English    Türkçe    فارسی   

1
1398-1422

  • چون رفیقی وسوسه‌‌ی بد خواه را ** کی بدانی ثم وجه الله را
  • Seni kötülüğe sevk eden vesveselere yoldaş oldukça “Semme vechullah”ı nasıl bilebilirsin?
  • هر که را باشد ز سینه فتح باب ** او ز هر شهری ببیند آفتاب‌‌
  • Kimin kalbinde kapı açılırsa gönül göğünde yüzlerce güneş görür.
  • حق پدید است از میان دیگران ** همچو ماه اندر میان اختران‌‌ 1400
  • Yıldızların içinde ay nasıl görünürse başkaları arasında Tanrı da öyle görünür.
  • دو سر انگشت بر دو چشم نه ** هیچ بینی از جهان انصاف ده‌‌
  • Fakat iki parmağını iki gözünün üstüne koy: bir şey görebilir misin? İnsaf et!
  • گر نبینی این جهان معدوم نیست ** عیب جز ز انگشت نفس شوم نیست‌‌
  • Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur, ancak şom, nefsin parmağında.
  • تو ز چشم انگشت را بردار هین ** و آن گهانی هر چه می‌‌خواهی ببین‌‌
  • Kendine gel! Gözünden parmağını kaldır da ne istiyorsan gör.
  • نوح را گفتند امت کو ثواب ** گفت او ز آن سوی و استغشوا ثیاب‌‌
  • Nuh’un ümmeti, Nuh’a “Nerede sevap?” dediler. Nuh “duymamak, görmemek için elbisenize büründüğünüz cihette.
  • رو و سر در جامه‌‌ها پیچیده‌‌اید ** لا جرم با دیده و نادیده‌‌اید 1405
  • Elbiselerinize bürünüp yüzünüzü, başınızı sardınız; ondan dolayı gözünüz olduğu halde görmediniz” dedi.
  • آدمی دید است و باقی پوست است ** دید آن است آن که دید دوست است‌‌
  • İnsan gözden ibarettir. Geri kalanı bir deridir. Göz de, dostu gören göze derler.
  • چون که دید دوست نبود کور به ** دوست کاو باقی نباشد دور به‌‌
  • İnsan, dostu görmeyince kör olsun, daha iyi. Böyle adam Süleyman bile olsa, karınca ondan yeğdir. "
  • چون رسول روم این الفاظ تر ** در سماع آورد شد مشتاق‌‌تر
  • Bu yepyeni sözler, Rum elçisini semaa getirdi, Ömer’i görmek iştiyakı arttı.
  • دیده را بر جستن عمر گماشت ** رخت را و اسب را ضایع گذاشت‌‌
  • Gözünü o padişahı aramaya dikti, eşyasını da kaybetti, atını da.
  • هر طرف اندر پی آن مرد کار ** می‌‌شدی پرسان او دیوانه‌‌وار 1410
  • O iş erinin ardına düşmüş, her tarafa koşmakta, delicesine onu aramaktaydı.
  • کاین چنین مردی بود اندر جهان ** وز جهان مانند جان باشد نهان‌‌
  • “Dünyada böyle adam da olur mu ki cihandan can gibi gizlenmiş” diyordu.
  • جست او را تاش چون بنده بود ** لا جرم جوینده یابنده بود
  • Candan kul olmak için onu aradı. Şüphesiz, arayan bulur.
  • دید اعرابی زنی او را دخیل ** گفت عمر نک به زیر آن نخیل‌‌
  • Bir bedevi karısı, onun yabancı olduğunu gördü; Ömer’i aradığını anlayıp “İşte şuracıkta, şu hurma ağacının altında;
  • زیر خرما بن ز خلقان او جدا ** زیر سایه خفته بین سایه‌‌ی خدا
  • Hurma ağacının dibinde, halktan ayrılmış, yapayalnız, gölgelikte uyuyan Tanrı gölgesini gör” dedi.
  • یافتن رسول روم عمر را خفته در زیر درخت‌‌
  • Elçinin Emîrülmü’minin Ömer’i – Tanrı ondan razı olsun – bir ağaç altında uyur bulması
  • آمد او آن جا و از دور ایستاد ** مر عمر را دید و در لرز اوفتاد 1415
  • Elçi oraya gelip uzakta durdu. Ömer’i görünce titremeye başladı.
  • هیبتی ز آن خفته آمد بر رسول ** حالتی خوش کرد بر جانش نزول‌‌
  • O uyuyandan elçiye bir heybet, gönlüne hoş bir hal geldi.
  • مهر و هیبت هست ضد همدگر ** این دو ضد را دید جمع اندر جگر
  • Muhabbet ve heybet birbirinin zıttı iken gönlünde bu iki zıttın birleştiğini gördü.
  • گفت با خود من شهان را دیده‌‌ام ** پیش سلطانان مه و بگزیده‌‌ام‌‌
  • Kendi kendine “Ben nice Padişahlar gördüm; büyük sultanların makbulü oldum.
  • از شهانم هیبت و ترسی نبود ** هیبت این مرد هوشم را ربود
  • Onlardan korkmaz, ürkmezdim. Bu adamın heybeti aklımı başımdan aldı.
  • رفته‌‌ام در بیشه‌‌ی شیر و پلنگ ** روی من ز یشان نگردانید رنگ‌‌ 1420
  • Aslanlar, kaplanlar bulunan ormanlara daldım, yüzümün rengi bile kaçmadı.
  • بس شده‌‌ستم در مصاف و کارزار ** همچو شیر آن دم که باشد کار زار
  • Birçok savaşlarda bulundum; savaş başlayınca
  • بس که خوردم بس زدم زخم گران ** دل قوی تر بوده‌‌ام از دیگران‌‌
  • Bir hayli ağır yaralar aldım, düşmanları ağır bir surette yaraladım. Bütün bu ahvalde kalbim, diğerlerinden daha kuvvetli idi.