English    Türkçe    فارسی   

4
2220-2269

  • Rabbim ben pislikten derimi yıkadım, arıttım... İçimi de hâdiselerden sen yıka, arıt! 2220
  • از حدث شستم خدایا پوست را ** از حوادث تو بشو این دوست را
  • Birisinin abdest bozduktan sonra yıkanırken, temizlenirken okunacak olan “Allah’ım, beni tövbe edenlerden ve iyice temizlenenlerden et” duasını okuyacak yerde abdest alırken buruna su verildiği sırada okunan “Allah’ım sen bana cennet kokusunu koklat” duasını okuması ve duyan bir azizin dayanamaması
  • شخصی به وقت استنجا می‌گفت اللهم ارحنی رائحة الجنه به جای آنک اللهم اجعلنی من التوابین واجعلنی من المتطهرین کی ورد استنجاست و ورد استنجا را به وقت استنشاق می‌گفت عزیزی بشنید و این را طاقت نداشت
  • Birisi abdest bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eş et” diye dua etti.
  • آن یکی در وقت استنجا بگفت ** که مرا با بوی جنت دار جفت
  • Birisi duyup dedi ki: “Güzel dua ettin ama deliği kaybetmişsin!
  • گفت شخصی خوب ورد آورده‌ای ** لیک سوراخ دعا گم کرده‌ای
  • Bu dua, abdeste buruna su verilirken okunacak dua... Sen burun duasını oturak yerini yıkarken okuyordun!”
  • این دعا چون ورد بینی بود چون ** ورد بینی را تو آوردی به کون
  • Hür kişi cennet kokusunu burnundan duyar... Hiç oturak yerinden cennet kokusu gelir mi?
  • رایحه‌ی جنت ز بینی یافت حر ** رایحه‌ی جنت کم آید از دبر
  • Ey aptal kişilere karşı alçaklık gösterip de padişahlara karşı ululanan, 2225
  • ای تواضع برده پیش ابلهان ** وی تکبر برده تو پیش شهان
  • O ululuk, aşağılık adamlara karşı olursa güzeldir, iyidir... Fakat kendine gel, tersine hareket etme; bu, senin yolunu bağlar!
  • آن تکبر بر خسان خوبست و چست ** هین مرو معکوس عکسش بند تست
  • Gül, burun için bitti, yetişti... A hoyrat adam koku almak burnun işidir.
  • از پی سوراخ بینی رست گل ** بو وظیفه‌ی بینی آمد ای عتل
  • Ey yiğit, gül kokusu burun içindir... Bu aşağıdaki delik, o kokunun yeri değildir.
  • بوی گل بهر مشامست ای دلیر ** جای آن بو نیست این سوراخ زیر
  • Hiç buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazımsa yerinden ara!
  • کی ازین جا بوی خلد آید ترا ** بو ز موضع جو اگر باید ترا
  • Bunun gibi “Vatanı sevmek imandandır” hadisi de doğru ama hocam, önce iyice vatanı tanı! 2230
  • هم‌چنین حب الوطن باشد درست ** تو وطن بشناس ای خواجه نخست
  • O akıllı balık dedi ki: Bir yol bulayım da gönlümü şunlarla danışmadan, şunların reyine uymadan çekip çevireyim.
  • گفت آن ماهی زیرک ره کنم ** دل ز رای و مشورتشان بر کنم
  • Kendine gel şimdi danışma zamanı değil; yola düş... Ali gibi kuyuya ah et.
  • نیست وقت مشورت هین راه کن ** چون علی تو آه اندر چاه کن
  • O ahın mahremi pek azdır... Geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü.
  • محرم آن آه کم‌یابست بس ** شب رو و پنهان‌روی کن چون عسس
  • Bu gölcükten denize doğru git... Denizi ara, şu girdabı bırak.
  • سوی دریا عزم کن زین آب‌گیر ** بحر جو و ترک این گرداب گیر
  • Göğsünü ayak yaptı da yola düştü... Çekingen balık, o tehlikeli yerden ta nur denizine kadar yürüdü, denize ulaştı. 2235
  • سینه را پا ساخت می‌رفت آن حذور ** از مقام با خطر تا بحر نور
  • Ardına köpek düşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya... İşte o da onun gibi koşmaktaydı.
  • هم‌چو آهو کز پی او سگ بود ** می‌دود تا در تنش یک رگ بود
  • Artık köpek varken tavşan uykusuna dalmak hatadır... Zaten korkan adamın gözüne uyku girer mi?
  • خواب خرگوش و سگ اندر پی خطاست ** خواب خود در چشم ترسنده کجاست
  • O balık gitti deniz yolunu tuttu... Pek uzun olan o yola düştü.
  • رفت آن ماهی ره دریا گرفت ** راه دور و پهنه‌ی پهنا گرفت
  • Bir hayli zahmetler çekti, fakat sonun da emniyet ve afiyet makamına yetişti.
  • رنجها بسیار دید و عاقبت ** رفت آخر سوی امن و عافیت
  • Kendisini uçsuz bucaksız, hiçbir yandan kıyısı görünmez denize attı. 2240
  • خویشتن افکند در دریای ژرف ** که نیابد حد آن را هیچ طرف
  • Derken balıkçılar ağ getirdiler... Yarı akıllının neşesi bozuldu, ağzının tadı kaçtı.
  • پس چو صیادان بیاوردند دام ** نیم‌عاقل را از آن شد تلخ کام
  • Dedi ki: Eyvahlar olsun. Fırsatı fevt ettim, nasıl oldu da o yol gösterene arkadaş olmadım?
  • گفت اه من فوت کردم فرصه را ** چون نگشتم همره آن رهنما
  • O ansızın gitti... Gitti ama benim de hararetle ardına düşmem gerekti.
  • ناگهان رفت او ولیکن چونک رفت ** می‌ببایستم شدن در پی بتفت
  • Fakat geçene acınmak hatadır... Gitti mi gitti gider! Gayrı onu anmanın hiçbir faydası yoktur!
  • بر گذشته حسرت آوردن خطاست ** باز ناید رفته یاد آن هباست
  • Tutulan kuşun, geçmiş zamana pişman olma, içinde bulunduğun vaktin kıymetini bil, bundan istifadeye çalış, pişmanlıkla vakit geçirme diye nasihati
  • قصه‌ی آن مرغ گرفته کی وصیت کرد کی بر گذشته پشیمانی مخور تدارک وقت اندیش و روزگار مبر در پشیمانی
  • Birisi hileyle tuzağına bir kuş düşürdü. Kuş, ona dedi ki: Ey ulu hoca. 2245
  • آن یکی مرغی گرفت از مکر و دام ** مرغ او را گفت ای خواجه‌ی همام
  • Sen birçok öküzler, koyunlar yedin... Birçok develer kurban ettin.
  • به تو بسی گاوان و میشان خورده‌ای ** تو بسی اشتر به قربان کرده‌ای
  • Dünyada onlarla bile doymadın... Benimle de doymazsın sen!
  • تو نگشتی سیر زانها در زمن ** هم نگردی سیر از اجزای من
  • Beni bırak da sana üç öğüt vereyim... Bak bakalım aptal mıyım, akıllı mıyım?
  • هل مرا تا که سه پندت بر دهم ** تا بدانی زیرکم یا ابلهم
  • Birinci öğüdü elimdeyken vereyim, ikincisini samanla karışık balçıktan yapılma damının üstünde.
  • اول آن پند هم در دست تو ** ثانیش بر بام کهگل بست تو
  • Üçüncüsünü de ağacın üstünde veririm... Bu üç öğütle bahtın iyileşir. 2250
  • وآن سوم پند دهم من بر درخت ** که ازین سه پند گردی نیکبخت
  • Elindeyken vereceğim öğüt şu: Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma.
  • آنچ بر دستست اینست آن سخن ** که محالی را ز کس باور مکن
  • Bu ulu öğüdü elindeyken verip azat oldu, duvarın üstüne konup,
  • بر کفش چون گفت اول پند زفت ** گشت آزاد و بر آن دیوار رفت
  • Dedi ki: Geçmiş gitmiş şeye gam yeme... Fırsatını kaybettin mi üzülme artık!
  • گفت دیگر بر گذشته غم مخور ** چون ز تو بگذشت زان حسرت مبر
  • Sonra “Şu küçücük bedenimde on dirhem ağırlığında paha biçilmez bir inci var.
  • بعد از آن گفتش که در جسمم کتیم ** ده درمسنگست یک در یتیم
  • Seni de oğullarını da devlete eriştirdi... O inci senin hakkındı... 2255
  • دولت تو بخت فرزندان تو ** بود آن گوهر به حق جان تو
  • Fakat kısmetin değilmiş, kaçırdın... Öyle bir inci dünyada bulunmaz” dedi.
  • فوت کردی در که روزی‌ات نبود ** که نباشد مثل آن در در وجود
  • Adam gebe kadın doğururken nasıl feryat ederse öyle bağırmaya başladı.
  • آنچنان که وقت زادن حامله ** ناله دارد خواجه شد در غلغله
  • Kuş dedi ki: Sana geçmiş şeye gam etme diye nasihat etmedim mi,
  • مرغ گفتش نی نصیحت کردمت ** که مبادا بر گذشته‌ی دی غمت
  • Mademki geçip gitti, neden gam yersin? Ya öğüdümü anlamadın yahut da sağırsın sen.
  • چون گذشت و رفت غم چون می‌خوری ** یا نکردی فهم پندم یا کری
  • Sonra bir de sana sapıklığa düşme olmayacak söze sakın inanma demedim mi? Bu ikinci öğüdüm değil miydi? 2260
  • وان دوم پندت بگفتم کز ضلال ** هیچ تو باور مکن قول محال
  • Ben, kendim üç dirhem gelmem aslanım... İçinde on dirhemlik inci nasıl bulunur?
  • من نیم خود سه درمسنگ ای اسد ** ده درمسنگ اندرونم چون بود
  • Adam, bu söz üzerine kendine geldi, hadi dedi... o üçüncü güzel öğüdü de ver bakalım!
  • خواجه باز آمد به خود گفتا که هین ** باز گو آن پند خوب سیومین
  • Kuş dedi ki: Evet. Allah için o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava söyleyeceğim ha!
  • گفت آری خوش عمل کردی بدان ** تا بگویم پند ثالث رایگان
  • Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.
  • پند گفتن با جهول خوابناک ** تخت افکندن بود در شوره خاک
  • Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez... Ey öğütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma. 2265
  • چاک حمق و جهل نپذیرد رفو ** تخم حکمت کم دهش ای پندگو
  • O yarı akıllı balığın kurtulmak için bir çare düşünmesi ve kendisini ölü göstermesi
  • چاره اندیشیدن آن ماهی نیم‌عاقل و خود را مرده کردن
  • Öbür balık, o belâ çağında aklının gölgesinden ayrı düştü de dedi ki:
  • گفت ماهی دگر وقت بلا ** چونک ماند از سایه‌ی عاقل جدا
  • O, denize vardı, gamdan azat oldu... Ben öyle bir iyi arkadaştan ayrıldım.
  • کو سوی دریا شد و از غم عتیق ** فوت شد از من چنان نیکو رفیق
  • Fakat artık onu düşünmeyeyim de kendi kendime bir çare bulayım... Şimdi kendimi ölü göstereyim ben...
  • لیک زان نندیشم و بر خود زنم ** خویشتن را این زمان مرده کنم
  • Suyun üstüne çıkıp karnımı yukarıya, sırtı mı aşağıya verip kendimi salı vereyim... Su, nereye götürürse gideyim.
  • پس برآرم اشکم خود بر زبر ** پشت زیر و می‌روم بر آب بر