- Senin buyruğuna karşı korkusuzca harekette bulunan, affından başka nereye dayansın?
- جز که عفو تو کرا دارد سند ** هر که با امر تو بیباکی کند
- Bu suçluların gafletleri, küstahlıkları, ey af madeni padişah, senin affının çokluğundan meydana geldi. 4095
- غفلت و گستاخی این مجرمان ** از وفور عفو تست ای عفولان
- Gaflet, daima küstahlıktan meydana gelir. Ululama gözden kuru ağrıyı giderir.
- دایما غفلت ز گستاخی دمد ** که برد تعظیم از دیده رمد
- Gaflet ve kötü bir alışma olan unutkanlık, ululama ateşiyle yanıp gider.
- غفلت و نسیان بد آموخته ** ز آتش تعظیم گردد سوخته
- Onun heybeti adama uyanıklık ve anlayış verir, adamın içindeki unutkanlık ve yanılma çıkar, kalmaz.
- هیبتش بیداری و فطنت دهد ** سهو نسیان از دلش بیرون جهد
- Yağma zamanı, halkın uykusu gelmez. Kimse, hırkamı çalmasınlar diye uyumaz.
- وقت غارت خواب ناید خلق را ** تا بنرباید کسی زو دلق را
- Hırka korkusiyle bile uyku kaçarsa artık can ve ' boğaz korkusu ile kim uyur ki? 4100
- خواب چون در میرمد از بیم دلق ** خواب نسیان کی بود با بیم حلق
- Buna tanık, "Rabbimiz, unutup işlediğimiz suçlarla bizi suçlu sayma" âyetidir. Çünkü unutma da bir bakımdan suçtur.
- لاتاخذ ان نسینا شد گواه ** که بود نسیان بوجهی هم گناه
- Unutan, onu lâyık olduğu veçhile ululamıştır. Yoksa hiç savaşta adamı uyku tutar mı?
- زانک استکمال تعظیم او نکرد ** ورنه نسیان در نیاوردی نبرد
- Unutma, çaresiz gelip çatar ama buna tutulmamak için de sebeplere yapışmak lâzım.
- گرچه نسیان لابد و ناچار بود ** در سبب ورزیدن او مختار بود
- Çünkü onu ululamada gevşeklik gösterdi mi insanda ya unutma meydana gelir, ya yanlış.
- که تهاون کرد در تعظیمها ** تا که نسیان زاد یا سهو و خطا
- Sarhoş gibi hani. O ada cinayetlerde bulunur, sonra da mazurdum, ne yapayım der. 4105
- همچو مستی کو جنایتها کند ** گوید او معذور بودم من ز خود
- Ona derler ki: Doğru ama a kötü işli, o zıkkımı sen içtin, dileğinle, isteğinle zıkkımlandın.
- گویدش لیکن سبب ای زشتکار ** از تو بد در رفتن آن اختیار
- Sarhoşluk, sana kendi kendine gelmedi, onu sen davet ettin. O dileği de kendin meydana getirdin.
- بیخودی نامد بخود تش خواندی ** اختیارت خود نشد تش راندی
- Sarhoşluk, senin kastın, çalışıp çabalaman olmasaydı da kendi kendine sana gelip çatsaydı can sakisi, senin ahdını korur, gözetirdi.
- گر رسیدی مستی بیجهد تو ** حفظ کردی ساقی جان عهد تو
- Sana arka olur, senin adına o, özür dilerdi. Tanrı sarhoşluğuna kul köle olayım.
- پشتدارت بودی او و عذرخواه ** من غلام زلت مست اله
- Ey her çeşit elde edilen şey, kendisinden olan Tanrı, bütün âlemin af ve ihsanı, senin ihsanından bir zerredir. 4110
- عفوهای جمله عالم ذرهای ** عکس عفوت ای ز تو هر بهرهای
- Aflar, senin affını överler, insanlar, sakının, ona benzer, ona eşit yoktur.
- عفوها گفته ثنای عفو تو ** نیست کفوش ایها الناس اتقوا
- Onların canlarını sen bağışla, huzurundan da kovma. Ey muradına erişen, senin damağının tadıdır onlar.
- جانشان بخش و ز خودشان هم مران ** کام شیرین تو اند ای کامران
- Yüzünü görene acı, nasıl olur da seni gören, acı ayrılığını çekebilir?
- رحم کن بر وی که روی تو بدید ** فرقت تلخ تو چون خواهد کشید
- Ayrılıktan bahsediyorsun, ne yaparsan yap da bunu yapma.
- از فراق و هجر میگویی سخن ** هر چه خواهی کن ولیکن این مکن
- Senin tuzağına tutulup yüz binlerce defa ölmek bile senden ayrılmaya bedel olamaz. 4115
- صد هزاران مرگ تلخ شصت تو ** نیست مانند فراق روی تو
- Ey suçluların feryadına yetişen, ayrılık acısını erlerden de uzaklaştır, kadınlardan da.
- تلخی هجر از ذکور و از اناث ** دور دار ای مجرمان را مستغاث
- Senin vuslatını umarak ölmek hoştur. Fakat ayrılığının acısı, ateşin üstündedir.
- بر امید وصل تو مردن خوشست ** تلخی هجر تو فوق آتشست
- Kâfir bile cehennemde bana bir baksaydın cehennemde olduğuma gam mı çekerdim deyip durur.
- گبر میگوید میان آن سقر ** چه غمم بودی گرم کردی نظر
- Çünkü o bakış, bütün eziyetleri tatlılaştırır; büyücülerin el ve ayaklarının kan diyetidir o bakış.
- کان نظر شیرین کنندهی رنجهاست ** ساحران را خونبهای دست و پاست
- Firavun, büyücüleri öldüreceği zaman onlar, "Zararı yok.. Biz, Tanrımıza döneriz" dediler, bunun tefsiri
- تفسیر گفتن ساحران فرعون را در وقت سیاست با او کی لا ضیر انا الی ربنا منقلبون
- Gökyüzü "Zararı yok" sesini duydu. Gökyüzü, sanki o savlıcana bir top kesildi. 4120
- نعرهی لا ضیر بشنید آسمان ** چرخ گویی شد پی آن صولجان
- Firavun'un vuruşu bize zarar vermez ki dediler, Tanrı'nın lütfu, başkalarının kahrından üstündür.
- ضربت فرعون ما را نیست ضیر ** لطف حق غالب بود بر قهر غیر
- Ey insanları azgınlık, sapıklık yoluna süren, sırrımızı bilsen a can gözü kör herif, anlarsın ki biz kendimizi kurtarıyoruz.
- گر بدانی سر ما را ای مضل ** میرهانیمان ز رنج ای کوردل
- Kendine gel de bu yana yanaş, bu erganunun "Keşke kavmim, rabbim beni ne yüzden yarlıgadı, bilselerdi" sesini dinle.
- هین بیا زین سو ببین کین ارغنون ** میزند یا لیت قومی یعلمون
- Tanrı ihsanı, bize bir Firavunluk verdi ki senin Firavunluğun kaç para eder, senin saltanatın geçici.
- داد ما را داد حق فرعونیی ** نه چو فرعونیت و ملکت فانیی
- Ey Mısır'a ve Nil ırmağına kapılıp gururlanan! Başını kaldır da ebedî ve ulu saltanatı gör. 4125
- سر بر آر و ملک بین زنده و جلیل ** ای شده غره به مصر و رود نیل
- Sen şu pis hırkayı terk edersen Nil ırmağını can nilinde gark edersin.
- گر تو ترک این نجس خرقه کنی ** نیل را در نیل جان غرقه کنی
- A Firavun, kendine gel de Mısır'dan el çek. Can Mısır'ının içinde yüzlerce Mısır var.
- هین بدار از مصر ای فرعون دست ** در میان مصر جان صد مصر هست
- Sen, halka "Ben rabbinizim" deyip durursun ama bu iki sözden de gafilsin.
- تو انا رب همیگویی به عام ** غافل از ماهیت این هر دو نام
- Rab olan rablık ettiği kişiden nasıl titrer? Ben demeyi bilen, nasıl olur da cisim ve can bağına bağlı kalır?
- رب بر مربوب کی لرزان بود ** کی انادان بند جسم و جان بود
- İşte bak, buracıkta bizler ben diyoruz, çünkü benlikten kurtulduk; zahmetlerle, belâlarla dolu benlikten halâs olduk. 4130
- نک انا ماییم رسته از انا ** از انای پر بلای پر عنا
- A köpek, o benlik sana kutlu gelmedi. Fakat bizce mühürlenmiş bir devlet oldu.
- آن انایی بر تو ای سگ شوم بود ** در حق ما دولت محتوم بود
- Bu benlik, sana kin gütmeseydi bize böyle güzel bir ikbal, bir devlet olur muydu?
- گر نبودیت این انایی کینهکش ** کی زدی بر ما چنین اقبال خوش
- Yokluk yurdundan kurtuluyoruz, buna şükrane olarak şu darağacının başında sana bir öğüt verelim:
- شکر آنک از دار فانی میرهیم ** بر سر این دار پندت میدهیم
- Bizim ölüm darağacımız, göç burakıdır. Senin saltanat yurdunsa gururdan, gafletten ibarettir.
- دار قتل ما براق رحلتست ** دار ملک تو غرور و غفلتست
- Bu yaşayış, ölüm suretinde gizlidir. O ölümse yaşayış kabuğunda gizli. 4135
- این حیاتی خفیه در نقش ممات ** وان مماتی خفیه در قشر حیات
- Nur, ateş şeklinde görünmede, ateş de nur şeklinde. Yoksa dünya, hiç gurur yurdu, aldanma durağı olur muydu?
- مینماید نور نار و نار نور ** ورنه دنیا کی بدی دارالغرور
- Kendine gel, acele etme. Önce yok ol. Battın mı nur doğrusundan başgöster.
- هین مکن تعجیل اول نیست شو ** چون غروب آری بر آ از شرق ضو
- Ezel benliğinden gönül hayretlere düştü; bu benlik, soğuk bir hale geldi, ayıp ve ar kesildi.
- از انایی ازل دل دنگ شد ** این انایی سرد گشت و ننگ شد
- Can, o bensiz benlikten hoş bir hal aldı, âlem benliğinden sıçrayıp çıktı.
- زان انای بیانا خوش گشت جان ** شد جهان او از انایی جهان
- Benden kurtuldu da şimdi ben oldu. Aferinler, olsun zahmetsiz benliğe! 4140
- از انا چون رست اکنون شد انا ** آفرینها بر انای بی عنا
- O kaçmada, benlikse peşine düşmüş. Onu, onsuz gördüğünden ardını bırakmamakta, koşup durmakta.
- کو گریزان و انایی در پیش ** میدود چون دید وی را بی ویش
- Sen, onu istedikçe o, seni istemez. Fakat öldün mü istediğini elde edersin.
- طالب اویی نگردد طالبت ** چون بمردی طالبت شد مطلبت
- Diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı? Sen istedikçe istediğin seni arar mı?
- زندهای کی مردهشو شوید ترا ** طالبی کی مطلبت جوید ترا