English    Türkçe    فارسی   

6
4552-4601

  • Nefsine bu kadar uyma; seni satın alanlardan gafil olma.
  • در جوال نفس خود چندین مرو  ** از خریداران خود غافل مشو 
  • Cuha' nın karısının ertesi yıl, yine bıldırki geçimi elde ederim ümidiyle kadıya başvurması ve kadı' nın onu tanıması
  • باز آمدن زن جوحی به محکمه‌ی قاضی سال دوم بر امید وظیفه‌ی پارسال و شناختن قاضی او را الی اتمامه 
  • Bir yıl sonra Cuha yine mihnetlere düşüp yüzünü karısına çevirerek dedi ki: Ey akıllı kadın!
  • بعد سالی باز جوحی از محن  ** رو به زن کرد و بگفت ای چست زن 
  • Bıldırki geçimi yenile. Yine kadıya git, benden şikâyette bulun.
  • آن وظیفه‌ی پار را تجدید کن  ** پیش قاضی از گله‌ی من گو سخن 
  • Kadın, yanına başka kadınları da alıp kadı' nın huzuruna gitti. Bir kadını kendisine tercüman etti. 4555
  • زن بر قاضی در آمد با زنان  ** مر زنی را کرد آن زن ترجمان 
  • Bu suretle kadı'nın, söz söylemesinden kendisini tanımamasını, evvelce uğradığı şeyi hatırlamamasını istiyordu.
  • تا بنشناسد ز گفتن قاضیش  ** یاد ناید از بلای ماضیش 
  • Kadının bakışı fitnedir. Fakat bu fitne, sesi de duyuldu mu bir katken yüz kat olur.
  • هست فتنه غمره‌ی غماز زن  ** لیک آن صدتو شود ز آواز زن 
  • Sesini yüceltmesine imkân bulunmazsa kadının bakışı, yalnız başına fayda etmez.
  • چون نمی‌توانست آوازی فراشت  ** غمزه‌ی تنهای زن سودی نداشت 
  • Kadı, Cuha' nın karısı tarafından söz söyleyene dedi ki: Yürü düşmanını getir de ikinizi de dinleyeyim, ona göre hükmedeyim.
  • گفت قاضی رو تو خصمت را بیار  ** تا دهم کار ترا با او قرار 
  • Cuha gelince, kadı onu derhal tanıyamadı. Çünkü o, Cuha geldiği vakit sandıktaydı. 4560
  • جوحی آمد قاضیش نشناخت زود  ** کو به وقت لقیه در صندوق بود 
  • Yalnız sandık içindeyken alım satım, az çok fiyat verme hususundaki sözlerini duymuştu.
  • زو شنیده بود آواز از برون  ** در شری و بیع و در نقص و فزون 
  • Neden kadının nafakasını tam olarak vermedin dedi. Cuha dedi ki: Ben şeriata canla başla kulum.
  • گفت نفقه‌ی زن چرا ندهی تمام  ** گفت از جان شرع را هستم غلام 
  • Fakat ölsem bile kefenim yok. Bu oyunda şeş beş derken yutulup gittim.
  • لیک اگر میرم ندارم من کفن  ** مفلس این لعبم و شش پنج زن 
  • Kadı, Cuha' nın sözünü duyar duymaz onu tanıdı. Geçen yıldaki hilesini, oyununu hatırladı.
  • زین سخن قاضی مگر بشناختش  ** یاد آورد آن دغل وان باختش 
  • Dedi ki: Sen, o şeş beşi geçen yıl oynamıştın da beni tuzağa atmıştın. 4565
  • گفت آن شش پنج با من باختی  ** پار اندر شش درم انداختی 
  • Benim nöbetim geçti. Benden el çek de bu yıl o kumarı başkasiyle oyna.
  • نوبت من رفت امسال آن قمار  ** با دگر کس باز دست از من بدار 
  • Arif, şeşten beşten kurtulmuş, tek kalmıştır. Bu tavlanın şeş beşinden çekinir artık.
  • از شش و از پنج عارف گشت فرد  ** محترز گشتست زین شش پنج نرد 
  • O, beş duyguyla altı cihetten kurtulmuştur. Bu beş duyguyla altı cihetin ötesindeki âlemden sana haber verir.
  • رست او از پنج حس و شش جهت  ** از ورای آن همه کرد آگهت 
  • Onun işaretleri, ezelî işaretlerdir. Bütün vehimlerden ileri geçmiştir, hepsinden ayrılmıştır o.
  • شد اشاراتش اشارات ازل  ** جاوز الاوهام طرا و اعتزل 
  • İnsan bu altı köşeli kuyudan çıkmadıkça kuyudaki Yusuf, nasıl olur da dışarı çıkar? 4570
  • زین چه شش گوشه گر نبود برون  ** چون بر آرد یوسفی را از درون 
  • Direksiz, dayaksız gök kubbenin üstüne biri gelir; cismi de kova gibi kuyunun içindekine bir çare bulur.
  • واردی بالای چرخ بی ستن  ** جسم او چون دلو در چه چاره کن 
  • Yusuflar onun kovasına el atmışlardır. Bu surede kuyudan kurtulmuşlar, Mısır'a padişah olmuşlardır.
  • یوسفان چنگال در دلوش زده  ** رسته از چاه و شه مصری شده 
  • Başka kovalar kuyudan ancak su çekmek içindir. Halbuki onun kovası, suya aldırış bile etmez, kuyudakini arar.
  • دلوهای دیگر از چه آب‌جو  ** دلو او فارغ ز آب اصحاب‌جو 
  • Kovalar, gıda için suda dalgıçlık ederler. Onun kovasiyse hem gıdadır, hem de balığın canına hayattır.
  • دلوها غواص آب از بهر قوت  ** دلو او قوت و حیات جان حوت 
  • Kovalar, yüce gök kubbeye bağlıdır. Onun kovasiyle Tanrı'nın güçlü kuvvetli iki parmağı arasındadır. 4575
  • دلوها وابسته‌ی چرخ بلند  ** دلو او در اصبعین زورمند 
  • Kova nedir, ip nedir, gök ne? Bu örnek: pek sudan bir örnektir ey ulu er!
  • دلو چه و حبل چه و چرخ چی  ** این مثال بس رکیکست ای اچی 
  • Fakat nerden sağlam bir örnek bulayım? Onun eşi ne gelir, ne de gelmiştir.
  • از کجا آرم مثالی بی‌شکست  ** کفو آن نه آید و نه آمدست 
  • Yüz binlerce er, bir kişide gizlidir. Yüzlerce yayla ok, bir oka sığmış, bir oka gizlenmiştir.
  • صد هزاران مرد پنهان در یکی  ** صد کمان و تیر درج ناوکی 
  • "Attığın zaman sen atmadın, Tanrı attı" sözü, bir imtihandır. Yüz binlerce harman, bir avuç buğdaydadır.
  • ما رمیت اذ رمیتی فتنه‌ای  ** صد هزاران خرمن اندر حفنه‌ای 
  • Bir güneş, bir zerre içinde gizlidir. Derken ansızın o zerre ağzını açar. 4580
  • آفتابی در یکی ذره نهان  ** ناگهان آن ذره بگشاید دهان 
  • O güneşin huzurunda gizlendiği yerden sıçradı mı göklerde zerre zerre olur, yeryüzü de.
  • ذره ذره گردد افلاک و زمین  ** پیش آن خورشید چون جست از کمین 
  • Artık böyle bir can, nasıl olur da bedene lâyık olur? Kendine gel de ey beden, bu candan iki elini de yuğ!
  • این چنین جانی چه درخورد تنست  ** هین بشو ای تن ازین جان هر دو دست 
  • Ey cana bucak olan beden, yeter artık! Deniz, bir matraya ne kadar sığabilir ki?
  • ای تن گشته وثاق جان بسست  ** چند تاند بحر درمشکی نشست 
  • Ey insandaki binlerce Cebrail! Ey âdi bir kalıpta gizli Mesih'ler!
  • ای هزاران جبرئیل اندر بشر  ** ای مسیحان نهان در جوف خر 
  • Ey kilisede gizli binlerce Kabe! Ey ifriti, iblisi yanıltan, yanlışlara sevkeden! 4585
  • ای هزاران کعبه پنهان در کنیس  ** ای غلط‌انداز عفریت و بلیس 
  • Sen mekân ilinde mekânsızlık secdegâhısın. İblislerin dükkânı senin yüzünden yıkılmıştır.
  • سجده‌گاه لامکانی در مکان  ** مر بلیسان را ز تو ویران دکان 
  • Şeytan, neden ben bu toprağı tapı kılayım? Neden bir surete din adını takayım? dedi.
  • که چرا من خدمت این طین کنم  ** صورتی را نم لقب چون دین کنم 
  • Halbuki bu suret değildir, gözünü iyice ov da bak. Bak da ululuk nurunun kalkınmasını gör!
  • نیست صورت چشم را نیکو به مال  ** تا ببینی شعشعه‌ی نور جلال 
  • Şehzadenin, padişah tapısında kalması
  • باز آمدن به شرح قصه‌ی شاه‌زاده و ملازمت او در حضرت شاه 
  • Şehzade, padişahın huzurunda buna hayran oldu. Yedi göğü de bir avuç toprakta gördü.
  • شاه‌زاده پیش شه حیران این  ** هفت گردون دیده در یک مشت طین 
  • Hiçbir bahiste ağız açmanın imkânı yoktu. Fakat, can, canla bir an bile konuşmadan kalmıyordu. 4590
  • هیچ ممکن نه ببحثی لب گشود  ** لیک جان با جان دمی خامش نبود 
  • Hatırına pek gizli olarak şöyle bir şey geldi: Bunlar, hep mâna işi peki, suret nedir?
  • آمده در خاطرش کین بس خفیست  ** این همه معنیست پس صورت ز چیست 
  • Bu suret, öyle bir suret ki seni suretten usandırır. Bu öyle bir uyuyandır ki her uyuyanı uyandırır.
  • صورتی از صورتت بیزار کن  ** خفته‌ای هر خفته را بیدار کن 
  • Sözün, insanı sözden kurtarır. Hastalığın, hastalıkları giderir.
  • آن کلامت می‌رهاند از کلام  ** وان سقامت می‌جهاند از سقام 
  • Aşk illeti, sıhhatin bile canıdır. Aşkın eziyetleri, her rahatın hasret çektiği eziyetlerdir.
  • پس سقام عشق جان صحتست  ** رنجهااش حسرت هر راحتست 
  • Ey beden, artık elini candan yıka. Yıkayamı-yorsan bu candan başka bir can ara. 4595
  • ای تن اکنون دست خود زین جان بشو  ** ور نمی‌شویی جز این جانی بجو 
  • Hâsılı padişah, ona iyice iltifatta bulundu. Şehzade, o güneşten ay gibi yanıp yakılmadaydı.
  • حاصل آن شه نیک او را می‌نواخت  ** او از آن خورشید چون مه می‌گداخت 
  • Fakat âşıkların yanıp yakılması bir gelişmedir. Nitekim ay da yanıp yakılarak taze bir yüz kazanır.
  • آن گداز عاشقان باشد نمو  ** هم‌چو مه اندر گدازش تازه‌رو 
  • Bütün hastalar, iyileşmeyi umarlar. Halbuki aşk hastası, amanın; derdimi artırın diye sızıldanır.
  • جمله رنجوران دوا دارند امید  ** نالد این رنجور کم افزون کنید 
  • Bu zehirden daha güzel, daha hoş bir şerbet görmedim. Bu hastalıktan daha iyi bir sıhhat olamaz.
  • خوش‌تر از این سم ندیدم شربتی  ** زین مرض خوش‌تر نباشد صحتی 
  • Bu suçtan daha iyi bir ibadet yoktur. Yıllar bile bu ane nispet edilirse bir andan ibarettir. 4600
  • زین گنه بهتر نباشد طاعتی  ** سالها نسبت بدین دم ساعتی 
  • Bir müddet padişahın huzurunda gönlü kebap olmuş, canını tabağa koymuş bir halde kaldı.
  • مدتی بد پیش این شه زین نسق  ** دل کباب و جان نهاده بر طبق