-
خلتم سخریه اهل السمو ** از نبی خوانید تا أنسوکم
- Siz, yüce kişileri alaya aldınız, bundan bir şey çıkmaz sandınız ama Kur’an’da “Ensevküm” ayetini bir okuyun!
-
صاحب ده پادشاه جسمهاست ** صاحب دل شاه دلهای شماست
- Şehir ve köye sahip olan, cisimlerin padişahıdır. Gönül sahibi ise gönüllerinizin sultanıdır.
-
فرع دید آمد عمل بیهیچ شک ** پس نباشد مردم الا مردمک
- Hiç şüphe yok ki işler, görüşlerin fer’idir. Şu halde insan, ancak göz bebeğinden ibarettir.
-
من تمام این نیارم گفت از آن ** منع میآید ز صاحب مرکزان 1680
- Ben bunu, tamamı ile söyleyemiyorum, çünkü merkez sahipleri (Peygamberler) men ediyorlar.
-
چون فراموشی خلق و یادشان ** با وی است و او رسد فریادشان
- Mademki halkı unutması ve hatırlaması onun elindedir, imdatlarına da o, erişir.
-
صد هزاران نیک و بد را آن بهی ** میکند هر شب ز دلهاشان تهی
- O güzel huylarla huylanmış olan zat, her gece gönüllerden yüz binlerce iyi ve kötü hâtırayı giderir;
-
روز دلها را از آن پر میکند ** آن صدفها را پر از در میکند
- Gündüzün gönülleri, yine o hâtıralarla doldurmakta; o sedefleri, incilerle dopdolu bir hale getirmektedir.
-
آن همه اندیشهی پیشانها ** میشناسند از هدایت جانها
- Evvelki düşüncelerin hepsi, Tanrı’nın hidayetiyle sahiplerini tanırlar.
-
پیشه و فرهنگ تو آید به تو ** تا در اسباب بگشاید به تو 1685
- Uyanınca, sanat ve hünerin, sebepler kapısını açmak üzere yine sana gelir.
-
پیشه زرگر به آهنگر نشد ** خوی این خوش خو به آن منکر نشد
- Kuyumcunun hüneri demirciye gitmez, bu güzel huylunun huyu, öteki kötüye mal olmaz.
-
پیشهها و خلقها همچون جهیز ** سوی خصم آیند روز رستخیز
- Hünerler ve huylar, kıyamet günü, çeyiz gibi sahibine döner.
-
پیشهها و خلقها از بعد خواب ** واپس آید هم به خصم خود شتاب
- Sanatlar ve tabiatlar, sabah uyandıktan sonra, koşa koşa onun yanına gelirler. (T.M. 1686)
-
پیشهها و اندیشهها در وقت صبح ** هم بدانجا شد که بود آن حسن و قبح
- Güzel olsun, çirkin olsun... Bütün huylar ve hünerler, sabah çağında sahiplerine gelir;
-
چون کبوترهای پیک از شهرها ** سوی شهر خویش آرد بهرها 1690
- Nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları şehre getirirler.
-
شنیدن آن طوطی حرکت آن طوطیان و مردن آن طوطی در قفس و نوحهی خواجه بر وی
- Dudunun, duduların hareketlerini duyması ve kafeste ölümü, tacirin ona ağlaması
-
چون شنید آن مرغ کان طوطی چه کرد ** پس بلرزید اوفتاد و گشت سرد
- Dudu, o dudunun yaptığını işitince titredi, düştü, kaskatı oldu.
-
خواجه چون دیدش فتاده همچنین ** بر جهید و زد کله را بر زمین
- Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı, külâhını yere vurdu.
-
چون بدین رنگ و بدین حالش بدید ** خواجه بر جست و گریبان را درید
- Onu, bu renkte, bu halde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı.
-
گفت ای طوطی خوب خوش حنین ** این چه بودت این چرا گشتی چنین
- Dedi ki: “ Ey güzel ve hoş nağmeli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hale geldin?
-
ای دریغا مرغ خوش آواز من ** ای دریغا هم دم و هم راز من 1695
- Vah yazık, benim güzel sesli kuşum! Vah yazık, benim gönüldeşim, sırdaşım.
-
ای دریغا مرغ خوش الحان من ** راح روح و روضه و ریحان من
- Yazık, benim güzel nağmeli kuşum; ruhumun neşesi, bahçem, çiçeğim!
-
گر سلیمان را چنین مرغی بدی ** کی خود او مشغول آن مرغان شدی
- Süleyman’ın böyle kuşu olsaydı hiç başka kuşlarla uğraşır mıydı?
-
ای دریغا مرغ کارزان یافتم ** زود روی از روی او بر تافتم
- Vah yazık; ucuz bulduğum kuştan ne çabuk ayrıldım!
-
ای زبان تو بس زیانی بر وری ** چون تویی گویا چه گویم من ترا
- Ey dil, sen bana çok ziyan veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim?
-
ای زبان هم آتش و هم خرمنی ** چند این آتش در این خرمن زنی 1700
- Ey dil, sen hem ateşsin, hem harman! Ne vakte kadar harmanı ateşe vereceksin?
-
در نهان جان از تو افغان میکند ** گر چه هر چه گوییاش آن میکند
- Can, ne dersen onu yapmakla beraber gizlice yine senin elinden feryat etmektedir.