English    Türkçe    فارسی   

5
2733-2782

  • A canım, bu sözün sonu gelmez. Yine zamane Şeyhinin hikâyesine dön!
  • این سخن پایان ندارد ای فلان  ** باز رو در قصه‌ی شیخ زمان 
  • "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım" hadîsi kutsisinin manası
  • در معنی لولاک لما خلقت الافلاک 
  • Böyle bir Şeyh, sokak sokak dolaşan bir dilenci oldu. Aşk, pervasızca geldi, ne yapsın? Sakının aşktan!
  • شد چنین شیخی گدای کو به کو  ** عشق آمد لاابالی اتقوا 
  • Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer, eritir. 2735
  • عشق جوشد بحر را مانند دیگ  ** عشق ساید کوه را مانند ریگ 
  • Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.
  • عشق‌بشکافد فلک را صد شکاف  ** عشق لرزاند زمین را از گزاف 
  • Pak, aşk, Muhammed'le eşti. Tanrı aşk yüzünde ona "Sen olmasaydın..." dedi.
  • با محمد بود عشق پاک جفت  ** بهر عشق او را خدا لولاک گفت 
  • Hasılı o, aşktan tekti. Onun için Tanrı, onu pevgamberler içinden seçti.
  • منتهی در عشق چون او بود فرد  ** پس مر او را ز انبیا تخصیص کرد 
  • Sen, pak aşka mensup olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim?
  • گر نبودی بهر عشق پاک را  ** کی وجودی دادمی افلاک را 
  • Ben, aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim. 2740
  • من بدان افراشتم چرخ سنی  ** تا علو عشق را فهمی کنی 
  • Gökten daha başka faydalar da gelir. O yumurta gibidir. Bu, civciv gibi ona tabidir.
  • منفعتهای دیگر آید ز چرخ  ** آن چو بیضه تابع آید این چو فرخ 
  • Âşıkların horluğundan bir koku alasın diye toprağı tamamiyle hor ettim, ayaklar altına serdim.
  • خاک را من خوار کردم یک سری  ** تا ز خواری عاشقان بویی بری 
  • Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve tazelik verdim.
  • خاک را دادیم سبزی و نوی  ** تا ز تبدیل فقیر آگه شوی 
  • Şu yerinden kımıldamıyan dağlar da sana âşıkların sebatını söyler.
  • با تو گویند این جبال راسیات  ** وصف حال عاشقان اندر ثبات 
  • Gerçi oğul, o mânadır, bunlar suret. Fakat anlayışa yaklaştırmak için lâzım bu. 2745
  • گرچه آن معنیست و این نقش ای پسر  ** تا به فهم تو کند نزدیک‌تر 
  • Kederi, dikene benzetirler. Dikenin kendisi değildir, bu benzetiş, ancak uyandırmak, anlatmak içindir.
  • غصه را با خار تشبیهی کنند  ** آن نباشد لیک تنبیهی کنند 
  • Katı gönüle taş derler. Gönlün taşla münasebeti yoktur, fakat bir örnektir verirler işte.
  • آن دل قاسی که سنگش خواندند  ** نامناسب بد مثالی راندند 
  • Düşünce de onun tıpkısı olmaz. Fakat öyle değildir deme de ayıbı benzetişe, anlatışa ver.
  • در تصور در نیاید عین آن  ** عیب بر تصویر نه نفیش مدان 
  • Şeyhin bir gün içinde dört kere zembille dilenmek üzere Tanrı buyruğiyle bir beyin evine gitmesi, beyin onu azarlayıp kötü söylemesi, Şeyhin de özür dilemesi
  • رفتن این شیخ در خانه‌ی امیری بهر کدیه روزی چهار بار به زنبیل به اشارت غیب و عتاب کردن امیر او را بدان وقاحت و عذر گفتن او امیر را 
  • Şeyh bir günde yoksul gibi dört kere bir beyin köşküne gitti.
  • شیخ روزی چار کرت چون فقیر  ** بهر کدیه رفت در قصر امیر 
  • Zembili elinde, Tanrı için canı yaratan, sizden bir lokma ekmek istiyor sözleri dilindeydi. 2750
  • در کفش زنبیل و شی لله زنان  ** خالق جان می‌بجوید تای نان 
  • Oğul, bunlar, aklı küll'ü bile şaşırtan, sersem eden tersine çakılmış nallardır.
  • نعلهای بازگونه‌ست ای پسر  ** عقل کلی را کند هم خیره‌سر 
  • Bey, onu görünce : Kötü kişi dedi, sana bir şey söyleyeceğim ama bana nekes deme.
  • چون امیرش دید گفتش ای وقیح  ** گویمت چیزی منه نامم شحیح 
  • Bu ne küstahlık, bu ne utanmaz yüz, bu ne çeşit iş? Bir günde tam dört kere geliyorsun.
  • این چه سغری و چه رویست و چه کار  ** که به روزی اندر آیی چار بار 
  • A Şeyh, burada seninle mukayyet olacak kim var ki ? Ben senin gibi küstah bir dilenci görmedim.
  • کیست اینجا شیخ اندر بند تو  ** من ندیدم نر گدا مانند تو 
  • Dilencilerin namusunu berbat ettin. Bu yaptığın, ne çirkin Abbaslık? 2755
  • حرمت و آب گدایان برده‌ای  ** این چه عباسی زشت آورده‌ای 
  • Abbası Debs, senin hizmetkârın olamaz. Bu şom nefis, hiçbir mülhitte olmasın.
  • غاشیه بر دوش تو عباس دبس  ** هیچ ملحد را مباد این نفس نحس 
  • Şeyh dedi ki: Beyim, sus, ben emir kuluyum. İçimdeki ateşi bilmiyorsun, bu kadar coşma.
  • گفت امیرا بنده فرمانم خموش  ** ز آتشم آگه نه‌ای چندین مجوش 
  • Ekmek için kendimde bir hırs görseydim ekmek isteyen karnımı deşerdim.
  • بهر نان در خویش حرصی دیدمی  ** اشکم نان‌خواه را بدریدمی 
  • Yedi yıl bu bedenim, aşk ateşiyle yandı kavruldu. Çöllerde asma yaprağı yedim, onunla geçindim.
  • هفت سال از سوز عشق جسم‌پز  ** در بیابان خورده‌ام من برگ رز 
  • Hattâ taze, yahut kuru yaprak yemeden bu bedenimin rengi yemyeşil oldu. 2760
  • تا ز برگ خشک و تازه خوردنم  ** سبز گشته بود این رنگ تنم 
  • İnsanlar atasının suretinde, perdesinde bulundukça âşıklara öyle pek serserice bakma.
  • تا تو باشی در حجاب بوالبشر  ** سرسری در عاشقان کمتر نگر 
  • Akıllı fikirli kişiler, kılı kırk yardılar. Heyet (kozmoğrafya) bilgisini elde ettiler.
  • زیرکان که مویها بشکافتند  ** علم هیات را به جان دریافتند 
  • Neyrencat, sihir ve felsefeyi, hakkiyle belleyemedilerse de,
  • علم نارنجات و سحر و فلسفه  ** گرچه نشناسند حق المعرفه 
  • Mümkün olduğu kadar çalıştılar, elde ettiler, bütün akranlarını geçtiler.
  • لیک کوشیدند تا امکان خود  ** بر گذشتند از همه اقران خود 
  • Aşk, kıskançlığından kendisini gizledi. Böyle bir güneş, onlardan gizli kaldı. 2765
  • عشق غیرت کرد و زیشان در کشید  ** شد چنین خورشید زیشان ناپدید 
  • Gündüzün yıldızları gören keskin gözden güneş, yüzünü gizledi.
  • نور چشمی کو به روز استاره دید  ** آفتابی چون ازو رو در کشید 
  • Bundan geç de öğütümü dinle. Âşıkları aşk göziyle gör.
  • زین گذر کن پند من بپذیر هین  ** عاشقان را تو به چشم عشق بین 
  • Vakit dar, can da kuşkuda. Artık sana özür getirmesine imkân yok.
  • وقت نازک باشد و جان در رصد  ** با تو نتوان گفت آن دم عذر خود 
  • Sen anla da o sözü bekleme. Âşıkların gönüllerini az incit.
  • فهم کن موقوف آن گفتن مباش  ** سینه‌های عاشقان را کم خراش 
  • Sen bu neşeyi anlayamamışsın. Bari ağır ol, ihtiyatı bırakma. 2770
  • نه گمانی برده‌ای تو زین نشاط  ** حزم را مگذار می‌کن احتیاط 
  • Mutlaka yapılması lâzım şey var, yapılsa da olur, yapılmasa da olur iş var, bir de yapılmasına imkân olmayan var. Sen bu ikisinin ortasını tut, ihtiyatta caiz olanı gözet ey bu kavme sonradan gelip katılan kişi!
  • واجبست و جایزست و مستحیل  ** این وسط را گیر در حزم ای دخیل 
  • Beyin, Şeyhin öğütünü duyunca ağlaması ye Şeyhin özündeki doğruluğun ona aksetmesi, o küstahlıktan sonra hazinesini Şeyhe bağışlaması, Şeyhin, ben buyruksuz alıp kullanamam diyerek kabul etmemesi
  • گریان شدن امیر از نصیحت شیخ و عکس صدق او و ایثار کردن مخزن بعد از آن گستاخی و استعصام شیخ و قبول ناکردن و گفتن کی من بی‌اشارت نیارم تصرفی کردن 
  • Şeyh bu sözleri söyleyip hay hayla ağlamaya koyuldu, gözyaşları yeryüzünü ıslatmaya başladı.
  • این بگفت و گریه در شد های های  ** اشک غلطان بر رخ او جای جای 
  • Şeyhin doğruluğu, beyin içine aksetti. Aşk, her an bir görülmemiş çömlek kaynatır durur.
  • صدق او هم بر ضمیر میر زد  ** عشق هر دم طرفه دیگی می‌پزد 
  • Aşıkın doğruluğu cansız bir şeye bile tesir eder. Bilen bir kişinin gönlüne dokunsa şaşılır mı?
  • صدق عاشق بر جمادی می‌تند  ** چه عجب گر بر دل دانا زند 
  • Musa'nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir etti, hattâ azametli denize bile dokundu. 2775
  • صدق موسی بر عصا و کوه زد  ** بلک بر دریای پر اشکوه زد 
  • Ahmed'in doğruluğu ayın yüzüne tesir etti. Hatta parlak güneşin bile yolunu vurdu.
  • صدق احمد بر جمال ماه زد  ** بلک بر خورشید رخشان راه زد 
  • İkisi yüzyüze verip feryada başladılar. Emîr de ağlamaya kovuldu, fakir de.
  • رو برو آورده هر دو در نفیر  ** گشته گریان هم امیر و هم فقیر 
  • Uzun bir müddet ağlaştılar. Sonra bey dedi ki: Ulu kişi, kalk!
  • ساعتی بسیار چون بگریستند  ** گفت میر او را که خیز ای ارجمند 
  • Hazineden ne dilersen al. Bunun gibi yüzlerce ihsana müstahaksın ya, fakat gönlünün dilediğini devşir.
  • هر چه خواهی از خزانه برگزین  ** گرچه استحقاق داری صد چنین 
  • O, senindir. Neye meylin varsa al. Zaten sana iki âlem bile dar gelmede. 2780
  • خانه آن تست هر چت میل هست  ** بر گزین خود هر دو عالم اندکست 
  • Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin şeyi al demediler.
  • گفت دستوری ندادندم چنین  ** که کنم من این دخیلانه دخول 
  • من ز خود نتوانم این کردن فضول ** که کنم من این دخیلانه دخول