English    Türkçe    فارسی   

1
133-157

  • صوفی ابن الوقت باشد ای رفیق ** نیست فردا گفتن از شرط طریق‌‌
  • Ey yoldaş, ey arkadaş! Sûfî, vakit oğludur (bulunduğu vaktin iktizasına göre iş görür). “Yarın” demek yol şartlarından değildir.
  • تو مگر خود مرد صوفی نیستی ** هست را از نسیه خیزد نیستی‌‌
  • Sen yoksa sûfî bir er değil misin? Vara, veresiyeden yokluk gelir”.
  • گفتمش پوشیده خوشتر سر یار ** خود تو در ضمن حکایت گوش دار 135
  • Ona dedim ki: “Sevgilinin sırlarını gizli kapaklı geçmek daha hoştur. Sen, artık hikâyelere kulak ver, işi onlardan anla!
  • خوشتر آن باشد که سر دلبران ** گفته آید در حدیث دیگران‌‌
  • Dilbere ait sırların, başkalarına ait sözler içinde söylenmesi daha hoştur.”
  • گفت مکشوف و برهنه گوی این ** آشکارا به که پنهان ذکر دین‌‌
  • O, “Bunu apaçık söyle ki dini açık olarak anmak… Gizli anmaktan iyidir.
  • پرده بردار و برهنه گو که من ** می‌‌نخسبم با صنم با پیرهن‌‌
  • Perdeyi kaldır ve açıkça söyle ki ben, güzelle gömlekli olarak yatmam” dedi.
  • گفتم ار عریان شود او در عیان ** نی تو مانی نی کنارت نی میان‌‌
  • Dedim ki: “O apaçık soyunur, çırılçıplak bir hale gelirse ne sen kalırsın, ne kucağın kalır, ne belin!
  • آرزو می‌‌خواه لیک اندازه خواه ** بر نتابد کوه را یک برگ کاه‌‌ 140
  • İste ama derecesine göre iste; bir otun, bir dağı çekmeye kudreti yoktur.
  • آفتابی کز وی این عالم فروخت ** اندکی گر پیش آید جمله سوخت‌‌
  • Bu âlemi aydınlatan güneş, bir parçacık yaklaştı mı, her şey yandı gitti!
  • فتنه و آشوب و خون‌‌ریزی مجوی ** بیش از این از شمس تبریزی مگوی‌‌
  • Fitneyi, kargaşalığı ve kan dökücülüğü araştırma, Şems-i Tebrizî’den bundan fazla bahsetme.
  • این ندارد آخر از آغاز گوی ** رو تمام این حکایت باز گوی‌‌
  • Bunun sonu yoktur; sen yine hikâyeye başla, onu tamamlamana bak.
  • خلوت طلبیدن آن ولی از پادشاه جهت دریافتن رنج کنیزک‌‌
  • O velinin, halayığın hastalığını anlamak için padişahtan halayıkla halvet olmayı dilemesi
  • گفت ای شه خلوتی کن خانه را ** دور کن هم خویش و هم بیگانه را
  • (Hekim) dedi ki: “Ey padişah, evi halvet et, yakını da uzaklaştır.
  • کس ندارد گوش در دهلیزها ** تا بپرسم زین کنیزک چیزها 145
  • Köşeden, bucaktan kimse kulak vermesin de ben bu cariyecikten bir şeyler sorayım.”
  • خانه خالی ماند و یک دیار نی ** جز طبیب و جز همان بیمار نی‌‌
  • Oda boşaldı, Hekim ile hastadan başka kimsecikler kalmadı.
  • نرم نرمک گفت شهر تو کجاست ** که علاج اهل هر شهری جداست‌‌
  • Hekim tatlılıkla, yumuşak yumuşak dedi ki: “Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilâcı başka başkadır.
  • و اندر آن شهر از قرابت کیستت ** خویشی و پیوستگی با چیستت‌‌
  • O memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye bağlısın?
  • دست بر نبضش نهاد و یک به یک ** باز می‌‌پرسید از جور فلک‌‌
  • Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektiği cevir ve meşakkati soruyordu.
  • چون کسی را خار در پایش جهد ** پای خود را بر سر زانو نهد 150
  • Bir adamın ayağına diken batınca ayağını dizi üstüne kor.
  • وز سر سوزن همی‌‌جوید سرش ** ور نیابد می‌‌کند با لب ترش‌‌
  • İğne ucu ile diken başını arar durur, bulamazsa orasını dudağı ile ıslatır.
  • خار در پا شد چنین دشوار یاب ** خار در دل چون بود واده جواب‌‌
  • Ayağa batan dikeni bulmak, bu derece müşkül olursa, yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver!
  • خار در دل گر بدیدی هر خسی ** دست کی بودی غمان را بر کسی‌‌
  • Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi?
  • کس به زیر دم خر خاری نهد ** خر نداند دفع آن بر می‌‌جهد
  • Bir kişi, eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu oradan çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar.
  • بر جهد و ان خار محکمتر زند ** عاقلی باید که خاری بر کند 155
  • Zıplar, zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lâzım.
  • خر ز بهر دفع خار از سوز و درد ** جفته می‌‌انداخت صد جا زخم کرد
  • Eşek, dikeni çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar.
  • آن حکیم خارچین استاد بود ** دست می‌‌زد جا به جا می‌‌آزمود
  • O diken çıkaran hekim, üstattı. Halayığın her tarafına elini koyup muayene ediyordu.