- Karısından bir şeyler sezinlenmiş, şüpheye düşmüş, bu yüzden o gün mahsus vakitsiz gelmişti.
- قاصدا آن روز بیوقت آن مروع ** از خیالی کرد تا خانه رجوع
- Kadınınsa onun, hiçbir defa işini bırakıp o zamanda eve gelmeyeceğine itimadı vardı.
- اعتماد زن بر آن کو هیچ بار ** این زمان فا خانه نامد او ز کار
- Fakat nasılsa bu fikri doğru çıkmadı... Allah suçları örter... Örter ama cezasını da verir!
- آن قیاسش راست نامد از قضا ** گرچه ستارست هم بدهد سزا
- Kötülükte bulundun mu kork, emin olma, çünkü yaptığın kötülük bir tohumdur, Allah, onu mutlaka bitirir! 165
- چونک بد کردی بترس آمن مباش ** زانک تخمست و برویاند خداش
- Birkaç kere, belki yaptığına pişman olur, utanırsın diye örter, gizler.
- چند گاهی او بپوشاند که تا ** آیدت زان بد پشیمان و حیا
- O müminler ulusu Ömer, halifeliği zamanında bir hırsızı cellada teslim etti.
- عهد عمر آن امیر مومنان ** داد دزدی را به جلاد و عوان
- Hırsız, ey ülkenin beyi, diye bağırdı, beni öldürtme... Bu, ilk suçum!
- بانگ زد آن دزد کای میر دیار ** اولین بارست جرمم زینهار
- Ömer dedi ki: “Hâşâ, Allah, ilk suçta hemencecik gazaba gelip cezasını vermez.
- گفت عمر حاش لله که خدا ** بار اول قهر بارد در جزا
- Lütfunu meydana çıkarmak için defalarca örter de sonradan adaletini göstermek için cezalandırır; 170
- بارها پوشد پی اظهار فضل ** باز گیرد از پی اظهار عدل
- Bu suretle bu iki sıfatının da meydana çıkmasını, lütfunun muştucu, kahrının da korkutucu olmasını diler.”
- تا که این هر دو صفت ظاهر شود ** آن مبشر گردد این منذر شود
- Kadın da defalarca bu kötü işte bulunmuştu da kolaycacık işi atlatmıştı... bu iş, ona kolay görünüyordu artık.
- بارها زن نیز این بد کرده بود ** سهل بگذشت آن و سهلش مینمود
- Gevşek ayaklı akıl, testinin daima ırmaktan kırılmadan sapasağlam gelemeyeceğini bilmiyordu ki!
- آن نمیدانست عقل پایسست ** که سبو دایم ز جو ناید درست
- Fakat bu sefer kaza ve kader, onu öyle bir daraltmış, münafıkı ansızın ölüm nasıl yakalarsa öyle bir sıkı yakalamıştı ki!
- آنچنانش تنگ آورد آن قضا ** که منافق را کند مرگ فجا
- Ne yol vardır, ne yoldaş, ne de kurtulma imkânı... (münafık, böyle bir haldeyken) can alıcı melek de gelir çatar, canına el uzatır ya! 175
- نه طریق و نه رفیق و نه امان ** دست کرده آن فرشته سوی جان
- İşte kadın da o cefa odasında dostuyla belâlara uğramış, öylece âdeta kuruyup kalmıştı!
- آنچنان کین زن در آن حجره جفا ** خشک شد او و حریفش ز ابتلا
- Sofi, gönlünden, hay kâfirler hay... Size kin güdüp duruyorum ama hele sabredeyim.
- گفت صوفی با دل خود کای دو گبر ** از شما کینه کشم لیکن به صبر
- Şimdilik bunu bilmezlikten geleyim de herkes bu çanın sesini duymasın, diyordu.
- لیک نادانسته آرم این نفس ** تا که هر گوشی ننوشد این جرس
- Hak yolundaki er de size gizlice böyle kin güder... İstiska hastalığı gibi kinini yavaş yavaş, azar azar belirtir.
- از شما پنهان کشد کینه محق ** اندک اندک همچو بیماری دق
- İstiskaya tutulan adam buz gibi her an erir durur... Fakat her an, kendisini daha iyiceyim sanır! 180
- مرد دق باشد چو یخ هر لحظه کم ** لیک پندارد بهر دم بهترم
- Hani, “sırtlan nerede? Burada yok yahu” diye aranırlar da sırtlan bu söze inanır, bu suretle tutulur, avlanır ya!
- همچو کفتاری که میگیرندش و او ** غرهی آن گفت کین کفتار کو
- Kadının evinde de gizlenecek bir yer; bir tümsek, bir aralık, yukarıya çıkacak bir yol yoktu.
- هیچ پنهانخانه آن زن را نبود ** سمج و دهلیز و ره بالا نبود
- Ne bir tandır vardı, oynaşını oraya gizlesin... Ne bir çuval vardı, perde gibi önüne gersin!
- نه تنوری که در آن پنهان شود ** نه جوالی که حجاب آن شود
- Evin içi kıyamet günü Arasat Meydanı gibi dümdüzdü... Ne bir çukur vardı, ne bir tepe, ne de kaçacak bir yer!
- همچو عرصهی پهن روز رستخیز ** نه گو و نه پشته نه جای گریز
- Allah bu kıyamet gününü anlatırken mahşer meydanı için “Orada bir çukur, bir tümsek göremezsin” demiştir. 185
- گفت یزدان وصف این جای حرج ** بهر محشر لا تری فیها عوج
- Kadının hileye sapıp sevgilisine çarşaf giydirmesi ve Allah’ın “Sizin hileniz pek büyüktür” dediği gibi kocasını kandırmak için bahanelere başvurması
- معشوق را زیر چادر پنهان کردن جهت تلبیس و بهانه گفتن زن کی ان کید کن عظیم
- Kadın, hemen çarşafını oynaşının üstüne attı, erkeği kadın şekline sokup kapıyı açtı.
- چادر خود را برو افکند زود ** مرد را زن ساخت و در را بر گشود
- Çarşafın altında adam, apaçık rüsvay olmuş, görünüp durmaktaydı... Adeta merdiven üstünde bir deveye benziyordu.
- زیر چادر مرد رسوا و عیان ** سخت پیدا چون شتر بر نردبان
- Kadın oynaşı için kocasına dedi ki: “Şehir büyüklerinden birinin karısı... Malı var, devleti var, pek zengin!
- گفت خاتونیست از اعیان شهر ** مر ورا از مال و اقبالست بهر
- Yabancı birisi, cahilcesine gelmesin diye kapıyı kapadım.”
- در ببستم تا کسی بیگانهای ** در نیاید زود نادانانهای
- Sofi, âlâ dedi... Ne hizmeti var, hele söyle de minnetsizce, seve seve yapayım. 190
- گفت صوفی چیستش هین خدمتی ** تا بر آرم بیسپاس و منتی
- Karısı dedi ki: “Bize akraba olmak istiyor... İyi bir kadın ama içini Allah bilir artık.
- گفت میلش خویشی و پیوستگیست ** نیک خاتونیست حق داند که کیست
- Kızı görmek istiyordu ama tesadüf bu ya, kız da mektepte.
- خواست دختر را ببیند زیر دست ** اتفاقا دختر اندر مکتبست
- Fakat ister un olsun, ister kepek... Onu canla gönülle gelinliğe kabul ederim dedi.
- باز گفت ار آرد باشد یا سبوس ** میکنم او را به جان و دل عروس
- Öyle bir oğlu var ki şehirde misli yok... Güzel, anlayışlı, çevik, hem de iyi bir geçimi var.”
- یک پسر دارد که اندر شهر نیست ** خوب و زیرک چابک و مکسب کنیست
- Sofi dedi ki: “İyi ama biz yoksuluz, perişanız... Bu kadının ailesiyse mallı, mülklü kişiler. 195
- گفت صوفی ما فقیر و زار و کم ** قوم خاتون مالدار و محتشم
- Nasıl olurda bize eşit olabilir? Kapının bir kanadı tahtadan, öbürü fildişinden... Böyle şey olur mu hiç?
- کی بود این کفو ایشان در زواج ** یک در از چوب و دری دیگر ز عاج
- Nikâhta iki çiftin birbirine eşit ve denk olması lâzım... Yoksa iş bozulur, geçim olmaz!”
- کفو باید هر دو جفت اندر نکاح ** ورنه تنگ آید نماند ارتیاح
- Kadının, o çeyiz kaydında değil, istediği şey kapalı ve namuslu olmasından ibaret demesi, sofinin de bunu gizli tut demesi
- گفتن زن کی او در بند جهاز نیست مراد او ستر و صلاحست و جواب گفتن صوفی این را سرپوشیده
- Kadın dedi ki: “Ben de bu özrü söyledim, ama o, çeyiz filan arayanlardan değilim...
- گفت گفتم من چنین عذری و او ** گفت نه من نیستم اسباب جو
- Biz mala, altına doymuş, imtilâ olmuş, usanmışız... Halk gibi hırs sahibi değiliz, mal ve para toplama düşüncesi yok bizde.
- ما ز مال و زر ملول و تخمهایم ** ما به حرص و جمع نه چون عامهایم
- Bizim istediğimiz şey, yalnız kapalı, temiz ve namuslu oluşudur. Zaten iki âlemde de kurtuluş, bununla olur.” dedi. 200
- قصد ما سترست و پاکی و صلاح ** در دو عالم خود بدان باشد فلاح
- Sofi, yine yoksulluk özrünü ortaya koydu; bunu gizli kalmasın diye tekrar tekrar anlattı.
- باز صوفی عذر درویشی بگفت ** و آن مکرر کرد تا نبود نهفت
- Kadın dedi ki: “Ben de bunu tekrarladım, çeyizimizin olmadığını iyice anlattım.
- گفت زن من هم مکرر کردهام ** بیجهازی را مقرر کردهام
- Fakat onun inanışı dağdan da sağlam... Yüzlerce yoksulluktan bile şikâyet etmiyor.
- اعتقاد اوست راسختر ز کوه ** که ز صد فقرش نمیآید شکوه
- Benim istediğim şey namustur, sizden dilediğim doğruluktur, himmettir deyip duruyor.”
- او همیگوید مرادم عفتست ** از شما مقصود صدق و همتست
- Sofi dedi ki: “Zaten çeyizimizi, malımızı gördü... Gizli aşikâr başka neyimiz varsa onları da hep görür. 205
- گفت صوفی خود جهاز و مال ما ** دید و میبیند هویدا و خفا
- İşte daracık bir evimiz, bir kişi sığacak kadar bir yerimiz var... Öyle dar ki orada bir iğne bile gizlenemez.
- خانهی تنگی مقام یک تنی ** که درو پنهان نماند سوزنی
- Temizliğe, kapalılığa, namuslu oluşa gelince: o, bunu zaten bilir!
- باز ستر و پاکی و زهد و صلاح ** او ز ما به داند اندر انتصاح
- Kapalılığını, örtülü ve namuslu oluşunu o, önünde de, sonunda da, başında da, nihayetinde de bizden daha iyi bilir, bizden daha iyi görür.
- به ز ما میداند او احوال ستر ** وز پس و پیش و سر و دنبال ستر
- Zaten kızımızın çeyizi çimeni, aşçısı, işçisi olmadığı meydanda... İyi ve namuslu oluşuna gelince: o, bunu zaten bilir.
- ظاهرا او بیجهاز و خادمست ** وز صلاح و ستر او خود عالمست
- Kızın namuslu olduğunu babanın anlatması şart değil ya... Nasıl olduğu esasen onca aydın gün gibi meydandadır’’. 210
- شرح مستوری ز بابا شرط نیست ** چون برو پیدا چو روز روشنیست
- Senin de yanlışın meydana çıktı, rezil rüsvay oldun... Bari az söyle; bu hikâyeyi onun için anlattım.
- این حکایت را بدان گفتم که تا ** لاف کم بافی چو رسوا شد خطا