-
کی ببینی سرخ و سبز و فور را ** تا نبینی پیش از این سه نور را
- Kırmızı, yeşil ve sarı… Bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları nasıl görürsün?
-
لیک چون در رنگ گم شد هوش تو ** شد ز نور آن رنگها رو پوش تو
- Fakat senin aklın renkler içinde kaybolduğundan dolayı o renkler senin nurunu görmene engel oldu.
-
چون که شب آن رنگها مستور بود ** پس بدیدی دید رنگ از نور بود
- Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan olduğunu görüp anladın.
-
نیست دید رنگ بینور برون ** همچنین رنگ خیال اندرون
- Haricî nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir. İçteki hayal rengi de böyledir.
-
این برون از آفتاب و از سها ** و اندرون از عکس انوار علی 1125
- Dış renkleri güneş ve Süha yıldızının nuruyla görünür. İç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür.
-
نور نور چشم خود نور دل است ** نور چشم از نور دلها حاصل است
- Gözünün nurunun nuru da gönüldür. Göz nuru gönüllerin nurundan meydana gelir.
-
باز نور نور دل نور خداست ** کاو ز نور عقل و حس پاک و جداست
- Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayrı bulunan Tanrı nurudur.
-
شب نبد نوری ندیدی رنگها ** پس به ضد نور پیدا شد ترا
- Gece nur olmadığı için renkleri görmedin. O halde nûrun zıddiyle münkeşif oldu ki. (T.M. 1126)
-
دیدن نور است آن گه دید رنگ ** وین به ضد نور دانی بیدرنگ
- Evvelâ nûr, sonra renk görülür, bunu da zıddı bulunan zulmetle anlarsın. (T.M. 1127)
-
رنج و غم را حق پی آن آفرید ** تا بدین ضد خوش دلی آید پدید 1130
- Tanrı; bu zıddiyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı.
-
پس نهانیها به ضد پیدا شود ** چون که حق را نیست ضد پنهان بود
- Şu halde gizli olan şeyler, zıddıyla meydana çıkar. Hakk’ın zıddı olmadığından gizlidir.
-
که نظر بر نور بود آن گه به رنگ ** ضد به ضد پیدا بود چون روم و زنگ
- Evvelâ nura bakılır, sonra renge. Çünkü beyaz ve zenci, birbirine zıt olduğu için meydana çıkar.
-
پس به ضد نور دانستی تو نور ** ضد ضد را مینماید در صدور
- Sen nuru, zıddıyla bildin. Zıt, zıddı meydana çıkarır, gösterir.
-
نور حق را نیست ضدی در وجود ** تا به ضد او را توان پیدا نمود
- Varlık âleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin.
-
لاجرم أبصارنا لا تدرکه ** و هو یدرک بین تو از موسی و که 1135
- Hulâsa gözlerimiz onu idrak edemez; o bizi görür, idrak eder. Sen bunu, Mûsâ ile Tûr kıssasında gör!
-
صورت از معنی چو شیر از بیشه دان ** یا چو آواز و سخن ز اندیشه دان
- Suretle manayı; aslanla orman yahut ses ve sözle düşünce gibi bil!
-
این سخن و آواز از اندیشه خاست ** تو ندانی بحر اندیشه کجاست
- Bu söz, bu ses; düşünceden meydana geldi. Fakat düşünce denizi nerede? Onu bilmezsin.
-
لیک چون موج سخن دیدی لطیف ** بحر آن دانی که باشد هم شریف
- Ama lâtif bir söz dalgası görünce onun denizinin de kadri yüce bir deniz olacağını anlarsın.
-
چون ز دانش موج اندیشه بتاخت ** از سخن و آواز او صورت بساخت
- Bilgiden düşünce dalgası zuhura gelince mana, söz ve sesten bir suret düzdü.
-
از سخن صورت بزاد و باز مرد ** موج خود را باز اندر بحر برد 1140
- Sözden bir şekil doğdu, yine öldü. Dalga kendini yine denize iletti.
-
صورت از بیصورتی آمد برون ** باز شد که إنا إليه راجعون
- Suret sûretsizlikten çıktı, yine sûretsizliğe döndü. Zira biz yine Tanrı’ya döneceğiz.
-
پس ترا هر لحظه مرگ و رجعتی است ** مصطفی فرمود دنیا ساعتی است
- Şu halde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa “dünya bir andan ibarettir” buyurdu.
-
فکر ما تیری است از هو در هوا ** در هوا کی پاید آید تا خدا
- Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasıl durur? Tanrı’ya gelir.
-
هر نفس نو میشود دنیا و ما ** بیخبر از نو شدن اندر بقا
- Her nefeste dünya yenilenir. Fakat biz, dünyayı öylece durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz.
-
عمر همچون جوی نو نو میرسد ** مستمری مینماید در جسد 1145
- Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider. Fakat cesette bir daimîlik gösterir.