English    Türkçe    فارسی   

1
1200-1224

  • چیست مستی بند چشم از دید چشم ** تا نماید سنگ گوهر پشم یشم‌‌ 1200
  • Sarhoşluk nedir? Taşı gevher, yünü yeşim taşı görecek derecede gözün bağlanması, görmemesidir.
  • چیست مستی حسها مبدل شدن ** چوب گز اندر نظر صندل شدن‌‌
  • Sarhoşluk nedir? Ilgın ağacı göze sandal ağacı görünecek kadar duyguların değişmesidir!
  • قصه‌‌ی هدهد و سلیمان در بیان آن که چون قضا آید چشمهای روشن بسته شود
  • Kaza gelince aydın gözlerin bile bağlanacağını bildiren Süleyman hikâyesi
  • چون سلیمان را سراپرده زدند ** جمله مرغانش به خدمت آمدند
  • Süleyman’ın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuşlar huzuruna geldiler.
  • هم زبان و محرم خود یافتند ** پیش او یک یک به جان بشتافتند
  • Onu, kendilerinin dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup huzuruna canla, başla bir bir koştular.
  • جمله مرغان ترک کرده جیک جیک ** با سلیمان گشته افصح من اخیک‌‌
  • Bütün kuşlar, cik cik ötmeyi bırakmışlar; kardeşinin seninle konuşmasından daha fasih bir surette Süleyman’la konuşmaya başlamışlardı.
  • هم زبانی خویشی و پیوندی است ** مرد با نامحرمان چون بندی است‌‌ 1205
  • Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer.
  • ای بسا هندو و ترک هم زبان ** ای بسا دو ترک چون بیگانگان‌‌
  • Nice Hindli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Nice iki Türk de vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler.
  • پس زبان محرمی خود دیگر است ** هم دلی از هم زبانی بهتر است‌‌
  • Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir.
  • غیر نطق و غیر ایما و سجل ** صد هزاران ترجمان خیزد ز دل‌‌
  • Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder.
  • جمله مرغان هر یکی اسرار خود ** از هنر وز دانش و از کار خود
  • Kuşların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve işlerine ait şeyleri.
  • با سلیمان یک به یک وامی‌‌نمود ** از برای عرضه خود را می‌‌ستود 1210
  • Süleyman’a birer birer apaçık söylüyorlar, kendilerini bildirmek ve tanıtmak için öğünüyorlardı.
  • از تکبر نی و از هستی خویش ** بهر آن تا ره دهد او را به پیش‌‌
  • Bu öğünmek kibirden, varlıktan dolayı değildi. Her kuş, onun huzuruna varsın, yakınlarından olsun diye öğünüyordu.
  • چون بباید برده‌‌ای را خواجه‌‌ای ** عرضه دارد از هنر دیباجه‌‌ای‌‌
  • Bir kul, bir efendiye kul olmak dilerse hünerinden bir miktarını ona arz eder.
  • چون که دارد از خریداریش ننگ ** خود کند بیمار و کر و شل و لنگ‌‌
  • Fakat o efendi tarafından satın alınmayı istemezse kendisini hasta, sağır, çolak ve topal gösterir.
  • نوبت هدهد رسید و پیشه‌‌اش ** و آن بیان صنعت و اندیشه‌‌اش‌‌
  • Hüthüdün hünerini arz etme sırası geldi; sanatını ve düşüncelerini bildirme nöbeti erişti.
  • گفت ای شه یک هنر کان کهتر است ** باز گویم گفت کوته بهتر است‌‌ 1215
  • Dedi ki: “Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca arz edeyim. Kısa söylemek daha iyidir.”
  • گفت بر گو تا کدام است آن هنر ** گفت من آن گه که باشم اوج بر
  • Süleyman “Söyle bakalım, o hangi hünerdir?” dedi. Hüthüt, “Gayet yükseklerde uçtuğum zaman,
  • بنگرم از اوج با چشم یقین ** من ببینم آب در قعر زمین‌‌
  • Havadan bakınca yerin tâ dibindeki suyu görürüm.
  • تا کجایست و چه عمق استش چه رنگ ** از چه می‌‌جوشد ز خاکی یا ز سنگ‌‌
  • O su nerededir, derinliği ne kadardır, rengi nedir, topraktan mı kaynıyor, taştan mı? Hepsini görür, bilirim.
  • ای سلیمان بهر لشکرگاه را ** در سفر می‌‌دار این آگاه را
  • Ey Süleyman! Ordu kurulacak yeri tayin etmek üzere beni sefere beraber götür” dedi.
  • پس سلیمان گفت ای نیکو رفیق ** در بیابانهای بی‌‌آب عمیق‌‌ 1220
  • Süleyman da “Ey iyi yoldaş! Susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde sen bize arkadaş ol; bu suretle su bulur, seferde yoldaşlara saka olursun” dedi.
  • طعنه‌‌ی زاغ در دعوی هدهد
  • Karganın, Hüthüt’ün dâvasını kınaması
  • زاغ چون بشنود آمد از حسد ** با سلیمان گفت کاو کژ گفت و بد
  • Karga, bunu işitince hasedinden ilerleyip Süleyman’a “Hüthüt aykırı ve kötü söyledi.
  • از ادب نبود به پیش شه مقال ** خاصه خود لاف دروغین و محال‌‌
  • Padişah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır. Hele yalan ve olmayacak söz olursa.
  • گر مر او را این نظر بودی مدام ** چون ندیدی زیر مشتی خاک دام‌‌
  • Eğer onun böyle bir görüşü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzağı nasıl görmezdi?
  • چون گرفتار آمدی در دام او ** چون قفس اندر شدی ناکام او
  • Nasıl olur da tuzağa tutulurdu, nasıl olur da ümitsiz bir halde kafese girerdi?” dedi.