-
دید اعرابی زنی او را دخیل ** گفت عمر نک به زیر آن نخیل
- Bir bedevi karısı, onun yabancı olduğunu gördü; Ömer’i aradığını anlayıp “İşte şuracıkta, şu hurma ağacının altında;
-
زیر خرما بن ز خلقان او جدا ** زیر سایه خفته بین سایهی خدا
- Hurma ağacının dibinde, halktan ayrılmış, yapayalnız, gölgelikte uyuyan Tanrı gölgesini gör” dedi.
-
یافتن رسول روم عمر را خفته در زیر درخت
- Elçinin Emîrülmü’minin Ömer’i – Tanrı ondan razı olsun – bir ağaç altında uyur bulması
-
آمد او آن جا و از دور ایستاد ** مر عمر را دید و در لرز اوفتاد 1415
- Elçi oraya gelip uzakta durdu. Ömer’i görünce titremeye başladı.
-
هیبتی ز آن خفته آمد بر رسول ** حالتی خوش کرد بر جانش نزول
- O uyuyandan elçiye bir heybet, gönlüne hoş bir hal geldi.
-
مهر و هیبت هست ضد همدگر ** این دو ضد را دید جمع اندر جگر
- Muhabbet ve heybet birbirinin zıttı iken gönlünde bu iki zıttın birleştiğini gördü.
-
گفت با خود من شهان را دیدهام ** پیش سلطانان مه و بگزیدهام
- Kendi kendine “Ben nice Padişahlar gördüm; büyük sultanların makbulü oldum.
-
از شهانم هیبت و ترسی نبود ** هیبت این مرد هوشم را ربود
- Onlardan korkmaz, ürkmezdim. Bu adamın heybeti aklımı başımdan aldı.
-
رفتهام در بیشهی شیر و پلنگ ** روی من ز یشان نگردانید رنگ 1420
- Aslanlar, kaplanlar bulunan ormanlara daldım, yüzümün rengi bile kaçmadı.
-
بس شدهستم در مصاف و کارزار ** همچو شیر آن دم که باشد کار زار
- Birçok savaşlarda bulundum; savaş başlayınca
-
بس که خوردم بس زدم زخم گران ** دل قوی تر بودهام از دیگران
- Bir hayli ağır yaralar aldım, düşmanları ağır bir surette yaraladım. Bütün bu ahvalde kalbim, diğerlerinden daha kuvvetli idi.
-
بیسلاح این مرد خفته بر زمین ** من به هفت اندام لرزان چیست این
- Bu adam silâhsız, kuru yerde yatıyor; benim yedi âzam tir tir titremekte; bu ne?
-
هیبت حق است این از خلق نیست ** هیبت این مرد صاحب دلق نیست
- Bu heybet Hak’tan halktan değil; bu heybet, şu abalı adamdan gelmiyor” dedi.
-
هر که ترسید از حق و تقوی گزید ** ترسد از وی جن و انس و هر که دید 1425
- Bir kişi Hak’tan korkup takva yolunu tuttu mu: cin olsun, insan olsun, onu kim görse korkar.
-
اندر این فکرت به حرمت دست بست ** بعد یک ساعت عمر از خواب جست
- Bu düşünce içinde hürmetle ellerini bağladı. Bir müddet sonra Ömer, uykudan uyandı.
-
سلام کردن رسول روم بر عمر
- Ömer’in uykudan uyanması ve Kayser elçisinin ona selâm vermesi
-
کرد خدمت مر عمر را و سلام ** گفت پیغمبر سلام آن گه کلام
- Elçi, Ömer’i tâzim etti, ona selâm verdi. Peygamber “önce selâm sonra söz” demiştir.
-
پس علیکش گفت و او را پیش خواند ** ایمنش کرد و به پیش خود نشاند
- Ömer, selâmını alıp onu yanına çağırdı, onu teskin etti, karşısına oturdu.
-
لا تخافوا هست نزل خایفان ** هست در خور از برای خایف آن
- Korkanı, emin ederler, gönlünü yatıştırırlar.
-
هر که ترسد مر و را ایمن کنند ** مر دل ترسنده را ساکن کنند 1430
- “Korkmayın” sözü, korkanlara sunulan hazır yemektir. Ve bu yemek tam onlara lâyıktır.
-
آن که خوفش نیست چون گویی مترس ** درس چه دهی نیست او محتاج درس
- Korkusu olmayana nasıl ”korkma” dersin? Niye ona ders veriyorsun? O, derse muhtaç değil ki!
-
آن دل از جا رفته را دل شاد کرد ** خاطر ویرانش را آباد کرد
- Ömer, o yüreği oynayan kimseyi sevindirdi, yıkılmış gönlünü yaptı.
-
بعد از آن گفتش سخنهای دقیق ** وز صفات پاک حق نعم الرفیق
- Ondan sonra en güzel bir yoldaş olan Tanrı’nın tertemiz sıfatlarına dair ince bahislere daldı;
-
وز نوازشهای حق ابدال را ** تا بداند او مقام و حال را
- Elçiye, makam nedir? Hâl neye derler? Anlasın, bilsin diye Tanrı’nın Abdallara gönderdiği lûtuf ve ihsanları nakletti.
-
حال چون جلوه ست ز آن زیبا عروس ** وین مقام آن خلوت آمد با عروس 1435
- Hâl güzel bir gelinin cilvesidir; makam ise o gelinle halvet olup vuslatına erişmektir.
-
جلوه بیند شاه و غیر شاه نیز ** وقت خلوت نیست جز شاه عزیز
- Gelinin cilvesini padişahta görür, başkaları da. Fakat onunla vuslat, ancak aziz padişaha mahsustur.
-
جلوه کرده خاص و عامان را عروس ** خلوت اندر شاه باشد با عروس
- Gelin, havassa da cilve eder, avama da. Ama onunla halvete giren ancak padişahtır.