-
چون که بازرگان سفر را ساز کرد ** سوی هندستان شدن آغاز کرد
- Tacir, Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlığına başladı.
-
هر غلام و هر کنیزک را ز جود ** گفت بهر تو چه آرم گوی زود
- Kerem ve ihsan dolayısıyla, kölelerinin, cariyeciklerinin her birine “Çabuk söyle, sana Hindistan’dan ne getireyim?” dedi.
-
هر یکی از وی مرادی خواست کرد ** جمله را وعده بداد آن نیک مرد 1550
- Her birisi ondan bir şey diledi. O iyi adam hepsine, istediklerini getireceğini vadetti.
-
گفت طوطی را چه خواهی ارمغان ** کارمت از خطهی هندوستان
- Duduya da “Sen ne armağan istersin, sana Hindistan elinden ne getireyim?” dedi.
-
گفتش آن طوطی که آن جا طوطیان ** چون ببینی کن ز حال من بیان
- Dudu dedi ki: “Oradaki duduları görünce benim halimi anlat.
-
کان فلان طوطی که مشتاق شماست ** از قضای آسمان در حبس ماست
- De ki: Sizin müştakınız olan filan dudu, Tanrı’nın takdiriyle bizim mahpusumuzdur.
-
بر شما کرد او سلام و داد خواست ** وز شما چاره و ره ارشاد خواست
- Size selâm söyledi, yardım istedi; sizden bir çare, bir kurtuluş yolu diledi.
-
گفت میشاید که من در اشتیاق ** جان دهم اینجا بمیرم در فراق 1555
- Dedi ki: Reva mıdır ben iştiyakınızla gurbet elde can vereyim.
-
این روا باشد که من در بند سخت ** گه شما بر سبزه گاهی بر درخت
- Sıkı bir hapis içinde olayım da siz gâh yeşilliklerde, gâh ağaçlarda zevk ve sefa edesiniz.
-
این چنین باشد وفای دوستان ** من در این حبس و شما در بوستان
- Dostların vefası böyle mi olur? Ben şu hapis içindeyim, siz gül bahçelerinde.
-
یاد آرید ای مهان زین مرغ زار ** یک صبوحی در میان مرغزار
- Ey Ulular! Bir seher çağı şarap meclisinde bu inleyen garibi de hatırlayın!
-
یاد یاران یار را میمون بود ** خاصه کان لیلی و این مجنون بود
- Dostların sevgiliyi anması, sevgiliye ne mutludur. Hele anan ve anılanın biri Leylâ, öbürü Mecnun olursa.
-
ای حریفان بت موزون خود ** من قدحها میخورم پر خون خود 1560
- Ey güzel endamlı sevgilinin mahremleri! Kendi kanımla doldurduğum peymaneleri içmem reva mı?
-
یک قدح می نوش کن بر یاد من ** گر همیخواهی که بدهی داد من
- Sevgili! Bana da bir nasip vermek istersen beni anarak bir kadeh iç!
-
یا به یاد این فتادهی خاک بیز ** چون که خوردی جرعه ای بر خاک ریز
- İçerken bu yerlere serilmiş düşkün âşığı yâd ederek toprağa bir yudum şarap dök!
-
ای عجب آن عهد و آن سوگند کو ** وعدههای آن لب چون قند کو
- Şaşılacak şey! Nerde o ahit, nerde o yemin? O şeker gibi dudağın verdiği vaadler hani?
-
گر فراق بنده از بد بندهگی است ** چون تو با بدبندگی پس فرق چیس
- Bu kulun ayrı düşmesi, fena kulluktansa... Kötüye kötülükle mukabele edersen aramızda ne fark kalır?
-
ای بدی که تو کنی در خشم و جنگ ** با طرب تر از سماع و بانگ چنگ 1565
- Fakat hiddetle, şiddetle senden gelen kötülük, sema’dan, çengin nağmelerinden daha zevkli, daha neşeli.
-
ای جفای تو ز دولت خوبتر ** و انتقام تو ز جان محبوبتر
- Ey cefası devletten daha güzel, intikamı candan daha sevimli dilber!
-
نار تو این است نورت چون بود ** ماتم این تا خود که سورت چون بود
- Ateşin bu acaba nurun nasıl? Matem, bu olunca düğünün nice?
-
از حلاوتها که دارد جور تو ** وز لطافت کس نیابد غور تو
- Cevrinde öyle tatlılıklar var ki, malik olduğun letafet yüzünden kimse seni hakkıyla anlayamaz.
-
نالم و ترسم که او باور کند ** وز کرم آن جور را کمتر کند
- Hem inlerim, hem de sevgili inanır da kereminden o cevri azaltır diye korkarım.
-
عاشقم بر قهر و بر لطفش به جد ** بو العجب من عاشق این هر دو ضد 1570
- Kahrına da hakkıyla âşığım, lütfuna da. Ne şaşılacak şey ki ben bu iki zıdda da gönül vermişim.
-
و الله ار زین خار در بستان شوم ** همچو بلبل زین سبب نالان شوم
- Tanrı hakkı için bu dikenden kurtulur, gül bahçesine kavuşursam bu sebepten bülbül gibi feryat ederim.
-
این عجب بلبل که بگشاید دهان ** تا خورد او خار را با گلستان
- Bu ne şaşılacak şey bülbüldür ki ağzını açınca dikeni de gül bahçesiyle beraber yutar, ikisini de bir görür!