- O eşek sana der ki: Eşek değilsen yola böyle yalnız düşme. Sen de bu öğüdü iyi dinle.
- مر ترا میگوید آن خر خوش شنو ** گر نهای خر همچنین تنها مرو
- Yolu gözeterek tenhaca ve güzel güzel giden, şüphe yok ki dostlarla daha güzel gider.
- آنک تنها خوش رود اندر رصد ** با رفیقان بیگمان خوشتر رود
- Her peygamber, bu düz yolda mucize gösterdi, yoldaşları aradı.
- هر نبیی اندرین راه درست ** معجزه بنمود و همراهان بجست
- Duvarların yardımı olmasa evler, ambarlar nereden meydana gelirdi?
- گر نباشد یاری دیوارها ** کی برآید خانه و انبارها
- Her duvar, birbirinden ayrı olsa tavan, havada nasıl olur da direksiz, dayanaksız durur. 520
- هر یکی دیوار اگر باشد جدا ** سقف چون باشد معلق در هوا
- Kâtibin, kalemin yardımı olmasa kâğıt üstüne yazı mı yazılır, sayı mı dökülür?
- گر نباشد یاری حبر و قلم ** کی فتد بر روی کاغذها رقم
- Bir kişi kamışları yere döşese, fakat örüp hasır yapmasa nasıl durur? Bir yel geldi mi alır, uçuruverir.
- این حصیری که کسی میگسترد ** گر نپیوندد به هم بادش برد
- Allah, her cinsi eş yarattı, sonuçlar da topluluktan meydana geldi.
- حق ز هر جنسی چو زوجین آفرید ** پس نتایج شد ز جمعیت پدید
- Hâsılı adam söyledi, kuş söyledi... bahisleri uzadı gitti.
- او بگفت و او بگفت از اهتزاز ** بحثشان شد اندرین معنی دراز
- Mesnevi’yi kısa ve gönlün istediği bir şekilde düz. Macerayı özlü ve kısa anlat. 525
- مثنوی را چابک و دلخواه کن ** ماجرا را موجز و کوتاه کن
- Ondan sonra kuş dedi ki: Bu buğdaylar kimin? Adam, vasisi olmayan bir yetimin emaneti.
- بعد از آن گفتش که گندم آن کیست ** گفت امانت از یتیم بی وصیست
- Beni emin bildikleri için emanet ettiler, yetim malı dedi.
- مال ایتام است امانت پیش من ** زانک پندارند ما را متمن
- Kuş dedi ki: Ben pek açım. Şu anda bana leş bile helâl.
- گفت من مضطرم و مجروححال ** هست مردار این زمان بر من حلال
- Müsaade et de ey emniyetli, zâhit ve muhterem zat, şu buğdaydan yiyeyim.
- هین به دستوری ازین گندم خورم ** ای امین و پارسا و محترم
- Adam, zaruret hakkında fetva veren de sensin. Fakat zaruretin, ihtiyacın yok da yersen suçlu olursun. 530
- گفت مفتی ضرورت هم توی ** بیضرورت گر خوری مجرم شوی
- Hattâ zaruretin varsa bile çekinmek daha iyi. Fakat mademki yiyeceksin, parasını ver bari dedi.
- ور ضرورت هست هم پرهیز به ** ور خوری باری ضمان آن بده
- Kuş, o anda tamamiyle kendisinden geçmişti. Atı, yularını elinden almıştı.
- مرغ پس در خود فرو رفت آن زمان ** توسنش سر بستد از جذب عنان
- Buğdayları yedi ama tuzakta kala kaldı. Nice Yâsin okudu,nice En’am okudu.
- چون بخورد آن گندم اندر فخ بماند ** چند او یاسین و الانعام خواند
- Âciz kaldıktan sonra ister acıklan, ister ah et. Bu kara duman, o hale düşmeden gerekti.
- بعد در ماندن چه افسوس و چه آه ** پیش از آن بایست این دود سیاه
- Hırs ve heves, insanı harekete getirdi mi o zaman ey feryadıma yetişen, medet de. 535
- آن زمان که حرص جنبید و هوس ** آن زمان میگو کای فریادرس
- Çünkü bu feryat, Basra harap olmadan edilen feryattır. Belki bu sınıklık yüzünden Basra kurtulur.
- کان زمان پیش از خرابی بصره است ** بوک بصره وا رهد هم زان شکست
- Ey ağlayan dövünen, bana Basra’yla Musul yıkılmadan ağla, dövün!
- ابک لی یا باکیی یا ثاکلی ** قبل هدم البصرة و الموصل
- Ölümden evvel feryat et, başına topraklar saç. Ölümden sonraysa ağlama, dayan.
- نح علی قبل موتی واغتفر ** لا تنح لی بعد موتی واصطبر
- Ben felâkete düşmeden, helâk olmadan ağla bana, felâket tufanından sonraysa ağlamayı bırak.
- ابک لی قبل ثبوری فیالنوی ** بعد طوفان النوی خل البکا
- Şeytan, yolunu vurmadan Yâsin okumak gerek. 540
- آن زمان که دیو میشد راهزن ** آن زمان بایست یاسین خواندن
- Kervan vurulup kırılmadan hayvan döv de yol alsın ey kervancı.
- پیش از آنک اشکسته گردد کاروان ** آن زمان چوبک بزن ای پاسبان
- Bir kervancı,hırsızlar,tacirlerin mallarını tamamiyle alıp götürünceye kadar susması, ondan sonra gürültüye kalkışması
- حکایت پاسبان کی خاموش کرد تا دزدان رخت تاجران بردند به کلی بعد از آن هیهای و پاسبانی میکرد
- Bir kervan muhafızı uyunmuştu. Hırsız gelip kervanı soydu, aldığı malları toprağa gömdü.
- پاسبانی خفت و دزد اسباب برد ** رختها را زیر هر خاکی فشرد
- Sabahleyin kervan halkı uyandı, malların, gümüşlerin, develerin yerinde yeller esiyordu.
- روز شد بیدار شد آن کاروان ** دید رفته رخت و سیم و اشتران
- Mallarımız ne oldu yahu? Söyle bakalım dediler.
- پس بدو گفتند ای حارس بگو ** که چه شد این رخت و این اسباب کو
- Dedi ki: Gece hırsızlar geldiler. Gözümüzün önünde ne var ne yoksa alıp götürdüler. 545
- گفت دزدان آمدند اندر نقاب ** رختها بردند از پیشم شتاب
- Halk, a kum tepesine benzeyen herif, a arda kalasıca, sen ne yaptın? dediler.
- قوم گفتندش که ای چو تل ریگ ** پس چه میکردی کیی ای مردریگ
- Dedi ki: Ben bir kişiydim, onlar yiğit, gürbüz, silâhlı bir alay adamdı.
- گفت من یک کس بدم ایشان گروه ** با سلاح و با شجاعت با شکوه
- Halk pekâlâ dedi, savaşmayacaktın bari uyanın kalkın diye bağırsaydın.
- گفت اگر در جنگ کم بودت امید ** نعرهای زن کای کریمان برجهید
- Dedi ki: Bağırmak istedim ama tam o sırada bana bıçak, kılıç gösterip sus, yoksa acımadan seni keseriz demek istediler.
- گفت آن دم کارد بنمودند و تیغ ** که خمش ورنه کشیمت بیدریغ
- Ben de korkudan ağzımı kapadım. Fakat şimdi istediğiniz kadar bağırıp çağırayım. 550
- آن زمان از ترس بستم من دهان ** این زمان هیهای و فریاد و فغان
- O zaman soluk bile alamıyordum, fakat şimdi dilediğiniz kadar feryat edeyim!
- آن زمان بست آن دمم که دم زنم ** این زمان چندانک خواهی هی کنم
- Kötü ve rüsva, şeytan, ömrünü zâyettikten sonra “Euzü” çekmek, “Fâtiha” okumak beyhudedir.
- چونک عمرت برد دیو فاضحه ** بینمک باشد اعوذ و فاتحه
- Beyhudedir ama yine de gaflete düşmek, feryat etmekten daha kötüdür ya.
- گرچه باشد بینمک اکنون حنین ** هست غفلت بینمکتر زان یقین
- Sen de beyhude olsa, tatsız tuzsuz bulunsa bile yine feryat et, sızlan; ey yüce ve üstün Allah, de... Lûtfet bu hor kişilere bir bak.
- همچنین هم بینمک مینال نیز ** که ذلیلان را نظر کن ای عزیز
- Feryada erişme zamanı da kaadirsin, o zaman geçince de. Allah’ım senden bir şey eksilmez ki! 555
- قادری بیگاه باشد یا به گاه ** از تو چیزی فوت کی شد ای اله
- Sen “Kaybettiğiniz şeylere hayıflanmayın” diyen padişahsın. Dilediğin şey nasıl olmaz?
- شاه لا تاسوا علی ما فاتکم ** کی شود از قدرتش مطلوب گم
- Kuşun,bu tutuluşunu zâhidin hareketine,riya ve hilesine vermesi,zâhidin de cevabı
- حواله کردن مرغ گرفتاری خود را در دام به فعل و مکر و زرق زاهد و جواب زاهد مرغ را
- Kuş dedi ki: Zâhitlerin afsununu dinleyenin lâyığı budur.
- گفت آن مرغ این سزای او بود ** که فسون زاهدان را بشنود
- Zâhit, hayır dedi, nahak yere yetimlerin malını yiyen kişinin lâyığıdır bu.
- گفت زاهد نه سزای آن نشاف ** کو خورد مال یتیمان از گزاف
- Kuş, bundan sonra öyle bir ağlayıp sızlanmaya koyuldu ki derdinden tuzak da titredi, avcı da.
- بعد از آن نوحهگری آغاز کرد ** که فخ و صیاد لرزان شد ز درد
- Kuş, gönlümdeki birbirine zıt şeyler yüzünden belim kırıldı diyordu; sevgili, gel de ellerinle başımı okşa. 560
- کز تناقضهای دل پشتم شکست ** بر سرم جانا بیا میمال دست
- Elinin altında oldukça başım rahatlaşır. Elin lûtuf ve ihsan hususunda bir delildir senin.
- زیر دست تو سرم را راحتیست ** دست تو در شکربخشی آیتیست
- Gölgeni başımdan çekme. Kararım kalmadı, kararım kalmadı, kararım kalmadı!
- سایهی خود از سر من برمدار ** بیقرارم بیقرارم بیقرار
- Senin derdinle ey selvilerin, yaseminlerin haset ettikleri güzel, uyku gözlerimden usandı.
- خوابها بیزار شد از چشم من ** در غمت ای رشک سرو و یاسمن
- Lâyık değilsem bile ne olur, bir an olsun bu dertlere düşmüş, dermana lâyık olmayan kulun halini sorsan ne olur ki?
- گر نیم لایق چه باشد گر دمی ** ناسزایی را بپرسی در غمی
- Yoklukta ne liyakat vardı ki sen ona bunca lûtuf kapılarını açtın. 565
- مر عدم را خود چه استحقاق بود ** که برو لطفت چنین درها گشود