-
چون گریزانی ز نالهی خاکیان ** غم چه ریزی بر دل غمناکیان
- Mademki topraktakilerin feryadından kaçmaktasın. Kederlilerin yüreğine niye gam saçarsın?
-
ای که هر صبحی که از مشرق بتافت ** همچو چشمهی مشرقت در جوش یافت
- Her sabah; doğudan parlayınca seni, doğu pınarı (güneş) gibi coşmak ta, zuhur etmekte buldu.
-
چون بهانه دادی این شیدات را ** ای بهانه شکر لبهات را 1800
- Ey şeker dudaklarına paha biçilmeyen güzel! Divanene ne bahaneler buluyorsun?
-
ای جهان کهنه را تو جان نو ** از تن بیجان و دل افغان شنو
- Ey eski cihana taze can olan! Cansız ve gönülsüz bir hale gelmiş olan tenden çıkan feryat ve figanı işit!
-
شرح گل بگذار از بهر خدا ** شرح بلبل گو که شد از گل جدا
- Allah aşkına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat!
-
از غم و شادی نباشد جوش ما ** با خیال و وهم نبود هوش ما
- Bizim coşkunluğumuz gamdan neşeden değildir; aklımız irfanımız, hayal ve vehimden meydana gelmemiştir.
-
حالتی دیگر بود کان نادر است ** تو مشو منکر که حق بس قادر است
- Nadir bulunur bir halettendir; inkâr etme ki Hakk’ın kudreti pek büyüktür.
-
تو قیاس از حالت انسان مکن ** منزل اندر جور و در احسان مکن 1805
- Sen bu hali insanların ahvaline kıyas etme, cevir ve ihsan menzilinde kalma!
-
جور و احسان رنج و شادی حادث است ** حادثان میرند و حقشان وارث است
- Cevir, ihsan, mihnet ve neşe, gelip geçicidir. Gelip geçenlerse ölürler; Hak onlara vâristir.
-
صبح شد ای صبح را پشت و پناه ** عذر مخدومی حسام الدین بخواه
- Sabah oldu, ey sabahın penahı Tanrı! (Ben özür serd edemiyorum), bize hizmet eden Hüsâmettin’den sen özür dile!
-
عذر خواه عقل کل و جان تویی ** جان جان و تابش مرجان تویی
- Aklı-ı Küll’ün ve canın özür dileyeni sensin; canların canı, mercanın parıltısı sensin.
-
تافت نور صبح و ما از نور تو ** در صبوحی با می منصور تو
- Sabahın nuru parladı, biz de bu sabah çağında senin Mansur şarabını içmekteyiz.
-
دادهی تو چون چنین دارد مرا ** باده که بود کاو طرب آرد مرا 1810
- Senin feyzin bizi böyle mest ettikçe şarap ne oluyor ki bize neşe versin!
-
باده در جوشش گدای جوش ماست ** چرخ در گردش گدای هوش ماست
- Şarap, coşkunlukla bizim yoksulumuzdur; felek; dönüşte aklımızın fakiridir.
-
باده از ما مست شد نی ما از او ** قالب از ما هست شد نی ما از او
- Şarap bizden sarhoş oldu, biz ondan değil... Beden bizden var oldu, biz ondan değil!
-
ما چو زنبوریم و قالبها چو موم ** خانه خانه کرده قالب را چو موم
- Biz arı gibiyiz, bedenler mum gibi. Tanrı, bedenleri bal mumu gibi göz göz ev ev yapmıştır.
-
رجوع به حکایت خواجهی تاجر
- Tacir hikâyesine dönüş
-
بس دراز است این حدیث خواجه گو ** تا چه شد احوال آن مرد نکو
- Bu bahis çok uzundur, tacirin hikâyesini anlat ki o iyi adamın ne hale geldiği, ne olduğu anlaşılsın.
-
خواجه اندر آتش و درد و حنین ** صد پراکنده همیگفت این چنین 1815
- Tacir, ateşler, dertler, feryatlar içinde, böyle yüzlerce karmakarışık sözler söylüyordu.
-
گه تناقض گاه ناز و گه نیاز ** گاه سودای حقیقت گه مجاز
- Gâh birbirini tutmaz sözler söylüyor, gâh naz ediyor, gâh niyaz eyliyor; gâh hakikat aşkını, gâh mecaz sevdasını ifade ediyordu.
-
مرد غرقه گشته جانی میکند ** دست را در هر گیاهی میزند
- Suya batan adam fazla debelenir, eline geçen ota tutunur.
-
تا کدامش دست گیرد در خطر ** دست و پایی میزند از بیم سر
- O tehlike zamanında elini kim tutacak diye can korkusuyla şuraya, buraya elini sallar durur, yüzmeye çalışıp çabalar.
-
دوست دارد یار این آشفتگی ** کوشش بیهوده به از خفتگی
- Sevgili, bu divaneliği, bu perişanlığı sever. Beyhude yere çalışıp çabalamak, uyumaktan iyidir.
-
آن که او شاه است او بیکار نیست ** ناله از وی طرفه کاو بیمار نیست 1820
- Padişah olan; işsiz, güçsüz değildir. Hasta olmayanın feryat ve figan etmesi, şaşılacak şeydir!
-
بهر این فرمود رحمان ای پسر ** کل يوم هو فی شأن ای پسر
- Tanrı, ey oğul, onun için “Külle yevmin hüve fi şe’n “ buyurdu.
-
اندر این ره میتراش و میخراش ** تا دم آخر دمی فارغ مباش
- Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile boş durma!