.
- غرهی شیرت بخواهد امتحان ** نقش شیر و آنگه اخلاق سگان
- Ve leta’rifennehum fî lahnil kavli ayetinin tefsiri
- تفسیر ولتعرفنهم فی لحن القول
- Allah, söz geliminde Peygambere dedi ki: “Münafıkların anlaşılması için en kolay ve görünür delil şudur: 790
- گفت یزدان مر نبی را در مساق ** یک نشانی سهلتر ز اهل نفاق
- Münafık iri yarı, korkunç, zahiren babayiğit görünse bile sen onun sesinin tonundan ve sözünden tanır, anlarsın.
- گر منافق زفت باشد نغز و هول ** وا شناسی مر ورا در لحن و قول
- Testi aldığın zaman o testileri sınar, o testilere vurursun, değil mi?
- چون سفالین کوزهها را میخری ** امتحانی میکنی ای مشتری
- Neden vurursun? Sesinden kırık testiyi anlamak için.
- میزنی دستی بر آن کوزه چرا ** تا شناسی از طنین اشکسته را
- Kırık testinin sesi daha başka türlü olur. Ses, çavuşa benzer, önde gider.
- بانگ اشکسته دگرگون میبود ** بانگ چاووشست پیشش میرود
- ”Ses gelir de o şeyin ne olduğunu anlatır, onun ahvalini sayar, döker. Ses mastara benzer, fiil de o mastarı tasrif eder! 795
- بانگ میآید که تعریفش کند ** همچو مصدر فعل تصریفش کند