-
کس ندارد گوش در دهلیزها ** تا بپرسم زین کنیزک چیزها 145
- Köşeden, bucaktan kimse kulak vermesin de ben bu cariyecikten bir şeyler sorayım.”
-
خانه خالی ماند و یک دیار نی ** جز طبیب و جز همان بیمار نی
- Oda boşaldı, Hekim ile hastadan başka kimsecikler kalmadı.
-
نرم نرمک گفت شهر تو کجاست ** که علاج اهل هر شهری جداست
- Hekim tatlılıkla, yumuşak yumuşak dedi ki: “Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilâcı başka başkadır.
-
و اندر آن شهر از قرابت کیستت ** خویشی و پیوستگی با چیستت
- O memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye bağlısın?
-
دست بر نبضش نهاد و یک به یک ** باز میپرسید از جور فلک
- Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektiği cevir ve meşakkati soruyordu.
-
چون کسی را خار در پایش جهد ** پای خود را بر سر زانو نهد 150
- Bir adamın ayağına diken batınca ayağını dizi üstüne kor.
-
وز سر سوزن همیجوید سرش ** ور نیابد میکند با لب ترش
- İğne ucu ile diken başını arar durur, bulamazsa orasını dudağı ile ıslatır.
-
خار در پا شد چنین دشوار یاب ** خار در دل چون بود واده جواب
- Ayağa batan dikeni bulmak, bu derece müşkül olursa, yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver!
-
خار در دل گر بدیدی هر خسی ** دست کی بودی غمان را بر کسی
- Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi?
-
کس به زیر دم خر خاری نهد ** خر نداند دفع آن بر میجهد
- Bir kişi, eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu oradan çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar.
-
بر جهد و ان خار محکمتر زند ** عاقلی باید که خاری بر کند 155
- Zıplar, zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lâzım.
-
خر ز بهر دفع خار از سوز و درد ** جفته میانداخت صد جا زخم کرد
- Eşek, dikeni çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar.
-
آن حکیم خارچین استاد بود ** دست میزد جا به جا میآزمود
- O diken çıkaran hekim, üstattı. Halayığın her tarafına elini koyup muayene ediyordu.
-
ز ان کنیزک بر طریق داستان ** باز میپرسید حال دوستان
- Halayıktan hikâye yoluyla dostların ahvalini sormaktaydı.
-
با حکیم او قصهها میگفت فاش ** از مقام و خاجگان و شهر تاش
- Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından, efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi.
-
سوی قصه گفتنش میداشت گوش ** سوی نبض و جستنش میداشت هوش 160
- Hekim, kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekteydi.
-
تا که نبض از نام کی گردد جهان ** او بود مقصود جانش در جهانا ن
- Nabzı, kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün istediği odur(diyordu).
-
دوستان شهر او را بر شمرد ** بعد از آن شهری دگر را نام برد
- Memleketindeki dostlarını saydı, döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı.
-
گفت چون بیرون شدی از شهر خویش ** در کدامین شهر بوده ستی تو بیش
- “Memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?”dedi.
-
نام شهری گفت وز آن هم در گذشت ** رنگ روی و نبض او دیگر نگشت
- Kız bir şehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi, nabzının atması başkalaşmadı.
-
خواجگان و شهرها را یک به یک ** باز گفت از جای و از نان و نمک 165
- Efendileri ve şehirleri birer birer saydı; o yerleri, yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri tekrar tekrar söyledi.
-
شهر شهر و خانه خانه قصه کرد ** نی رگش جنبید و نی رخ گشت زرد
- Şehir şehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı.
-
نبض او بر حال خود بد بیگزند ** تا بپرسید از سمرقند چو قند
- Hekim şeker gibi Semerkand şehrini soruncaya kadar kızın nabzı tabiî haldeydi fazla atmıyordu.
-
نبض جست و روی سرخ و زرد شد ** کز سمرقندی زرگر فرد شد
- Semerkand’ı sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkand’lı bir kuyumcudan ayrılmıştı.
-
چون ز رنجور آن حکیم این راز یافت ** اصل آن درد و بلا را باز یافت
- O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve belânın aslına erişince: