-
تا امان یابد به مکرم جانتان ** ماند این میراث فرزندانتان
- Benim hilemle canımız kurtulsun, bu hile, çocuklarımıza miras kalsın.
-
هر پیمبر امتان را در جهان ** همچنین تا مخلصی میخواندشان
- Her Peygamber, dünyada ümmetini böyle bir kurtuluş yerine davet etti.
-
کز فلک راه برون شو دیده بود ** در نظر چون مردمک پیچیده بود
- Peygamberler, halk nazarında gözbebeği gibi küçük görünürlerdi ama felekten kurtuluş yolunu görmüşlerdi.
-
مردمش چون مردمک دیدند خرد ** در بزرگی مردمک کس ره نبرد
- Halk, peygamberleri; gözbebeği gibi küçük gördü, gözbebeğinin manen büyüklüğünü kimse anlayamadı.”
-
اعتراض نخجیران بر سخن خرگوش
- Av hayvanlarının Tavşan'ın sözlerine itiraz etmeleri(fırat)
-
قوم گفتندش که ای خر گوش دار ** خویش را اندازهی خرگوش دار 1005
- Hayvanlar ona “Ey eşek, kulak ver! Kendini tavşan kadrince tut, haddini aşma!
-
هین چه لاف است این که از تو بهتران ** در نیاوردند اندر خاطر آن
- Bu ne lâftır ki senden daha iyiler, dünyada onu hatırlarına bile getirmezler.
-
معجبی یا خود قضامان در پی است ** ور نه این دم لایق چون تو کی است
- Ya gugurlandın yahut da kaza, bizim izimizde. Yoksa bu lâf, senin gibisine nerden yaraşacak?” dediler.
-
جواب خرگوش نخجیران را
- Tavşanın av hayvanlarına cevabı
-
گفت ای یاران حقم الهام داد ** مر ضعیفی را قوی رایی فتاد
- Tavşan, “Dostlar, Hak bana ilham etti. Hakikaten zayıf birisi, kuvvetli bir rye ve tedbire nail oldu.
-
آن چه حق آموخت مر زنبور را ** آن نباشد شیر را و گور را
- Hakk’ın arıya öğrettiğini, aslan ve ejderha bilemez.
-
خانهها سازد پر از حلوای تر ** حق بر او آن علم را بگشاد در 1010
- Arı, teritaze balla dolu petekler yapar. Tanrı, ona, o ilimde kapı açtı.
-
آن چه حق آموخت کرم پیله را ** هیچ پیلی داند آن گون حیله را
- Hakk’ın, ipekböceğine öğrettiğini hiçbir fil bilir mi?
-
آدم خاکی ز حق آموخت علم ** تا به هفتم آسمان افروخت علم
- Toprağa mensup insan Hak’tan ilim öğrendi ve o bilgi ile yedinci kat göğe kadar bütün âlemi aydınlattı;
-
نام و ناموس ملک را در شکست ** کوری آن کس که در حق درشک است
- Tanrı’ya şüphe eden kişinin körlüğüne rağmen meleklerin adını, sanını unutturdu;
-
زاهد چندین هزاران ساله را ** پوز بندی ساخت آن گوساله را
- Altı yüz bin yıllık zahidin, o buzağının ağzını bağladı;
-
تا نتاند شیر علم دین کشید ** تا نگردد گرد آن قصر مشید 1015
- Bu suretle din bilgisi sütünü emmesine, o yüce ve sağlam köşkün etrafında dönüp dolaşmasına mâni oldu.
-
علمهای اهل حس شد پوز بند ** تا نگیرد شیر ز آن علم بلند
- Duygu ehlinin, yalnız zâhire itibar edenlerin bilgileri, o yüce bilgiden süt emenler için ağız bağıdır.
-
قطرهی دل را یکی گوهر فتاد ** کان به دریاها و گردونها نداد
- Gönül katresine bir inci düştü ki o inci denizlere; feleklere bile verilmemiştir.
-
چند صورت آخر ای صورت پرست ** جان بیمعنیت از صورت نرست
- Ey surete tapan! Niceye dek suret kaygısı? Senin manasız canın suretten kurtulmadı gitti.
-
گر به صورت آدمی انسان بدی ** احمد و بو جهل خود یکسان بدی
- Eğer insan, suretle insan olsaydı Ahmed’le Ebucehil müsavi olurdu.
-
نقش بر دیوار مثل آدم است ** بنگر از صورت چه چیز او کم است 1020
- Duvar üstüne yapılan insan resmi de insana benzer. Bak, sûret bakımından nesi eksik*
-
جان کم است آن صورت با تاب را ** رو بجو آن گوهر کمیاب را
- O parlak resmin yalnız canı noksan. Yürü, o nadir bulunur cevheri ara;
-
شد سر شیران عالم جمله پست ** چون سگ اصحاب را دادند دست
- Eshab-ı Kehf’in köpeğine el verilince, dünyadaki bütün aslanların başları alçaldı.
-
چه زیان استش از آن نقش نفور ** چون که جانش غرق شد در بحر نور
- Canı, nur denizinde gark olduktan sonra ona, kötü ve çirkin suretin ne ziyanı var?
-
وصف صورت نیست اندر خامهها ** عالم و عادل بود در نامهها
- Kalemler sureti övmezler. Kitaplara da adamın suretine ait vasıflar değil, “âlim, adalet sahibi” gibi zatına ait vasıflar yazılır.
-
عالم و عادل همه معنی است بس ** کش نیابی در مکان و پیش و پس 1025
- Bilgi ve adalet sahibi… Hep manadır, onları önde, artta, bir yerde bulamazsın,