-
کرد خدمت مر عمر را و سلام ** گفت پیغمبر سلام آن گه کلام
- Elçi, Ömer’i tâzim etti, ona selâm verdi. Peygamber “önce selâm sonra söz” demiştir.
-
پس علیکش گفت و او را پیش خواند ** ایمنش کرد و به پیش خود نشاند
- Ömer, selâmını alıp onu yanına çağırdı, onu teskin etti, karşısına oturdu.
-
لا تخافوا هست نزل خایفان ** هست در خور از برای خایف آن
- Korkanı, emin ederler, gönlünü yatıştırırlar.
-
هر که ترسد مر و را ایمن کنند ** مر دل ترسنده را ساکن کنند 1430
- “Korkmayın” sözü, korkanlara sunulan hazır yemektir. Ve bu yemek tam onlara lâyıktır.
-
آن که خوفش نیست چون گویی مترس ** درس چه دهی نیست او محتاج درس
- Korkusu olmayana nasıl ”korkma” dersin? Niye ona ders veriyorsun? O, derse muhtaç değil ki!
-
آن دل از جا رفته را دل شاد کرد ** خاطر ویرانش را آباد کرد
- Ömer, o yüreği oynayan kimseyi sevindirdi, yıkılmış gönlünü yaptı.
-
بعد از آن گفتش سخنهای دقیق ** وز صفات پاک حق نعم الرفیق
- Ondan sonra en güzel bir yoldaş olan Tanrı’nın tertemiz sıfatlarına dair ince bahislere daldı;
-
وز نوازشهای حق ابدال را ** تا بداند او مقام و حال را
- Elçiye, makam nedir? Hâl neye derler? Anlasın, bilsin diye Tanrı’nın Abdallara gönderdiği lûtuf ve ihsanları nakletti.
-
حال چون جلوه ست ز آن زیبا عروس ** وین مقام آن خلوت آمد با عروس 1435
- Hâl güzel bir gelinin cilvesidir; makam ise o gelinle halvet olup vuslatına erişmektir.
-
جلوه بیند شاه و غیر شاه نیز ** وقت خلوت نیست جز شاه عزیز
- Gelinin cilvesini padişahta görür, başkaları da. Fakat onunla vuslat, ancak aziz padişaha mahsustur.
-
جلوه کرده خاص و عامان را عروس ** خلوت اندر شاه باشد با عروس
- Gelin, havassa da cilve eder, avama da. Ama onunla halvete giren ancak padişahtır.
-
هست بسیار اهل حال از صوفیان ** نادر است اهل مقام اندر میان
- Sûfîler içinde hâl ehli çoktur, fakat aralarında makam sahibi nadirdir.
-
از منازلهای جانش یاد داد ** وز سفرهای روانش یاد داد
- Ömer, elçiye can menzillerini söyledi, ruh seferlerini anlattı.
-
وز زمانی کز زمان خالی بده ست ** وز مقام قدس که اجلالی بده ست 1440
- Zamandan dışarı olan, zamana sığmayan bir zamandan, azamete mensup kutsiyet makamından,
-
وز هوایی کاندر او سیمرغ روح ** پیش از این دیده ست پرواز و فتوح
- Ruh simurgunun, bu âleme gelmeden önceki geniş uçuşlarından bahsetti.
-
هر یکی پروازش از آفاق بیش ** وز امید و نهمت مشتاق بیش
- Ruhun, o âlemde bir uçuşu, ufukları aşıyordu; iştiyak çekenlerin ümitlerinden de ileri gidiyordu, hırslarından da!
-
چون عمر اغیار رو را یار یافت ** جان او را طالب اسرار یافت
- Ömer, o yabancı çehreli zatı tam dost buldu, canının Tanrı sırlarını dilediğini anladı.
-
شیخ کامل بود و طالب مشتهی ** مرد چابک بود و مرکب درگهی
- Şeyh, kâmildi, talibin de tam bir isteği vardı. Yolcu çevikti, at da kapıdaydı.
-
دید آن مرشد که او ارشاد داشت ** تخم پاک اندر زمین پاک کاشت 1445
- O mürşid, onun irşad edilmeye kabiliyeti olduğunu gördü; tertemiz tohumu, temiz yere ekti.
-
سؤال کردن رسول روم از عمر
- Rum Kayseri elçisinin Emîrülmü’minin Ömer’den suali
-
مرد گفتش کای امیر المؤمنین ** جان ز بالا چون در آمد در زمین
- Elçi “ya Emirülmü’minin! Can yücelerden yere nasıl indi?
-
مرغ بیاندازه چون شد در قفص ** گفت حق بر جان فسون خواند و قصص
- Hiçbir şeyle mukayyet olmayan can kuşu nasıl kafese girdi?” diye sordu. Ömer dedi ki: “Hak, ona afsunlar okudu, hikâyeler söyledi.
-
بر عدمها کان ندارد چشم و گوش ** چون فسون خواند همیآید به جوش
- Tanrı; gözü kulağı olmayan yokluklara afsun okuyunca onlar, coşmaya başlarlar; varlık âlemine konarlar.
-
از فسون او عدمها زود زود ** خوش معلق میزند سوی وجود
- Yok olanlar, onun afsuniyle varlık diyarına takla atarak ve derhal gelirler.
-
باز بر موجود افسونی چو خواند ** زو دو اسبه در عدم موجود راند 1450
- Sonra var olana yine bir afsun okuyunca onu yokluğa derhal ve iki çifte atla sürer.
-
گفت در گوش گل و خندانش کرد ** گفت با سنگ و عقیق کانش کرد
- Gülün kulağına bir şey söyledi, güldürdü. Taşın kulağına bir şey söyledi, akik ve maden haline getirdi.