English    Türkçe    فارسی   

6
4145-4194

  • Çin ülkesinde herkes inanarak ve kuvvetle padişahımız, anadan doğmamıştır; 4145
  • Onun hiçbir oğlu yoktur. Hatta bir kadını bile kendisine yaklaştırmamıştır der.
  • Padişahlar hakkında oğlu, kızı vardır diyen, boynunu keskin kılıca eş etmiştir.
  • Padişahsa madem ki der; bu sözü söyledin, karım olduğunu ispat et;
  • Kızım olduğunu ispat ettin mi keskin kılıcımdan emin olursun.
  • Yahut da şüphe etme ki senin boynunu keserim. Canından hırkanı çeker çıkarırım! 4150
  • Ey bilgisizlikten batıl sözler söyleyip duran! Kesik başlarla dolu olan hendeği gör.
  • Bu gürültü yüzünden dibinden ta ağzına kadar kesik başlarla doludur bu hendek.
  • Bu başların sahipleri hep bu işe giriştiler; bu dava yüzünden başlarını verdiler.
  • Kendine gel de ibret gözünü aç, bunları gör; böyle bir davaya girişmeye kalkma. 4155
  • Kardeş, sen bu işe giriştin ama ömrümüzü bize zehir edeceksin.
  • Birisi, körlükle ve bilmeden yüzyıl yürürse o aştığı yol, yoldan sayılmaz.
  • Silahsız savaşa gitme. Korkusuzlar gibi tehlikeye atılma.
  • Kardeşleri, bu sözler söylediler ama o sabırsız şehzade dedi ki: Bana bu sözlerden nefret geliyor.
  • Göğüs ateşle dolu bir mangala benziyor. Ekin kemale geldi artık orak zamanı. 4160
  • Gönülde bir sabır vardı, şimdi o da kalmadı. Sabrın yerine aşk gelip oturdu.
  • Aşkın doğduğu gece sabrım öldü. O ölüp gitti. Tanrı sizlere ömür versin.
  • Ey söz söyleyen! Ben söz söylemeden de geçtim, dinlemeden de. Artık soğuk demir döğmeye kalkışma.
  • Hey gidi hey… Ben, baş aşağı gelmişim, ayağımı bırak benim. Nerde benim bedenimin cüzlerinde bir akıllı fikir?
  • Ben deveyim, gücüm yettikçe yük çekerim. Düştüm mü kesilmem daha yeğ. 4165
  • Kesik başlarla dolu yüzlerce hendek olsa benim derdime karşı ancak bir eğlencedir bu.
  • Artık ben heva ve heves davulunu korkumdan kilim altında çalmayacağım.
  • Ben artık sahraya bayrak dikeceğim. Ya başımı vereceğim, ya sevgiliyi göreceğim.
  • O şarabı içmeye layık olmayan boğazın kılıçlarla, hançerlerle kesilmesi daha iyi.
  • Onun vuslatıyla aydınlanmayan gözün, ağarması kör olması daha yeğ. 4170
  • Onun sırrına mahrem olmayan kulağı kökünden kopar. O başta hoş görünmez.
  • O cömertliğe sahip olmayan elin kasap satırıyla kırılması daha hoş.
  • Onun yürüyüşüne can vermeyen, onun nerkis bahçesine canla başla gitmeyen ayak yok mu?
  • O çeşit ayağın bukağıya vurulması daha doğrudur. O çeşit ayak nihayet başa dert olur.
  • Dileğinin Tanrı tarafından kendi vehminde bile olmayan başka bir taraftan ve başka bir iş yüzünden verileceğini bilse bile bir iş için çalışıp çabalayan kişinin yine bütün vehmi ve ümidi, o muayyen yola bağlıdır; o kapının halkasını çalar durur. Fakat ulu Tanrı, o rızkı hiç düşünmediği bir başka kapıdan da verebilir. “Kulu hesaplamadığı yerden rızıklandırır” “Kul tedbirde bulunur, Tanrı takdir eder.” Olabilir ki kul, bir kulluk vehmine düşer, der ki: Ben bu kapının halkasını vuruyorum ama Tanrı, dileğimi başka bir kapıdan da verebilir. Ulu Tanrı, onu bu kapıdan da rızıklandırır, başka kapıdan da. Hasılı bütün bu kapılar, bir konağın kapılarıdır.
  • Ya bu yolda muradıma erişirim, yahut doğan gibi o yoldan döner yine yurduma gelirim. 4175
  • Belki muradıma erişmem sefere bağlıdır. Seferde bulamaz isem belki de oturduğum yerde bulurum.
  • Sevgiliyi öyle bir arayayım ki onu aramaya lüzum olmadığını bilinceye kadar bu aramadan vazgeçmeyeyim.
  • Zamanenin çevresinde dönüp dolaşmadıkça o beraberlik, kulağıma girer mi benim?
  • Uzun ve uzak yerlere düşmeden bu beraberlik sırrını nasıl anlayabilirim?
  • Tanrı, kullarıyla beraber olduğunu anlattı, sonra da bu sırrı gönlün aksetsin, bununla kanaat etmesin, bu sırrı araştırsın diye gönülü mühürledi. 4180
  • Gönül seferlere düştü yollar aştı… Ondan sonra gönüldeki mührü açtı.
  • Hesaptaki iki yanlış gibi hani. O iki yanlıştan sonra hesap aydınlanır, doğrulur ya, tıpkı onun gibi.
  • Fakat seferden sonra der ki: Bu beraberliği bilseydim hiç onu arar mıydım?
  • İyi ama onu anlamak sefere bağlıdır. O anlayış keskin fikirlerle elde edilmez ki.
  • Hani Şeyh’in borcunun verilmesi de o çocuğun ağlamasına bağlıydı ya. 4185
  • Helvacı çocuk, zarı, zarı ağladı da o ulular Şeyhinin borcunu ödediler.
  • Bu manevi hikaye, bundan önce “Mesnevi” içinde söylendi.
  • Ondan başka bir yerden tamah etmeyesin diye bir yerden gönlüne bir korkudur düşer.
  • Fakat bu tamaha bir başka fayda verir; o muradın başka bir kimseden meydana gelir.
  • Ey bir yere sıkıca bağlanan, maksadını oradan uman, o yüce ağaçtan meyve elde edeyim diyen! 4190
  • O maksadın, oradan olmaz da Tanrı onu başka bir yerden verir.
  • Peki… O şeyi sana umduğun taraftan vermeyecekti de neden o tamahı sana verdi?
  • Gönlüne bir hayret gelsin diye; bir hikmet bir kudret göstermek için.
  • Ey fayda dileyen! Muradım acaba nereden meydana gelecek diye gönlün hayran olsun diye.