English    Türkçe    فارسی   

5
490-539

  • Ben varlığını o ihsan ve cömertlik sahibinden başkasına satmayana kul, köle olayım. 490
  • من غلام آنک نفروشد وجود  ** جز بدان سلطان با افضال و جود 
  • O ağlarsa gökyüzü de ağlar. O feryat ederse gökyüzü de Yarabbi demeye başlar.
  • چون بگرید آسمان گریان شود  ** چون بنالد چرخ یا رب خوان شود 
  • Ben o himmet sahibi bakıra kul, köle olayım ki kimyadan başka bir şeye eğilmez.
  • من غلام آن مس همت‌پرست  ** کو به غیر کیمیا نارد شکست 
  • Dua ederken Allah’ya sınık bir halde el kaldır. Allah’nın merhamet ve ihsanı, sınık kişiye doğru uçar.
  • دست اشکسته برآور در دعا  ** سوی اشکسته پرد فضل خدا 
  • Bu daracık kuyudan kurtulmak istiyorsan durmadan ateşe yüz çevir kardeş.
  • گر رهایی بایدت زین چاه تنگ  ** ای برادر رو بر آذر بی‌درنگ 
  • Allah’nın hilesini gör, kendi hileni bırak. Ey hilesine karşı hilebazların bile utanıp şaşırdıkları Allahm! 495
  • مکر حق را بین و مکر خود بهل  ** ای ز مکرش مکر مکاران خجل 
  • Hilen Allah’nın hilesinde yok oldu mu kendine şaşılacak bu pusu elde edersin.
  • چونک مکرت شد فنای مکر رب  ** برگشایی یک کمینی بوالعجب 
  • Öyle bir pusu ki onun en aşağı vasfı, ebediliktir. Oradan ebedi bir surette boyuna yücelir ağarsın.
  • که کمینه‌ی آن کمین باشد بقا  ** تا ابد اندر عروج و ارتقا 
  • İnsana kendini görüp beğenen kendi gözünden daha tehlikeli hiçbir kötü göz olamaz. Ancak gözü, Allah’nın nuru ile değişmiş ve “Benimle duyar, benimle görür” sırrına ermiş, varlığı, varlıksız bir hale gelmişse o başka
  • در بیان آنک هیچ چشم بدی آدمی را چنان مهلک نیست کی چشم پسند خویشتن مگر کی چشم او مبدل شده باشد به نور حق که بی یسمع و بی یبصر و خویشتن او بی‌خویشتن شده 
  • Tavus kuşu gibi kanadına bakma, ayağını gör ki kötü göz, sana bir pusu kurmasın.
  • پر طاوست مبین و پای بین  ** تا که س العین نگشاید کمین 
  • Dağ bile kötülerin nazarıyla yerinden oynar. Kuran’da “Yüzlikunneke”yi oku da anla.
  • که بلغزد کوه از چشم بدان  ** یزلقونک از نبی بر خوان بدان 
  • Dağ gibi Ahmet bile yolda çamur ve yağmur yokken nazara uğradı da ayağı titremeye başladı. 500
  • احمد چون کوه لغزید از نظر  ** در میان راه بی‌گل بی‌مطر 
  • Bu duraklama, sürçme, bu ayak titremesi de ne? Bu işin boş olmasına imkan yok diye hayrette kaldı.
  • در عجب درماند کین لغزش ز چیست  ** من نپندارم که این حالت تهیست 
  • Nihayet ayet geldi de, o hal sana kötü gözden erişti diye hikmetini bildirdi.
  • تا بیامد آیت و آگاه کرد  ** کان ز چشم بد رسیدت وز نبرد 
  • Allah eğer senden başka biri olsaydı derhal yok olur, o nazara avlanır erir giderdi.
  • گر بدی غیر تو در دم لا شدی  ** صید چشم و سخره‌ی افنا شدی 
  • Fakat benim korumam, eteğini çemreyip geldi de kurtuldun, yalnız bu titreyişin, bu sürçmen, bu sırrı sana bildirmek içindi dedi.
  • لیک آمد عصمتی دامن‌کشان  ** وین که لغزیدی بد از بهر نشان 
  • İbret al da o dağ gibi olan Peygambere bak... Ondan sonra a saman çöpünden aşağı olan adam, hünerini malını arz etme! 505
  • عبرتی گیر اندر آن که کن نگاه  ** برگ خود عرضه مکن ای کم ز کاه 
  • ”Az kaldı kafirler, gözleriyle seni yere düşüreceklerdi” ayetinin tefsiri
  • تفسیر و ان یکاد الذین کفروا لیزلقونک بابصارهم الایه 
  • Ey Allah peygamberi, o mecliste öyle adamlar vardır ki herkesin kuşlarına bile nazar değdirir, onları bile öldürürler.
  • یا رسول‌الله در آن نادی کسان  ** می‌زنند از چشم بد بر کرکسان 
  • Nazarlarından kükreyen aslanın bile kellesi yarılır, inlemeye başlar.
  • از نظرشان کله‌ی شیر عرین  ** وا شکافد تا کند آن شیر انین 
  • Güçlü deveye nazarı ile ölüm değdirir, sonra arkasından köleyi,
  • بر شتر چشم افکند هم‌چون حمام  ** وانگهان بفرستد اندر پی غلام 
  • Yürü bu devenin yağından satın al diye yollar. Köle deveyi sakatlanmış görür.
  • که برو از پیه این اشتر بخر  ** بیند اشتر را سقط او راه بر 
  • Atla beraber koşan o deve sakatlanmış başı kesilmiştir. 510
  • سر بریده از مرض آن اشتری  ** کو بتگ با اسب می‌کردی مری 
  • Şüphe yok ki hasetle, kötü gözle feleğin dönüşünü, yürüyüşünü bile başka bir tarzda döndürürler.
  • کز حسد وز چشم بد بی‌هیچ شک  ** سیر و گردش را بگرداند فلک 
  • Su gizlidir, fakat dolap meydanda. Fakat su esasen dönüp yürümededir.
  • آب پنهانست و دولاب آشکار  ** لیک در گردش بود آب اصل کار 
  • Kötü gözün ilacı iyi gözdür. İyi göz, kötü gözü ayağının altına alır, yok eder.
  • چشم نیکو شد دوای چشم بد  ** چشم بد را لا کند زیر لگد 
  • İlerisi gidiş, rahmetin sıfatıdır, iyi göz de rahmettendir. Halbuki kötü göz, kahır ve lanetten meydana gelmedir.
  • سبق رحمت‌راست و او از رحمتست  ** چشم بد محصول قهر و لعنتست 
  • Allah’nın rahmeti gazabından üstündür. Bunun içindir ki her peygamber, kendi zıddına üst olmuş onu mat etmiştir. 515
  • رحمتش بر نقمتش غالب شود  ** چیره زین شد هر نبی بر ضد خود 
  • Çünkü, peygamber rahmetin neticesidir. Zıddı ise kötü yüzlüdür, kahır neticesidir.
  • کو نتیجه‌ی رحمتست و ضد او  ** از نتیجه‌ی قهر بود آن زشت‌رو 
  • Kazın hırsı birdir. Bunun hırsıysa tam elli kat fazladır. Şehvet hırsı yılandır, mevki hırsı ejderha.
  • حرص بط یکتاست این پنجاه تاست  ** حرص شهوت مار و منصب اژدهاست 
  • Kaz hırsı, boğaz ve cima şehvetinden meydana gelir. Fakat baş olma hırsında bu şehvetlerin tam yirmi tanesi toplanmıştır.
  • حرص بط از شهوت حلقست و فرج  ** در ریاست بیست چندانست درج 
  • Mevki sahibi, mevkii yüzünden Allahlıktan dem vurur. Allah ile ortak olmayı tamah eder, nasıl af edilebilir?
  • از الوهیت زند در جاه لاف  ** طامع شرکت کجا باشد معاف 
  • Adem’in işlediği küçücük kusur karın ve cima yüzünden oldu. Fakat iblisin suçu ululuktan ve mevki yüzündendi. 520
  • زلت آدم ز اشکم بود و باه  ** وآن ابلیس از تکبر بود و جاه 
  • Hasılı Adem çabucak tövbe etti, halbuki o melun, tövbe etmeye tenezzül etmedi.
  • لاجرم او زود استغفار کرد  ** وآن لعین از توبه استکبار کرد 
  • Boğaz ve cima hırsı da kötüdür. Fakat mevki hırsı olmadıkça yine de sınıklıdır.
  • حرص حلق و فرج هم خود بدرگیست  ** لیک منصب نیست آن اشکستگیست 
  • Bu mevki hırsının kökünü dalını söylemeye kalkışırsam bir başka cilt lazımdır.
  • بیخ و شاخ این ریاست را اگر  ** باز گویم دفتری باید دگر 
  • Arap serkeş ata Şeytan dedi, yazıda yayılan ata değil.
  • اسپ سرکش را عرب شیطانش خواند  ** نی ستوری را که در مرعی بماند 
  • Şeytanlık lügatta baş çekmedir. Bu sıfat lanete layıktır. 525
  • شیطنت گردن کشی بد در لغت  ** مستحق لعنت آمد این صفت 
  • Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat baş olmak isteyen iki adam dünyaya sığamaz.
  • این جهان محدود و آن خود بی حدست ** نقش و صورت پیش آن معنی سدست
  • O, dünya yüzünde bunun bulunmasını istemez. Hatta padişah padişahlığıma ortak olur diye babasını bile öldürür.
  • آن نخواهد کین بود بر پشت خاک  ** تا ملک بکشد پدر را ز اشتراک 
  • Duymuşsundur ya saltanat kısırdır derler. Padişahlık davasında olan, korkusundan akrabalığı filan hep keser, hepsinden vazgeçer.
  • آن شنیدستی که الملک عقیم  ** قطع خویشی کرد ملکت‌جو ز بیم 
  • Çünkü, saltanat kısırdır, onun oğlu yoktur. Ateş gibi kimseyle dostluğu olamaz.
  • که عقیمست و ورا فرزند نیست  ** هم‌چو آتش با کسش پیوند نیست 
  • Kimi bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer. 530
  • هر چه یابد او بسوزد بر درد  ** چون نیابد هیچ خود را می‌خورد 
  • Hiç ol da onun dişinden kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!
  • هیچ شو وا ره تو از دندان او  ** رحم کم جو از دل سندان او 
  • Hiç oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah mutlak yokluktan ders al.
  • چونک گشتی هیچ از سندان مترس  ** هر صباح از فقر مطلق گیر درس 
  • Ululuk, ululuk ıssı Allah’nın elbisesidir. Kim onu giymeye kalkışırsa vebale girer.
  • هست الوهیت ردای ذوالجلال  ** هر که در پوشد برو گردد وبال 
  • Taç onundur, kemer bizim. Vay haddini aşana!
  • تاج از آن اوست آن ما کمر  ** وای او کز حد خود دارد گذر 
  • Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın mı Allah’ya ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan arı olduğunu davaya kalkışırsın. 535
  • فتنه‌ی تست این پر طاووسیت  ** که اشتراکت باید و قدوسیت 
  • Hakimin birinin, gagasıyla güzelim kanatlarını yolup atan ve bedenini kel ve çirkin bir hale koyan tavus kuşunu görüp hayretle “Kendine acımıyor musun?” demesi, tavus kuşunun “Acıyorum ama bence can, kanattan daha değerlidir. Bu kanatsa benim can düşmanımdır” diye cevap vermesi
  • قصه‌ی آن حکیم کی دید طاوسی را کی پر زیبای خود را می‌کند به منقار و می‌انداخت و تن خود را کل و زشت می‌کرد از تعجب پرسید کی دریغت نمی‌آید گفت می‌آید اما پیش من جان از پر عزیزتر است و این پر عدوی جان منست 
  • Bir tavus kuşu, ovada kanatlarını yolmaktaydı. Hakimin biri gezmeye çıkmıştı.
  • پر خود می‌کند طاوسی به دشت  ** یک حکیمی رفته بود آنجا بگشت 
  • Onu görüp dedi ki: Ey tavus böyle güzelim kanatları nasıl oluyor da kökünden yolup atıyorsun? Hiç acımıyor musun?
  • گفت طاوسا چنین پر سنی  ** بی‌دریغ از بیخ چون برمی‌کنی 
  • Bu süsü koparıp balçığa atmana gönlün nasıl razı oluyor?
  • خود دلت چون می‌دهد تا این حلل  ** بر کنی اندازیش اندر وحل 
  • Hafızlar o tüyleri beğendiklerinden alıp mushafların arasına koyuyorlar.
  • هر پرت را از عزیزی و پسند  ** حافظان در طی مصحف می‌نهند