English    Türkçe    فارسی   

1
1509-1533

  • بار دیگر ما به قصه آمدیم ** ما از آن قصه برون خود کی شدیم‌‌
  • Yine hikâyeye geldik; zaten ne zaman hikâyeden ayrıldık ki?
  • گر به جهل آییم آن زندان اوست ** ور به علم آییم آن ایوان اوست‌‌ 1510
  • Cehil bahsine gelirsek o Tanrı’nın zindanıdır; ilim bahsine gelirsek onun bağı ve sayvanı.
  • ور به خواب آییم مستان وی‌‌ایم ** ور به بیداری به دستان وی‌‌ایم‌‌
  • Uyursak onun sarhoşlarıyız; uyanık olursak onun hikâyesinden bahsetmekteyiz.
  • ور بگرییم ابر پر زرق وی‌‌ایم ** ور بخندیم آن زمان برق وی‌‌ایم‌‌
  • Ağlarsak rızıklarla dolu bulutuyuz; gülersek şimşek!
  • ور به خشم و جنگ عکس قهر اوست ** ور به صلح و عذر عکس مهر اوست‌‌
  • Kızar, savaşırsak bu, kahrının aksidir, barışır, özür serdedersek muhabbetinin aksidir.
  • ما که‌‌ایم اندر جهان پیچ پیچ ** چون الف او خود چه دارد هیچ هیچ‌‌
  • Bu dolaşık ve karmakarışık âlemde biz kimiz? Elif gibiyiz. Elifinse esasen, hiç ama hiçbir şeyi yoktur!
  • سؤال کردن رسول روم از عمر از سبب ابتلای ارواح با این آب و گل اجساد
  • Elçinin Ömer’den - Tanrı ondan razı olsun - , ruhların bu balçığa müptelâ olmalarının sebebini sorması
  • گفت یا عمر چه حکمت بود و سر ** حبس آن صافی در این جای کدر 1515
  • Ömer’e “O duru suyun bulanık yerde hapsedilmesinin hikmeti ne, bunda ne sır var?
  • آب صافی در گلی پنهان شده ** جان صافی بسته‌‌ی ابدان شده‌‌
  • Duru su, toprakta gizlenmiş; saf can cisimlerde mukayyet olmuş, sebebi nedir?” dedi.
  • گفت تو بحثی شگرفی می‌‌کنی ** معنیی را بند حرفی می‌‌کنی‌‌
  • Ömer dedi ki: “Sen derin bir bahse dalıyorsun. Meselâ manayı harflerle takyit eder(bir söz söylersin).
  • حبس کردی معنی آزاد را ** بند حرفی کرده ای تو یاد را
  • Serbest olan manayı hapsettin, nefesi bir kelime ile takyit eyledin.
  • از برای فایده این کرده‌‌ای ** تو که خود از فایده در پرده‌‌ای‌‌
  • Sen faydadan mahcup iken; ruhun bedene gelmesindeki faydayı bilmezken; bunu, bir fayda elde etmek için yaparsın da.
  • آن که از وی فایده زاییده شد ** چون نبیند آن چه ما را دیده شد 1520
  • Fayda, kendisinde zuhur eden Tanrı, bizim gördüğümüzü nasıl görmez?
  • صد هزاران فایده ست و هر یکی ** صد هزاران پیش آن یک اندکی‌‌
  • Mananın kelimelerle söylenmesinde yüz binlerce fayda var. Bu faydaların her biri, canın cesede girmesindeki faydaya nispetle pek değersiz.
  • آن دم نطقت که جزو جزوهاست ** فایده شد کل کل خالی چراست‌‌
  • Cüzilerin cüz’ü olan senin bu nefesin, bu söz söylemen, küllî bir fayda temin ederse ruhun bedene girmesiyle meydana gelen küll, neden faydasız olsun?
  • تو که جزوی کار تو با فایده ست ** پس چرا در طعن کل آری تو دست‌‌
  • Sen bir cüz iken fayda görüyorsun. O halde neden kınama elini külle uzatıyor, onu neden kınıyorsun?
  • گفت را گر فایده نبود مگو ** ور بود هل اعتراض و شکر جو
  • Sözün faydası yoksa söyleme, varsa itirazı bırakıp şükretmeye çalış!
  • شکر یزدان طوق هر گردن بود ** نه جدال و رو ترش کردن بود 1525
  • Tanrı’ya şükretmek herkesin boynunun borcudur. Kavga etmek, suratını ekşitmek, şükür değildir.
  • گر ترش رو بودن آمد شکر و بس ** پس چو سرکه شکر گویی نیست کس‌‌
  • Şükretmek surat ekşitmeden ibaretse sirke gibi şükreden hiç kimse yok!
  • سرکه را گر راه باید در جگر ** گو بشو سرکنگبین او از شکر
  • Sirke, ciğere gitmek için yol arıyorsa ona “şekerle karış da sirkengübin ol” de!
  • معنی اندر شعر جز با خبط نیست ** چون قلاسنگ است اندر ضبط نیست‌‌
  • Manayı şiire sıkıştırmaya çalışmak, hapsolmakla müsavi, ondan gayrı bir şey değil. Şiirde mana, sapan gibi… istenen yere gitmesine imkan yok.
  • در معنی آن که من أراد أن یجلس مع الله فلیجلس مع أهل التصوف‌‌
  • “ Tanrı ile oturmak dileyen tasavvuf ehliyle otursun “ sözünün manası
  • آن رسول از خود بشد زین یک دو جام ** نه رسالت یاد ماندش نه پیام‌‌
  • Elçi, bu bir iki kadehle kendinden geçti; hatırında ne elçilik kaldı, ne getirdiği haber!
  • واله اندر قدرت الله شد ** آن رسول اینجا رسید و شاه شد 1530
  • Tanrı kudretine hayran olup kaldı; makam erişip sultan oldu.
  • سیل چون آمد به دریا بحر گشت ** دانه چون آمد به مزرع گشت کشت‌‌
  • Sel denize kavuştu deniz oldu. Tane ekinliğe vardı, ekin oldu.
  • چون تعلق یافت نان با بو البشر ** نان مرده زنده گشت و با خبر
  • Ekmek Âdem Atanın vücuduna karıştı, ölü iken dirildi, haberdar oldu.
  • موم و هیزم چون فدای نار شد ** ذات ظلمانی او انوار شد
  • Mum ve odun, ateşe can verip yanınca nursuz vücutları nurlandı.