English    Türkçe    فارسی   

1
1786-1810

  • مرد و زن چون یک شود آن یک تویی ** چون که یک جا محو شد آنک تویی‌‌
  • Erkek, kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir, sensin. Birler de aradan kalkınca kalan yalnız sensin.
  • این من و ما بهر آن بر ساختی ** تا تو با خود نرد خدمت باختی‌‌
  • Kendi kendinle huzur tavlasını oynamak için bu “ben” ve “biz”i vücuda getirdin.
  • تا من و توها همه یک جان شوند ** عاقبت مستغرق جانان شوند
  • Bu suretle “ben” ve “sen” ler, umumiyetle bir can haline gelirler, sonunda da sevgiliye mustağrak olurlar.
  • این همه هست و بیا ای امر کن ** ای منزه از بیان و از سخن‌‌
  • (Ben, biz, ben ve bizim, varlıkların varlığı ve yokluğu, hulâsa) söylediklerimin hepsi vardır, vakidir. Ey kün emri, ey gel denmekten ve söz söylemekten münezzeh Tanrı, sen gel!
  • جسم جسمانه تواند دیدنت ** در خیال آرد غم و خندیدنت‌‌ 1790
  • Ten gözü, seni görebilir mi; senin gamlanman, neşelenip gülmen hayale gelir mi?
  • دل که او بسته‌‌ی غم و خندیدن است ** تو مگو کاو لایق آن دیدن است‌‌
  • Gama, neşeye merbut olan gönle, onu görmeye lâyıktır, deme!
  • آن که او بسته‌‌ی غم و خنده بود ** او بدین دو عاریت زنده بود
  • Keder ve neşeye bağlanmış olan; bu iki ariyet vasıfla yaşar.
  • باغ سبز عشق کاو بی‌‌منتهاست ** جز غم و شادی در او بس میوه‌‌هاست‌‌
  • Hâlbuki yemyeşil aşk bağının sonu, ucu, bucağı yoktur. Orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var!
  • عاشقی زین هر دو حالت برتر است ** بی‌‌بهار و بی‌‌خزان سبز و تر است‌‌
  • Âşıklık bu iki halden daha yüksektir; baharsız, hazansız terütazedir.
  • ده زکات روی خوب ای خوب رو ** شرح جان شرحه شرحه باز گو 1795
  • Ey güzel yüzlü! Güzel yüzünün zekâtını ver; yine pare pare olan canı şerh et, onu anlat (dedim!).
  • کز کرشم غمزه‌‌ی غمازه‌‌ای ** بر دلم بنهاد داغی تازه‌‌ای‌‌
  • Fettan gözünün ucuyla ve nazla bir baktı da gönlüme yeni bir dağ vurdu.
  • من حلالش کردم از خونم بریخت ** من همی‌‌گفتم حلال او می‌‌گریخت‌‌
  • Kanımı bile dökse ona helal ettim. Helâl sözünü söyledikçe o, kaçmaktaydı.
  • چون گریزانی ز ناله‌‌ی خاکیان ** غم چه ریزی بر دل غمناکیان‌‌
  • Mademki topraktakilerin feryadından kaçmaktasın. Kederlilerin yüreğine niye gam saçarsın?
  • ای که هر صبحی که از مشرق بتافت ** همچو چشمه‌‌ی مشرقت در جوش یافت‌‌
  • Her sabah; doğudan parlayınca seni, doğu pınarı (güneş) gibi coşmak ta, zuhur etmekte buldu.
  • چون بهانه دادی این شیدات را ** ای بهانه شکر لبهات را 1800
  • Ey şeker dudaklarına paha biçilmeyen güzel! Divanene ne bahaneler buluyorsun?
  • ای جهان کهنه را تو جان نو ** از تن بی‌‌جان و دل افغان شنو
  • Ey eski cihana taze can olan! Cansız ve gönülsüz bir hale gelmiş olan tenden çıkan feryat ve figanı işit!
  • شرح گل بگذار از بهر خدا ** شرح بلبل گو که شد از گل جدا
  • Allah aşkına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat!
  • از غم و شادی نباشد جوش ما ** با خیال و وهم نبود هوش ما
  • Bizim coşkunluğumuz gamdan neşeden değildir; aklımız irfanımız, hayal ve vehimden meydana gelmemiştir.
  • حالتی دیگر بود کان نادر است ** تو مشو منکر که حق بس قادر است‌‌
  • Nadir bulunur bir halettendir; inkâr etme ki Hakk’ın kudreti pek büyüktür.
  • تو قیاس از حالت انسان مکن ** منزل اندر جور و در احسان مکن‌‌ 1805
  • Sen bu hali insanların ahvaline kıyas etme, cevir ve ihsan menzilinde kalma!
  • جور و احسان رنج و شادی حادث است ** حادثان میرند و حقشان وارث است‌‌
  • Cevir, ihsan, mihnet ve neşe, gelip geçicidir. Gelip geçenlerse ölürler; Hak onlara vâristir.
  • صبح شد ای صبح را پشت و پناه ** عذر مخدومی حسام الدین بخواه‌‌
  • Sabah oldu, ey sabahın penahı Tanrı! (Ben özür serd edemiyorum), bize hizmet eden Hüsâmettin’den sen özür dile!
  • عذر خواه عقل کل و جان تویی ** جان جان و تابش مرجان تویی‌‌
  • Aklı-ı Küll’ün ve canın özür dileyeni sensin; canların canı, mercanın parıltısı sensin.
  • تافت نور صبح و ما از نور تو ** در صبوحی با می منصور تو
  • Sabahın nuru parladı, biz de bu sabah çağında senin Mansur şarabını içmekteyiz.
  • داده‌‌ی تو چون چنین دارد مرا ** باده که بود کاو طرب آرد مرا 1810
  • Senin feyzin bizi böyle mest ettikçe şarap ne oluyor ki bize neşe versin!