English    Türkçe    فارسی   

6
1280-1304

  • صد بلیسی تو خمیس اندر خمیس  ** ترک من گوی ای عجوزه‌ی دردبیس  1280
  • Sen şeytan ordusunda yüz tane şeytan ordususun. A pis kocakarı, bırak beni!
  • چند دزدی عشر از علم کتاب  ** تا شود رویت ملون هم‌چو سیب 
  • Yüzün elma gibi kızarsın diye kitap bilgisinden nice aşirler çaldın.
  • چند دزدی حرف مردان خدا  ** تا فروشی و ستانی مرحبا 
  • Satmak ve onlarla kendine şeref ve mevki satın almak için Allah erlerinin nice sözlerini aşırdın.
  • رنگ بر بسته ترا گلگون نکرد  ** شاخ بر بسته فن عرجون نکرد 
  • Fakat eğreti renk senin yüzünü kızartmadı. Hurma ağacına bağlanan dal, hurma vazifesini görmedi.
  • عاقبت چون چادر مرگت رسد  ** از رخت این عشرها اندر فتد 
  • Sonunda ölüm çarşafı gelip seni bürüdü mü bütün bu ziynetler, yanağından düştü.
  • چونک آید خیزخیزان رحیل  ** گم شود زان پس فنون قال و قیل  1285
  • O göç zamanının “Hadi... kalk, kalk” sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur gider.
  • عالم خاموشی آید پیش بیست  ** وای آنک در درون انسیش نیست 
  • Sükût âlemi gelir çatar. Bari sen, o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur!
  • صیقلی کن یک دو روزی سینه را  ** دفتر خود ساز آن آیینه را 
  • Gönlünü bir iki günceğiz cilâla da o aynayı kendine defter edin.
  • که ز سایه‌ی یوسف صاحب‌قران  ** شد زلیخای عجوز از سر جوان 
  • Sahip kıran Yusuf’un sayesinde Züleyha yeni baştan gençleşti.
  • می‌شود مبدل به خورشید تموز  ** آن مزاح بارد برد العجوز 
  • Kocakarı soğuğunun o soğukluğu, temmuz güneşiyle değişiverir.
  • می‌شود مبدل بسوز مریمی  ** شاخ لب خشکی به نخلی خرمی  1290
  • Meryem’in sızıldanışıyla kurumuş hurma dalı yeşerir, hurma verir.
  • ای عجوزه چند کوشی با قضا  ** نقد جو اکنون رها کن ما مضی 
  • A kocakarı, kaza ve kaderle niceye bir savaşıp duracaksın, geçmişi bırak da eldekini ara.
  • چون رخت را نیست در خوبی امید  ** خواه گلگونه نه و خواهی مداد 
  • Mademki yüzünün güzelleşmesine imkân yok; ister allık sür, ister kara mürekkep!
  • حکایت آن رنجور کی طبیب درو اومید صحت ندید 
  • Hekimin iyileşmesinden ümit kestiği hasta
  • آن یکی رنجور شد سوی طبیب  ** گفت نبضم را فرو بین ای لبیب 
  • Birisi hastalandı. Hekime gidip dedi ki: Nabzımı ele al da,
  • که ز نبض آگه شوی بر حال دل  ** که رگ دستست با دل متصل 
  • İçimdeki derdi anla. Çünkü nabızdaki damar, kalbe ulaşır.
  • چونک دل غیبست خواهی زو مثال  ** زو بجو که با دلستش اتصال  1295
  • Kalp görünmez, kayıptır. Onun hali, nabızdan anlaşılır, çünkü nabızla ilişiği vardır.
  • باد پنهانست از چشم ای امین  ** در غبار و جنبش برگش ببین 
  • Ey emin kişi, yel de gizlidir; kopardığı tozdan, uçurduğu yapraklardan anlaşılır.
  • کز یمینست او وزان یا از شمال  ** جنبش برگت بگوید وصف حال 
  • Sağdan mı esiyor, soldan mı? Onu sana yaprakların hareketi söyler.
  • مستی دل را نمی‌دانی که کو  ** وصف او از نرگس مخمور جو 
  • Gönül sarhoşluğu nerededir? Görmezsin. Onu nergise benzeyen mahmur gözlerde ara.
  • چون ز ذات حق بعیدی وصف ذات  ** باز دانی از رسول و معجزات 
  • Allahnın zatından da uzak olduğun için onu peygamberlerle mucizelerden bile bilirsin.
  • معجزاتی و کراماتی خفی  ** بر زند بر دل ز پیران صفی  1300
  • Gizli olan mucize ve kerametler, temiz pirlerden gönüllere akseder.
  • که درونشان صد قیامت نقد هست  ** کمترین آنک شود همسایه مست 
  • Onların gönüllerinde yüzlerce hazır kıyamet vardır... En aşağısı şudur: Komşuları sarhoş olur.
  • پس جلیس الله گشت آن نیک‌بخت  ** کو به پهلوی سعیدی برد رخت 
  • Kutlu bir kişinin yanına göçen talihli, Allah ile düşüp kalkıyor demektir.
  • معجزه کان بر جمادی زد اثر  ** یا عصا با بحر یا شق‌القمر 
  • Cansız şeylere tesir eden mucize ya sopa ( nın ejderha olması) dır, ya deniz(in bölünmesi) dir, yahut da ayın ikiye ayrılışı.
  • گر ترا بر جان زند بی‌واسطه  ** متصل گردد به پنهان رابطه 
  • Fakat vasıtasız olarak cana tesir ederse gizlice bir ilgiyle ilgilenir.