English    Türkçe    فارسی   

6
938-987

  • İster iyi olsun ister kötü... İster âşikar olsun, ister gizli... Biz her şeyi duyarız, her şeyi görürüz der.
  • خواه نیک و خواه بد فاش و ستیر  ** بر همه اشیا سمیعیم و بصیر 
  • Babacığım, bundan geç, nevruz oldu, halk, Allah lütfuna ulaştı, herkesin ağzına tat geldi.
  • زین گذر کن ای پدر نوروز شد  ** خلق از خلاق خوش پدفوز شد 
  • Yine ırmağımıza can suyu geldi. Yine padişahımız köyümüze kondu. 940
  • باز آمد آب جان در جوی ما  ** باز آمد شاه ما در کوی ما 
  • Baht, salınıp gezmede, eteğini sürmede, tövbeyi bozma zamanı geldi diye naralar atmadadır.
  • می‌خرامد بخت و دامن می‌کشد  ** نوبت توبه شکستن می‌زند 
  • Yine sel geldi, tövbeyi silip süpürdü. Bekçi uykuya daldı, fırsat vakti gelip çattı.
  • توبه را بار دگر سیلاب برد  ** فرصت آمد پاسبان را خواب برد 
  • Her mahmur, şarap içti, sarhoş oldu. Bu gece varımızı, yoğumuzu rehine koyacağız.
  • هر خماری مست گشت و باده خورد  ** رخت را امشب گرو خواهیم کرد 
  • O canlara canlar katan lâl şarapla, lâl içinde lâl olduk, lâl içinde lâl kesildik.
  • زان شراب لعل جان جان‌فزا  ** لعل اندر لعل اندر لعل ما 
  • Yine meclis şenlendi, gönülleri parlattı. Kalk, kem göz değmesin diye mangala çörekotu at. 945
  • باز خرم گشت مجلس دلفروز  ** خیز دفع چشم بد اسپند سوز 
  • Güzel sarhoşların naralarını duyuyorum. Canım, ta sonuna kadar böyle olmayalım işte.
  • نعره‌ی مستان خوش می‌آیدم  ** تا ابد جانا چنین می‌بایدم 
  • İşte bir Hilâl bir Bilâl’e dost oldu. Diken yarası, ona gül ve gülnar kesildi.
  • نک هلالی با بلالی یار شد  ** زخم خار او را گل و گلزار شد 
  • Beden, diken yarası ile kalbura döndü ama canım, bedenim, devlet gülistanı oldu.
  • گر ز زخم خار تن غربال شد  ** جان و جسمم گلشن اقبال شد 
  • Beden, o kâfirin dikeninin zahmı önünde ama canım, Allah’nın sarhoşu!
  • تن به پیش زخم خار آن جهود  ** جان من مست و خراب آن و دود 
  • Canıma bir can kokusudur gelmede, merhametli sevgilimin kokusu erişmede. 950
  • بوی جانی سوی جانم می‌رسد  ** بوی یار مهربانم می‌رسد 
  • Mustafa, Miraçtan geldi, Bilâl’ine ne mutlu ne mutlu!
  • از سوی معراج آمد مصطفی  ** بر بلالش حبذا لی حبذا 
  • Sıddıyk, doğru özlü, doğru sözlü Bilâl’den bu sözleri duyunca tövbesinden el yudu.
  • چونک صدیق از بلال دم‌درست  ** این شنید از توبه‌ی او دست شست 
  • Allah razı olsun,Sıddıyk’ın bu vakayı Mustafa aleyhiselâm’a söylemesi, Bilâl’e, kâfirlerin yaptıkları zulümleri ve onun “Ahad ,Ahad” demesi yüzünden daha fazla zulmettiklerini anlatması,onu almak için birbirleriyle danışmaları
  • باز گردانیدن صدیق رضی الله عنه واقعه‌ی بلال را رضی الله عنه و ظلم جهودان را بر وی و احد احد گفتن او و افزون شدن کینه‌ی جهودان و قصه کردن آن قضیه پیش مصطفی علیه‌السلام و مشورت در خریدن او 
  • Sıddıyk bunun üzerine Mustafa’nın yanına gelip vefalı Bilâl’in halini anlattı.
  • بعد از آن صدیق پیش مصطفی  ** گفت حال آن بلال با وفا 
  • Dedi ki: O felekleri ölçen çevik ve kutlu kanatlı Bilâl, şimdi senin aşkına düşmüş, senin tuzağına tutulmuştur.
  • کان فلک‌پیمای میمون‌بال چست  ** این زمان در عشق و اندر دام تست 
  • Padişahın doğanıyken o kuzgunlardan zahmetlere uğramada. O ağır define, pislik içine gömülmüş. 955
  • باز سلطانست زان جغدان برنج  ** در حدث مدفون شدست آن زفت‌گنج 
  • Baykuşlar, doğana sitem etmedeler. Suçsuz olduğu halde kanatlarını yolmadalar.
  • جغدها بر باز استم می‌کنند  ** پر و بالش بی‌گناهی می‌کنند 
  • Suçu ancak doğan oluşu. Yusuf’un güzellikten başka ne suçu var ki?
  • جرم او اینست کو بازست و بس  ** غیر خوبی جرم یوسف چیست پس 
  • Baykuşun yeri yurdu yıkık yerlerdir. Onun için doğana kâfirce kızmadalar.
  • جغد را ویرانه باشد زاد و بود  ** هستشان بر باز زان زخم جهود 
  • Neden o diyarı hatırlıyorsun? Neden padişahın köşkünü, bileğini anıyorsun?
  • که چرا می یاد آری زان دیار  ** یا ز قصر و ساعد آن شهریار 
  • Baykuşların köyünde gevezelik ediyor, buraya bir kargaşalıktır salıyorsun. 960
  • در ده جغدان فضولی می‌کنی  ** فتنه و تشویش در می‌افکنی 
  • Feleğin üstündeki esir bile, yuvamıza haset ederken sen oraya yıkık yer diyor, orayı hor görüyorsun.
  • مسکن ما را که شد رشک اثیر  ** تو خرابه خوانی و نام حقیر 
  • Deli oldun galiba ki baykuşların seni padişah ve başbuğ yapmaları hevesine kapıldın.
  • شید آوردی که تا جغدان ما  ** مر ترا سازند شاه و پیشوا 
  • Vehme, sevdaya kapılıp dönmede, dolaşmada, bu cennete virane adını takmadasın.
  • وهم و سودایی دریشان می‌تنی  ** نام این فردوس ویران می‌کنی 
  • Kötü huylu herif, bu delilik, bu saçma fikirler, kafadan çıkıncaya kadar kafana vuracağız senin.
  • بر سرت چندان زنیم ای بد صفات  ** که بگویی ترک شید و ترهات 
  • Bu sözlerle onu doğuya karşı çarmıha geriyorlar, elbiselerini soyup çıplak vücudunu diken dallarıyla dövüyorlar. 965
  • پیش مشرق چارمیخش می‌کنند  ** تن برهنه شاخ خارش می‌زنند 
  • Bedeninden yüzlerce kan ırmağı fışkırmada. Öyle olduğu halde “Ahad” diyerek baş koymada.
  • از تنش صد جای خون بر می‌جهد  ** او احد می‌گوید و سر می‌نهد 
  • Dinini gizle, melûn kâfirlerden sırrını sakla diye öğütler verdim.
  • پندها دادم که پنهان دار دین  ** سر بپوشان از جهودان لعین 
  • Fakat o âşık, kıyamete ulaşmış... Ona tövbe kapısı kapanmış.
  • عاشق است او را قیامت آمدست  ** تا در توبه برو بسته شدست 
  • Hem âşıklık, hem tövbe, hem de sabretme imkânı. Bu, pek imkânsız bir şeydir canım efendim.
  • عاشقی و توبه یا امکان صبر  ** این محالی باشد ای جان بس سطبر 
  • Tövbe bir kurtçağızdır, aşksa bir ejderhaya benzer. Tövbe, halkın sıfatıdır, aşksa Allah sıfatı. 970
  • توبه کردم و عشق هم‌چون اژدها  ** توبه وصف خلق و آن وصف خدا 
  • Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’nın vasıflarındandır.Ondan başkasına âşık olma, geçici bir hevestir.
  • عشق ز اوصاف خدای بی‌نیاز  ** عاشقی بر غیر او باشد مجاز 
  • Çünkü mecazi aşk, altınlarla bezenmiş bir güzelliktir. Görünüşü nurdur, fakat içi dumandır.
  • زانک آن حسن زراندود آمدست  ** ظاهرش نور اندرون دود آمدست 
  • Nur gitti de duman meydana çıktı mı mecazi aşk, derhal soğur, donar.
  • چون رود نور و شود پیدا دخان  ** بفسرد عشق مجازی آن زمان 
  • O güzellik aslına gider, beden kokmuş rüsvay, kötü bir halde kalır.
  • وا رود آن حسن سوی اصل خود  ** جسم ماند گنده و رسوا و بد 
  • Ayın nuru da aya döndü mü duvardaki aksi gider, o duvar simsiyah kesilir. 975
  • نور مه راجع شود هم سوی ماه  ** وا رود عکسش ز دیوار سیاه 
  • O nakış, o boya gitti mi su ve toprak kalır. Ay olmayınca o duvar şeytan gibi bir hale düşer.
  • پس بماند آب و گل بی آن نگار  ** گردد آن دیوار بی مه دیووار 
  • Kalp altının yüzünden altını gidince, o altın, kendi madenine dönünce,
  • قلب را که زر ز روی او بجست  ** بازگشت آن زر بکان خود نشست 
  • Kepaze bakır, duman gibi kala kalır. Bu yüzden de ona âşık olanın yüzü kararır.
  • پس مس رسوا بماند دود وش  ** زو سیه‌روتر بماند عاشقش 
  • Gözlülerse altın madenine âşık olurlar. Aşkları, her gün biraz daha artar.
  • عشق بینایان بود بر کان زر  ** لاجرم هر روز باشد بیشتر 
  • Çünkü altın madenine altınlıkta ortak yoktur. Merhaba ey şüphesiz, hilesiz altın madeni! 980
  • زانک کان را در زری نبود شریک  ** مرحبا ای کان زر لاشک فیک 
  • Kim kalp bir akçayı altın madenine ortak ederse asıl altın, mekânsızlık madenine gitti mi,
  • هر که قلبی را کند انباز کان  ** وا رود زر تا بکان لامکان 
  • Âşık da ıstırabından ölür, mâşuk da. İkisi de âdeta suyu çekilmiş girdaptaki balığa döner.
  • عاشق و معشوق مرده ز اضطراب  ** مانده ماهی رفته زان گرداب آب 
  • Allah’ya ait olan aşk, yücelik güneşidir. Halk da gölge gibi onun nurunun emrindedir.
  • عشق ربانیست خورشید کمال  ** امر نور اوست خلقان چون ظلال 
  • Mustafa, bu vakayı duyunca hoş bir surette ferahladı, neşelendi Ebubekir’de bu hali görünce söz söylemeye iştahlandı.
  • مصطفی زین قصه چون خوش برشکفت  ** رغبت افزون گشت او را هم بگفت 
  • Mustafa gibi bir dinleyici duyunca her kılı, ayrı bir dil oldu. 985
  • مستمع چون یافت هم‌چون مصطفی  ** هر سر مویش زبانی شد جدا 
  • Mustafa dedi ki: Peki, ne çaresi var şimdi? Ebubekir ben ona müşteriyim dedi...
  • مصطفی گفتش که اکنون چاره چیست  ** گفت این بنده مر او را مشتریست 
  • Efendisi ne isterse zarara ziyana bakmadan alacağım.
  • هر بها که گوید او را می‌خرم  ** در زیان و حیف ظاهر ننگرم