English    Türkçe    فارسی   

1
1728-1752

  • خوش نشین ای قافیه اندیش من ** قافیه‌‌ی دولت تویی در پیش من‌‌
  • Ey benim kafiye düşünenim! Rahatça otur, benim yanımda devlet kafiyesi sensin.
  • حرف چه بود تا تو اندیشی از آن ** حرف چه بود خار دیوار رزان‌‌
  • Harf ne oluyor ki sen onu düşünesin! Harf nedir? Üzüm bağının çitten duvarı.!
  • حرف و صوت و گفت را بر هم زنم ** تا که بی‌‌این هر سه با تو دم زنم‌‌ 1730
  • Harfi, sesi, sözü birbirine vurup parçalayayım da seninle bu üçü de olmaksızın konuşayım!
  • آن دمی کز آدمش کردم نهان ** با تو گویم ای تو اسرار جهان‌‌
  • Âdem’den bile gizlediğim sırrı, ey cihanın esrarı olan sevgili, sana söyleyeyim.
  • آن دمی را که نگفتم با خلیل ** و آن غمی را که نداند جبرئیل‌‌
  • Halil’e bile söylemediğim sırrı, Cebrail’in bile bilmediği gamı,
  • آن دمی کز وی مسیحا دم نزد ** حق ز غیرت نیز بی‌‌ما هم نزد
  • Mesih’in bile dem vurmadığı, hatta Tanrı’nın bile kıskanıp biz olmadıkça kimseye açmadığı sırrı sana açayım.”
  • ما چه باشد در لغت اثبات و نفی ** من نه اثباتم منم بی‌‌ذات و نفی‌‌
  • Biz (mâ) kelimesi, lûgatte nasıl bir kelimedir? İspata ve nefye delalet eden bir kelime. Hâlbuki ben ispat değilim; zatım, varlığım yoktur ki ispat edilebilsin. (Varlığım olmadığından ) Nefiy de değilim (yokun varlığı nefiy de edilemez, esasen olmadığı için yoktur da denemez).
  • من کسی در ناکسی دریافتم ** پس کسی در ناکسی دربافتم‌‌ 1735
  • Ben varlığı yoklukta buldum, onun için varlığı yokluğa feda ettim.
  • جمله شاهان بنده‌‌ی بنده‌‌ی خودند ** جمله خلقان مرده‌‌ی مرده‌‌ی خودند
  • Padişahların hepsi kendilerine karşı alçalana alçalırlar. Bütün hak, kendisine sarhoş olanın sarhoşudur.
  • جمله شاهان پست، پست خویش را ** جمله خلقان مست، مست خویش را
  • Padişahlar, kendilerine kul olana kul olurlar. Halk umumiyetle kendi yolunda ölenin yolunda ölür.
  • می‌‌شود صیاد، مرغان را شکار ** تا کند ناگاه ایشان را شکار
  • Avcı onları ansızın avlamak için kuşlara av olmaktadır.
  • بی‌‌دلان را دلبران جسته به جان ** جمله معشوقان شکار عاشقان‌‌
  • Dilberler; âşıkları, canla, başla ararlar. Bütün maşuklar âşıklara avlanmışlardır.
  • هر که عاشق دیدی‌‌اش معشوق دان ** کو به نسبت هست هم این و هم آن‌‌ 1740
  • Kimi âşık görürsen bil ki mâşuktur. Çünkü o, âşık olmakla beraber mâşuk tarafından sevildiği cihette mâşuktur da.
  • تشنگان گر آب جویند از جهان ** آب جوید هم به عالم تشنگان‌‌
  • Susuzlar âlemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzları arar.
  • چون که عاشق اوست تو خاموش باش ** او چو گوشت می‌‌کشد تو گوش باش‌‌
  • Mademki âşık odur, sen sus artık. Madem ki o, kulağını çekmekte, sen tamamıyla kulak kesil!
  • بند کن چون سیل سیلانی کند ** ور نه رسوایی و ویرانی کند
  • Sel akmaya başlar başlamaz önünü kes, yolunu bağla. Yoksa âlemi perişan ve harap eder, her tarafı yıkar.
  • من چه غم دارم که ویرانی بود ** زیر ویران گنج سلطانی بود
  • Fakat harap olmaktan niye gamlanayım? Harabenin altında padişah hazinesi var!
  • غرق حق خواهد که باشد غرق‌‌تر ** همچو موج بحر جان زیر و زبر 1745
  • Hakka dalan kişi daha ziyade dalmak, can denizinin dalgası altüst olmak ister.
  • زیر دریا خوشتر آید یا زبر ** تیر او دل کش تر آید یا سپر
  • Denizin altı mı daha hoştur, yoksa üstü mü? Onun oku mu daha ziyade gönül çekici ve güzeldir, o oka karşı siper tutmak mı?
  • پاره کرده‌‌ی وسوسه باشی دلا ** گر طرب را باز دانی از بلا
  • Şu halde ey gönül! Neşe ve sefayı cefa ve belâdan ayırt edersen vesveseye zebun olmuş olursun.
  • گر مرادت را مذاق شکر است ** بی‌‌مرادی نه مراد دل بر است‌‌
  • Tutalım ki senin isteğinde şeker tadı var; sevgilinin isteği, isteksizlik murat ve maksadı terk etme değil mi?
  • هر ستاره‌‌ش خونبهای صد هلال ** خون عالم ریختن او را حلال‌‌
  • Onun her bir yıldızı yüzlerce hilâlin kan diyetidir. Ona, âlemin kanını dökmek helâldir!
  • ما بها و خونبها را یافتیم ** جانب جان باختن بشتافتیم‌‌ 1750
  • Biz değeri de bulduk kan diyetini de. Ve o yüzden can vermeye koştuk.
  • ای حیات عاشقان در مردگی ** دل نیابی جز که در دل بردگی‌‌
  • Ey âşık! Âşıkların hayatı ölümledir. Gönlü gönül vermeden başka bir suretle bulamazsın.
  • من دلش جسته به صد ناز و دلال ** او بهانه کرده با من از ملال‌‌
  • Yüzlerce nâz ü işveyle gönlünü almak istedim; sevgili bana istiğna yüzünü gösterdi, bahaneler etti.