English    Türkçe    فارسی   

6
1499-1548

  • Allah “Güneş battıktan sonra batıda beliren kızıllığa and olsun” dediği zaman Ahmed’in cismine yemin etmiştir.
  • آن قسم بر جسم احمد راند حق  ** آنچ فرمودست کلا والشفق 
  • Karınca, bir tanecik buğdayı görüp harmanı anlasaydı hiç o bir tane buğdayın üstüne titrer miydi? 1500
  • مور بر دانه چرا لرزان بدی  ** گر از آن یک دانه خرمن‌دان بدی 
  • Sen yine sözüne gel, sofi sabırsız. Yediği sillenin cezasını acele istemekte.
  • بر سر حرف آ که صوفی بی‌دلست  ** در مکافات جفا مستعجلست 
  • Ey zulümler eden, nasıl oluyor da gönlün hoş, yaptığını çekmeyeceksin mi sanıyorsun da gafil oluyorsun?
  • ای تو کرده ظلمها چون خوش‌دلی  ** از تقاضای مکافی غافلی 
  • Yoksa yaptıklarını unuttun mu ki gaflet, perdelerini indirdi?
  • یا فراموشت شدست از کرده‌هات  ** که فرو آویخت غفلت پرده‌هات 
  • Ardında düşmanların olmasaydı kâinat sana haset ederdi.
  • گر نه خصمیهاستی اندر قفات  ** جرم گردون رشک بردی بر صفات 
  • Fakat sende olan hukuk yüzünden hapistesin. Yaptığın isyanlar yüzünden azar azar özür dilemeye bak. 1505
  • لیک محبوسی برای آن حقوق  ** اندک اندک عذر می‌خواه از عقوق 
  • Bak da ceza veren seni birden tutmasın. Ey dost, suyunu durult.
  • تا به یکبارت نگیرد محتسب  ** آب خود روشن کن اکنون با محب 
  • Sofi kendisine sille vuran adamın yanına gidip dâvacı gibi eteğine yapıştı.
  • رفت صوفی سوی آن سیلی‌زنش  ** دست زد چون مدعی در دامنش 
  • Onu çeke çeke kadının yanına götürdü. Bu ters eşeği ya eşeğe bindir, halka göstererek ceza ver.
  • اندر آوردش بر قاضی کشان  ** کین خر ادبار را بر خر نشان 
  • Yahut da döverek cezalandır. Artık hangisini münasip görürsen onu yap.
  • یا به زخم دره او را ده جزا  ** آنچنان که رای تو بیند سزا 
  • Senin verdiğin cezadan ölse bile ölür gider, soran bile olmaz. 1510
  • کانک از زجر تو میرد در دمار  ** بر تو تاوان نیست آن باشد جبار 
  • Kadının şer’an vurduğu sopayla birisi ölürse kadı, onu ödemez. Çünkü şeriat’in emri oyuncak değildir.
  • در حد و تعزیر قاضی هر که مرد  ** نیست بر قاضی ضمان کو نیست خرد 
  • O, Allah vekilidir, Allah adaletinin gölgesidir. Her hak sahibiyle cezaya müstahak olanın aynasıdır o.
  • نایب حقست و سایه‌ی عدل حق  ** آینه‌ی هر مستحق و مستحق 
  • O, mazlumun hakkını hak etmek için ceza verir, kendi ırzı için kızgınlığından yahut da bir şey kazanmak için değil.
  • کو ادب از بهر مظلومی کند  ** نه برای عرض و خشم و دخل خود 
  • Onun cezası, Allah içindir, kıyamet günü içindir. Bu ceza da bir hata olsa bile ona diyet lâzım gelmez.
  • چون برای حق و روز آجله‌ست  ** گر خطایی شد دیت بر عاقله‌ست 
  • Çünkü birisini kendisi için döven borçludur. Allah için döven her şeyden emindir. 1515
  • آنک بهر خود زند او ضامنست  ** وآنک بهر حق زند او آمنست 
  • Baba oğlunu dövse de oğlu ölse kan diyetini vermesi lâzımdır.
  • گر پدر زد مر پسر را و بمرد  ** آن پدر را خون‌بها باید شمرد 
  • Çünkü onu, kendi işi için dövmüştür. Oğlun, babaya hizmeti vaciptir.
  • زانک او را بهر کار خویش زد  ** خدمت او هست واجب بر ولد 
  • Fakat çocuğu öğretmeni dövse de çocuk, bu dayaktan ölse korkma, öğretmene hiçbir şey olmaz.
  • چون معلم زد صبی را شد تلف  ** بر معلم نیست چیزی لا تخف 
  • Çünkü öğretmen Allah vekilidir, emindir. Her eminin hakkındaki hükümde böyledir.
  • کان معلم نایب افتاد و امین  ** هر امین را هست حکمش همچنین 
  • Talebenin öğretmene hizmeti farz değildir. Bu yüzden de üstat ona kendisi için bir ceza vermez. 1520
  • نیست واجب خدمت استا برو  ** پس نبود استا به زجرش کارجو 
  • Baba döverse kendi hizmeti için döver, bundan dolayı,kan pahasından kurtulamaz.
  • ور پدر زد او برای خود زدست  ** لاجرم از خونبها دادن نرست 
  • Ey Zülfikar, kendi varlığının, benliğinin başını kes. Kendinden geç, derviş gibi yok ol.
  • پس خودی را سر ببر ای ذوالفقار  ** بی‌خودی شو فانیی درویش‌وار 
  • Kendinden geçtin, varlığını bıraktın mı, ne yaparsan Allah yapar. “Sen atmadın, Allah attı” hükmüne girersin, eminsin.
  • چون شدی بی‌خود هر آنچ تو کنی  ** ما رمیت اذ رمیتی آمنی 
  • O diyet Allahyadır, emin olan adama değil. Bu, “Fıkıh” ta uzun uzadıya ve etraflıca anlatılmıştır.
  • آن ضمان بر حق بود نه بر امین  ** هست تفصیلش به فقه اندر مبین 
  • Her dükkânın ayrı bir sanatı, ayrı bir kârı vardır. Mesnevide yokluk dükkânıdır oğul. 1525
  • هر دکانی راست سودایی دگر  ** مثنوی دکان فقرست ای پسر 
  • Kunduracı dükkânında güzel deriler bulunur. Herhangi bir tahta parçası görürse bil ki kundura kalıbıdır.
  • در دکان کفشگر چرمست خوب  ** قالب کفش است اگر بینی تو چوب 
  • Kumaş satanlarda kumaşlar, ipekliler bulunur, demir olsa olsa arşın olarak vardır.
  • پیش بزازان قز و ادکن بود  ** بهر گز باشد اگر آهن بود 
  • Mesnevimiz vahdet dükkânıdır. Orada birden başka ne görürsen puttur.
  • مثنوی ما دکان وحدتست  ** غیر واحد هرچه بینی آن بتست 
  • Halkı tuzağa düşürmek için putu övmeyi “Onlar ak ve yüce kuşlardır” sözü gibi say.
  • بت ستودن بهر دام عامه را  ** هم‌چنان دان کالغرانیق العلی 
  • Peygamber, onu “Vennecmi” suresinde okudu ama o söz, surede bir âyet değildi, sınama için söylenmiş bir sözdü. 1530
  • خواندش در سوره‌ی والنجم زود  ** لیک آن فتنه بد از سوره نبود 
  • Sonunda bütün kâfirler de secde ettiler. Bu, bir sırdı, bu suretle onlar da yere baş koydular.
  • جمله کفار آن زمان ساجد شدند  ** هم سری بود آنک سر بر در زدند 
  • Bundan sonra anlaşılması güç, karışık bir söz vardır. Sen, Süleyman’la bulun, şeytanlara karışma.
  • بعد ازین حرفیست پیچاپیچ و دور  ** با سلیمان باش و دیوان را مشور 
  • Yine sofi ile kadı hikâyesine gel, o zayıf ve perişan, fakat zalim adamın hikâyesini anlat.
  • هین حدیث صوفی و قاضی بیار  ** وان ستمکار ضعیف زار زار 
  • Kadı dedi ki: Oğul, önce tavanı durdur da ondan sonra ona hayır, şer bir resim yapayım.
  • گفت قاضی ثبت العرش ای پسر  ** تا برو نقشی کنم از خیر و شر 
  • Vuran nerede? Vurduğu yer neresi? Yahu, bu, hastalıkla bir hayal olmuş! 1535
  • کو زننده کو محل انتقام  ** این خیالی گشته است اندر سقام 
  • Şeriat,dirilerle zenginler içindir. Hiç mezardaki ölülere şeriat hükümleri tatbik edilebilir mi?
  • شرع بهر زندگان و اغنیاست  ** شرع بر اصحاب گورستان کجاست 
  • Yoklukla kendilerinden geçmiş olanlar, o ölülerden yüz kat daha ölüdür.
  • آن گروهی کز فقیری بی‌سرند  ** صد جهت زان مردگان فانی‌تراند 
  • Ölü, bir kere ölmüş, bu âlemden geçip gitmiştir. Halbuki sofiler, yüz taraftan ölmüşlerdir.
  • مرده از یک روست فانی در گزند  ** صوفیان از صد جهت فانی شدند 
  • Ölüm, bir kere öldürülmedir. Halbuki bu, üç yüz ölümdür, her birine de sayısız diyet vardır.
  • مرگ یک قتلست و این سیصد هزار  ** هر یکی را خونبهایی بی‌شمار 
  • Allah, bunları defalarla öldürmüştür ama diyetleri için de ambarlar dökmüştür. 1540
  • گرچه کشت این قوم را حق بارها  ** ریخت بهر خونبها انبارها 
  • Bunların her biri hakikat âleminde Circis’e benzerler. Altmış kere öldürülmüşler, altmış kere dirilmişlerdir.
  • هم‌چو جرجیس‌اند هر یک در سرار  ** کشته گشته زنده گشته شصت بار 
  • Bu çeşit adam, ihsan sahibi kılıcın zevkiyle öldürülmüştür; fakat bir kere daha vur diye yanar, sızlanır durur.
  • کشته از ذوق سنان دادگر  ** می‌بسوزد که بزن زخمی دگر 
  • Vallahi şehit olan, o canlar bağışlayan varlığın aşkıyla ikinci defa öldürülmeye öyle bir âşıktır ki!
  • والله از عشق وجود جان‌پرست  ** کشته بر قتل دوم عاشق‌ترست 
  • Kadı dedi ki: Ben dirilere hükmederim, mezarlıkta yatan ölülere değil.
  • گفت قاضی من قضادار حیم  ** حاکم اصحاب گورستان کیم 
  • Bu, görünüşte mezarda alçalmış, ölü değil ama mezarlar onun varlığında gizli. 1545
  • این به صورت گر نه در گورست پست  ** گورها در دودمانش آمدست 
  • Mezarda ölüyü çok gördün, bir de ölüde mezarı gör ey kör adam.
  • بس بدیدی مرده اندر گور تو  ** گور را در مرده بین ای کور تو 
  • Bir mezardan üstüne bir kerpiç düşse ne yaparsın, akıllılar kalkarlar, mezardan dâvacı olurlar mı?
  • گر ز گوری خشت بر تو اوفتاد  ** عاقلان از گور کی خواهند داد 
  • Ölüye kızıp da kinlenmeye, öç almaya kalkışma. Hamam duvarındaki resimle kavgaya girişme.
  • گرد خشم و کینه‌ی مرده مگرد  ** هین مکن با نقش گرمابه نبرد