-
جنسها با جنسها آمیخته ** زین تجانس زینتی انگیخته
- Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
-
گر در آمیزند عود و شکرش ** بر گزیند یک یک از یکدیگرش
- Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
-
طبلهها بشکست و جانها ریختند ** نیک و بد در همدگر آمیختند
- Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
-
حق فرستاد انبیا را با ورق ** تا گزید این دانهها را بر طبق
- Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
-
پیش از ایشان ما همه یکسان بدیم ** کس ندانستی که ما نیک و بدیم 285
- Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi.
-
قلب و نیکو در جهان بودی روان ** چون همه شب بود و ما چون شب روان
- Âlemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamıyla geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
-
تا بر آمد آفتاب انبیا ** گفت ای غش دور شو صافی بیا
- Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
-
چشم داند فرق کردن رنگ را ** چشم داند لعل را و سنگ را
- Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
-
چشم داند گوهر و خاشاک را ** چشم را ز آن میخلد خاشاکها
- İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
-
دشمن روزند این قلابکان ** عاشق روزند آن زرهای کان 290
- Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır.