-
ور بخوانی و نهای قرآن پذیر ** انبیا و اولیا را دیده گیر
- Fakat okur da dediğini tutmazsan farzet ki peygamberleri, velileri görmüşsün (inanmadıktan onlara uymadıktan sonra ne fayda !).
-
ور پذیرایی چو بر خوانی قصص ** مرغ جانت تنگ آید در قفص 1540
- Kur’an’ın hükümlerini tutar, kıssalarından hisse alırsan can kuşuna ten kafesi dar gelir.
-
مرغ کاو اندر قفس زندانی است ** مینجوید رستن از نادانی است
- Kafeste mahpus olan kuşun kurtulmak istememesi cahilliktendir.
-
روحهایی کز قفسها رستهاند ** انبیای رهبر شایستهاند
- Kafeslerden kurtulan ruhlar, Tanrı’ya lâyık ve halka rehber olan peygamberlerdir.
-
از برون آوازشان آید ز دین ** که ره رستن ترا این است این
- Onların sesleri, kafeslerin dışından ve din makamından gelir: “Sana kurtuluş yolu ancak budur, bu!
-
ما به دین رستیم زین ننگین قفس ** جز که این ره نیست چارهی این قفس
- Biz bu daracık kafesten bununla kurtulduk. Bu kafesten kurtulmanın bundan başka çaresi yok!
-
خویش را رنجور سازی زار زار ** تا ترا بیرون کنند از اشتهار 1545
- Kazandığın şöhretten kurtulman için inleyip duran bir hasta haline gir!
-
که اشتهار خلق بند محکم است ** در ره این از بند آهن کی کم است
- Zaten halk arasında meşhur olmak, sağlam bir bağdır. Bu bağ bu yolda demir bir bağdan aşağı mıdır ki?”
-
قصهی بازرگان که طوطی محبوس او او را پیغام داد به طوطیان هندوستان هنگام رفتن به تجارت
- Bir tâcirin ticaret için Hindistan’a gitmesi ve mahpus dudusunun, onunla Hindistan dudularına haber yollaması
-
بود بازرگانی او را طوطیی ** در قفس محبوس زیبا طوطیی
- Bir tacirin bir dudusu vardı, kafeste hapsedilmiş, güzel bir duduydu.
-
چون که بازرگان سفر را ساز کرد ** سوی هندستان شدن آغاز کرد
- Tacir, Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlığına başladı.
-
هر غلام و هر کنیزک را ز جود ** گفت بهر تو چه آرم گوی زود
- Kerem ve ihsan dolayısıyla, kölelerinin, cariyeciklerinin her birine “Çabuk söyle, sana Hindistan’dan ne getireyim?” dedi.
-
هر یکی از وی مرادی خواست کرد ** جمله را وعده بداد آن نیک مرد 1550
- Her birisi ondan bir şey diledi. O iyi adam hepsine, istediklerini getireceğini vadetti.
-
گفت طوطی را چه خواهی ارمغان ** کارمت از خطهی هندوستان
- Duduya da “Sen ne armağan istersin, sana Hindistan elinden ne getireyim?” dedi.
-
گفتش آن طوطی که آن جا طوطیان ** چون ببینی کن ز حال من بیان
- Dudu dedi ki: “Oradaki duduları görünce benim halimi anlat.
-
کان فلان طوطی که مشتاق شماست ** از قضای آسمان در حبس ماست
- De ki: Sizin müştakınız olan filan dudu, Tanrı’nın takdiriyle bizim mahpusumuzdur.
-
بر شما کرد او سلام و داد خواست ** وز شما چاره و ره ارشاد خواست
- Size selâm söyledi, yardım istedi; sizden bir çare, bir kurtuluş yolu diledi.
-
گفت میشاید که من در اشتیاق ** جان دهم اینجا بمیرم در فراق 1555
- Dedi ki: Reva mıdır ben iştiyakınızla gurbet elde can vereyim.
-
این روا باشد که من در بند سخت ** گه شما بر سبزه گاهی بر درخت
- Sıkı bir hapis içinde olayım da siz gâh yeşilliklerde, gâh ağaçlarda zevk ve sefa edesiniz.
-
این چنین باشد وفای دوستان ** من در این حبس و شما در بوستان
- Dostların vefası böyle mi olur? Ben şu hapis içindeyim, siz gül bahçelerinde.
-
یاد آرید ای مهان زین مرغ زار ** یک صبوحی در میان مرغزار
- Ey Ulular! Bir seher çağı şarap meclisinde bu inleyen garibi de hatırlayın!
-
یاد یاران یار را میمون بود ** خاصه کان لیلی و این مجنون بود
- Dostların sevgiliyi anması, sevgiliye ne mutludur. Hele anan ve anılanın biri Leylâ, öbürü Mecnun olursa.
-
ای حریفان بت موزون خود ** من قدحها میخورم پر خون خود 1560
- Ey güzel endamlı sevgilinin mahremleri! Kendi kanımla doldurduğum peymaneleri içmem reva mı?
-
یک قدح می نوش کن بر یاد من ** گر همیخواهی که بدهی داد من
- Sevgili! Bana da bir nasip vermek istersen beni anarak bir kadeh iç!
-
یا به یاد این فتادهی خاک بیز ** چون که خوردی جرعه ای بر خاک ریز
- İçerken bu yerlere serilmiş düşkün âşığı yâd ederek toprağa bir yudum şarap dök!
-
ای عجب آن عهد و آن سوگند کو ** وعدههای آن لب چون قند کو
- Şaşılacak şey! Nerde o ahit, nerde o yemin? O şeker gibi dudağın verdiği vaadler hani?